Kadınların eşitlik ve özgürlük arayışına somut çözümler: Sosyalist seçenek

'Sosyalist dünya düzeni biz kadınlar için en somut, en güncel çözümdür. Bu yakıcı gerçeğin kitlesel olarak seslendiği gün, kadınların asırlardır verdikleri mücadele sonunda somut karşılığını bulacak.'

İnci Boyacıoğlu

Bu yazı Dayanışma Meclisi'nin yayını Dayanışma Forumu'nun 7. sayısında yayınlanmıştır.

Yaklaşık 10 bin yıl önce insanlık toprağa ilk tohumu ekerek tarım devrimini başlattı. Tarım geliştikçe yiyebileceğinden fazla besini elde etmesi ile insanlık tarihinde yeni bir dönem başladı. Bu devrimsel gelişme insanlığa paha biçilmez olanaklar yaratsa da sınıflı toplum belasını da başımıza sardı. İnsan toplulukları içinde tarım araçlarına, toprağa, birikmiş besine sahip olanlar diğerlerini köleleştirirken bu hiyerarşik yapılanmada kadınlar giderek eve hapsedildi ve toplum içindeki eşit konumlarını kaybettiler. O gün bugündür, biz kadınlar binlerce yıldır bu dünyanın kirli çamaşırlarını yıkıyor, çocuklarını büyütüyoruz. Binlerce yıldır evin, aile üyelerinin bakımlarını yapmak üzere yetiştiriliyor, bu işleri aksattığımızda cezalandırılıyoruz. Binlerce yıldır sistemin yedek iş gücüyüz; istedikleri zaman işe aldıkları istedikleri zaman işten attıkları, aynı işe daha az ücret ödedikleri, sigortasız merdiven altı işyerlerinde çalıştırdıkları yüzlerce kadın neslinin bir üyesiyiz. Biz kadınları feodal dönemden başlayarak alıp sattılar, borçları karşılığı başkalarına hediye ettiler, bedenimize bir meta gibi değerler biçtiler. Yeri geldi cezalandırmak için, yeri geldi eğlenmek için tecavüz ettiler bedenimize ve insanlık onurumuza. Binlerce yıldır biz kadınlar özgür ve eşit bir dünyanın yokluğunda her şekilde aşağılandık. O yüzden haklı öfkemizin tarihi ve hikayesi oldukça uzun.

Aydınlanma Çağı ise tutulmamış sözlerle dolu yeni bir dönemin kapısını araladı kadınlar için. Kapitalizm eğitimle, yasalarla, toplumsal bilinçlendirme kampanyalarıyla özgürleşme sözü verdi biz kadınlara. Ama sanayi devriminden bu yana kapitalist sistem ayrıcalıklı sınıflara üye kadınların, işçi sınıfı kardeşlerine göre kimi haklar elde etmesinden öteye geçmeyen bir değişim yarattı. Avrupa’da artık kadın-erkek eşitliği sağlandı yalanının çokça dillendirilmeye başlandığı son yıllarda kabus gibi bastıran COVID-19 pandemisi kapitalist sistemin iki yüzlü kadın düşmanlığını çırılçıplak bıraktı. Emperyalist ülkelerin ayrıcalıklı sınıflarının kadınları yıllar sonra ilk kez ücretlendirilmeyen bakım hizmetinden kurtulamadıklarını, sadece bu işleri para karşılığı başka kadınlara devrettiklerini gördüler. Onlar da tüm kadınlar gibi, karantina döneminde evin kölesi, şiddetin öznesi, ekonomik sistemin kapı dışarı ettiği ilk kesim oldular. 

Binlerce yıllık bu hikayede sosyalizm deneyimi dışında hiçbir sistemde kadının eşitlik ve özgürlük talebi somut bir karşılık bulmadı bu dünyada. Biz kadınlar ücretsiz kreşlerin, toplu yemekhanelerin, yaygınlaşmış çamaşırhanelerin, koşulsuz-amasız eşit çalışma koşullarının, sendika hakkının, kadın örgütlerinin ülke politikasında belirleyici konuma gelmesinin, kadının kendi bedeni üzerindeki haklarının koşulsuz tanınmasının, laikliğin, eşit ve parasız eğitimin, insanca ve ücretsiz sağlık hizmetlerinin  hayatlarımızda neleri değiştirebileceğini çok iyi biliyoruz. Biz bunları sosyalist ülke deneyimlerinde tattık ve çok özledik. Özgür ve eşit bir dünyaya olan özlemimiz, ihtiyacımız, mecburiyetimiz asırlardır en somut gerçeğimiz. Tarihin yalın bir okumasına sahip herkesin görebileceği kadar açıktır ki bugün tüm dünya kadınları için sosyalizm tek somut ve güncel çözümdür.

Ancak elbet istemli bir körlük hemen her toplumsal mücadeleye sirayet edebilmekte. Bugün hala liberal kadın hareketi sözcüleri eğitimde eşitlikle sömürüden, şiddetten kurtuluruz sanmaktalar. Oysa sayılarda ifade bulan kadın deneyimlerine göre gerçekte süregiden hikaye bambaşka şeyler anlatıyor. Güncel istatistiklere göre Türkiye’de ortalama olarak her beş kadından ikisi fiziksel şiddet görmekte, eğitimli kadınlarda bu oran beşte bir. Eğitimli kadınlar bu kadar kurtulabilmiş şiddetten. Üstelik aynı istatistikler eğitimli kadınların fiziksel şiddet gördüğü vakalarda yaralanma oranlarının daha yüksek olduğunu söylemekte. Ve hatta Türkiye’nin her yerinden toplanan ve büyük verilerle yapılan bilimsel çalışmalara göre eğitimli kadınlar ekonomik şiddete daha fazla maruz kalıyorlar. Yani emek sömürüsünün tüm yükünü taşıyarak kazanabildiği o parayı da kocasına, babasına, erkek kardeşine vermek zorunda kalmış çalışan kadın; çoğu vakada maaş kartını cüzdanlarına hiç koyamamış. 

Kapitalizmin iyiliksever sermaye sınıfı tüm dünyada büyük paralar saçarak nice toplumsal kampanyaya imza atmakta. Bu kampanyaları takiben yapılan bilimsel çalışmalarsa bu bilinçlendirme kampanyalarının uzun vadede hemen hiçbir etkiye sahip olmadığını ortaya koymakta. Ama bu kör kuyuya attıkları taş çözüm için değil zaten, kadın hareketlerini somut talep ve çözüm arayışlarından alıkoymak gibi değerli bir işlevi var ve işte tam da bu sebepten parıltılı kampanyalarına fon ayırmayı sınıfsal bir bilinçle görev addediyorlar. Bu ince düşünceli sermaye sahipleri yeri geldiğinde hukuksal haklarımız için verdiğimiz mücadelelerde omuz vermekte biz kadınlara, ama kanunların uygulanmayacağını garanti altına alan dinci gericiliği de aynı anda beslemeyi ihmal etmeden. Kadınların eşitlik mücadelesini bile siyasal seçimlerde oya, sınıflar savaşımında ideolojik kazanımlara, ekonomik işleyişte kâra dönüştürme cüreti gösterebiliyorlar. 

Kapitalist sistemin sunduğu tüm teknolojik ilerlemelere, inşa ettiği modern kentlere ve şatafatlı gökdelenlere karşın bakım emeği cephesinde kadın nüfusunun çoğu için değişen bir şey yok. Biz kadınlar o çok muhteşem modern dünyalarında da insanlığın kirli çamaşırlarını yıkamaya devam ediyoruz. Günümüzün en az 4-5 saatini bakım hizmetiyle geçiriyoruz ki; sermayedar sabah fabrikasında dinlenmiş, karnı doymuş, temizlenmiş işçilerini bulabilsin. Biz kadınlar kendimizden, hayallerimizden çalıp çocuklarımıza veriyoruz ki; kapitalist düzen kutsal aile hikayesi üzerinden kendi ideolojik ikmalini aksaksız devam ettirebilsin. Biz kadınlar önceliği hep o kutsal ailenin ihtiyaçlarına veriyoruz ki; kapitalist sistem işgücünü daraltmak istediğinde bizi işten çıkarması meşru olsun, işçi sınıfının maaşlarını düşürmek istediğinde çalışan kadınları suçlasın, daha ucuza işçi aradığında bizi işe alsın. Biz kadınlar her gün can derdiyle, tecavüz korkusuyla yaşıyoruz ki; bu dünyada tüm eşitsizliklerin ve zulmün kaynağının sınıflı toplumlar olduğunu unutalım. Hikaye bu şekilde sadeleştirildiğinde, kapitalist sistem kadınların eşitlikten ve özgürlükten mahrum bırakıldığı bu işleyişten gayet memnun görünmekte.

Modern dünyaya ağır bir eleştiri kisvesiyle ortaçağ karanlığını yeni baştan keşfeden postmodernizm ise kadın hareketlerine sızmış bir hainden farksız. Modernizmin sunduğu çözüm önerilerini yerden yere vururken yerine hiçbir şey vaad etmemekte. Hatta en meşhur kuramcıları çocuk cinsel istismarını kutsal kültür dokunulmazlığına sarılıp meşrulaştırmakta, en yeni kuramcıları “cinsiyet bir performanstır, neyi performe edersek onu yaşarız” düzeyinde saçmalayabilmekte. Türkiye’deki temsilcileri ise aile içi sayısız cinsel taciz, cinayet vakasını barındıran korkunç vakalarda ailenin bu “değerli sırlar” üzerine kurulu olduğundan dem vurup, aile ilişkilerini yasalarca tanımlayarak kurumsallaştıran Kemalist devrime öfke kusmakla meşgul. Sanatta dışkısıyla resim yapma; felsefede dünya bilgisinin ulaşılmazlığını ve değersizliğini keşfetme; bilimde telepati, hoca üfürüğünün etkisi, sülük tedavisi gibi metafizik ve bilim dışı konuları inceleme mahareti gösterebilen bu doğuştan ölü çağın kadınlara çözüm sunması da şaşırtıcı olurdu zaten.

O yüzden bugün dünyada kadınların yaklaşık %60’ı kayıt dışı çalışıyor. Ev temizliği, çocuk ve hasta bakımı gibi alanlarda çalışan ev işçilerinin ise %80’i kadın. Salgında ev işçilerinin %70’e yakını işini kaybetti, ama sistem dünyanın hiçbir yerinde bu kadınlar için ekonomik yardım paketleri açıklama gereksinimi duymadı. Tüm dünyada sağlık ve sosyal bakım çalışanlarının %70’inden fazlası kadın, ama elbette yöneticilerin ve doktorların çoğu erkek.

Pandemide alınan karantina kararları ve eğitimin internet üzerinden verilmeye başlamasıyla ücretsiz izin alan veya işten ayrılanlar elbette çoğunlukla kadınlar oldu. Pandemi nedeniyle tüm dünyada en az 10 milyon kız çocuğunun bir daha dönmemek üzere okulu bıraktığı bilinmektedir. Derin yoksulluk içinde her 100 erkeğe karşılık yaklaşık 120 kadın karşılık gelmektedir. Bugün dünyada yaklaşık 450 milyon kadın ve kız çocuğu günde 2 dolardan daha az bir parayla yaşam savaşı vermektedir. Türkiye’de kadınlarla ilgili toplanan veriler dünyadaki tablodan çok daha kötüsünü sunmaktadır. Kadınların yaklaşık %30’u istihdamda iken bu oran pandemi döneminde %25’lere düşmüştür. 10 yöneticiden sadece 2’si kadındır. Kadın cinayetlerinde dramatik bir artış vardır ve kadın cinayetlerindeki bu artışa rağmen sistem etkin çözüm politikaları geliştirme yönünde hiçbir adım atmamıştır. Bunun yerine kadın cinayetlerini daha az gösterecek şekilde etkin soruşturma yapmaktan vazgeçilmiş, böylece resmi kayıtlara cinayet olarak geçen vakalar azalırken, şüpheli kadın ölümlerinin oranları artmıştır. Kapitalist sistemin anti-laik eğilimlerinin güçlenmesiyle birlikte kadınlar için önemli bir kazanım olan İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı alınmıştır. Üstüne Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne kapatma davası açılmıştır. Laiklik cephesinde Cumhuriyet kazanımlarının yok edilmesi hedeflenirken kadınların ilerici örgütlerine de bir savaş açıldığı aşikardır. İşte kapitalist sistemin modern dünyasında kadına sunulan hayat budur: Sömürü, yoksulluk, tecavüz ve ölüm! 

Biz kadınlar modern çağın yalanlarından, postmodern dönemin abuklamalarından bıktık. Özgürlüğümüzün ön koşulları bellidir. Ücretlendirilmeyen bakım emeğinin ivedilikle kamusallaştırılması ve tüm topluma mâl edilmesi gerekmektedir. Eğitim ve sağlık hizmetleri tüm kadınlar için ulaşılabilir olmak zorundadır. Kadınların toplumsal, ekonomik ve siyasal hayata katılımlarının önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Kadına yönelik şiddetle mücadele devletin süreklileşmiş, merkezi politikalarından biri olmalıdır. 

Bu sebeple biz kadınlar;

1.Her işyerinde kadın işçi sayısı gibi kısıtlamalar olmaksızın ücretsiz çocuk kreşleri istiyoruz.
2.Her mahallede ulaşılabilir çocuk kreşleri istiyoruz.
3.Aynı emeğe eşit ücret ödenmesinin hem hukuksal olarak hem uygulamada şartsız hayata geçirilmesini talep ediyoruz.
4.Örgütlenme hakkımız önündeki tüm sınırların tümüyle kaldırılmasını talep ediyoruz.
5.Çalışma hakkının her yetişkin yurttaşa koşulsuz tanınmasını talep ediyoruz.
6.Eşit, ücretsiz, bilimsel eğitim; eşit, ulaşılabilir, insanca sağlık hizmetleri istiyoruz.
7.Siyasal karar alma süreçlerinin aktif, vazgeçilmez, tartışmasız bileşeni olmak istiyoruz.
8.Kadına yönelik şiddetle mücadele kadının değil erkeğin tecrit edildiği hukuksal ve toplumsal düzenlemeler istiyoruz.
9.Kadına şiddete sıfır tolerans anlayışının tüm kamusal işleyişin tartışmasız bir parçası olarak yapılandırılmasını talep ediyoruz.
10. Sığınmaevleri değil her sorunumuzda aktif görev alacak, çözüm üretebilecek donanıma sahip, yetkilendirilmiş dayanışma merkezleri istiyoruz.
 
Bunların hepsini mümkün kılacak sosyalist dünya düzeni biz kadınlar için en somut, en güncel çözümdür. Bu yakıcı gerçeğin kitlesel olarak seslendiği gün, kadınların asırlardır verdikleri mücadele sonunda somut karşılığını bulacak, eşitlik ve özgürlük sosyalizmin her yeni kuşağında her yeni üyesinde daha derin kök salabilecektir. Biliyoruz ki kadınların yedek iş gücü olmadığı, eğitimin ve çalışmanın koşulsuz bir hak olduğu öyle bir dünyada toplumsal kampanyaların, yasaların veya sosyal destek çalışmalarının gerçekten bir anlamı olacaktır. Ancak öyle bir dünyada yeni nesiller kadın-erkek eşitliğini benimseyerek, sahiplenerek büyüyebilecektir. İşte, binlerce yıllık karanlığın nihayetinde, toplumun eşit ve özgür yurttaşları olarak sokağa çıkacak o kadın kardeşlerimize selam olsun!