Kadınlar 25 Kasım'da sokağa çıkıyor: Şiddetsiz ve sömürüsüz bir düzen mümkün!

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde sokağa çıkacak olan Kadın Dayanışma Komiteleri'nden Avukat Serap Emir ile konuştuk.

Haber Merkezi

Kadın Dayanışma Komiteleri, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere bir dizi kentte "Şiddetsiz ve sömürüsüz bir düzen mümkün!" sloganıyla sokağa çıkacak.

Kadın Dayanışma Komiteleri (KDK) adına Avukat Serap Emir'le komitelerin 25 Kasım'a hazırlığını, kadın cinayetlerini, HPV aşısının ücretsiz olması için verilen mücadelede yarın görülecek davayı ve son günlerde kadınları ilgilendiren konularda muhalefet partilerinin verdikleri sözleri nasıl değerlendirdiklerini konuştuk.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşıyor. Geçtiğimiz yıl sonbaharda kurulan Kadın Dayanışma Komiteleri’nin bugüne dair özellikle öne çıkan bir gündemi var mı? KDK’lar nasıl bir içerikle 25 Kasım’a hazırlanıyor? 

Özellikle AKP’li yıllarda toplumsal yaşamda artan gericilik ve kadın düşmanı politikalar, söylemler kadına yönelik şiddeti tırmandırdı. Bunun son örneği İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesi kararıydı. Şimdiyse AKP’nin yargı paketleriyle kadına yönelik şiddete karşı koruma tedbirlerini içeren 6284 sayılı kanuna ve kadınların nafaka haklarına göz diktiğini, boşanmada arabuluculuk getirmeye hazırlandığını biliyoruz. TCK 103’de yapmak istedikleri değişikliklerden de vazgeçmiş değildir. Öte yandan şiddetten bahsederken artan hayat pahalılığını, işsizliği ve gericiliği de bir kenara koymamız mümkün değil, tüm bunlar birbiriyle bağlantılı çünkü. Geçim sıkıntısı hane içindeki gerilimleri, endişeleri tırmandırıyor. Kadına yönelik şiddetin en çok yaşandığı yer ise ev içi biliyorsunuz. Dolayısıyla yoksulluk ve geçim sıkıntısı sadece şiddet gören kadının yeni bir hayat kurmaya cesaret etmesinde değil, şiddet görme riskinin artmasında da etkili maalesef. Gericilik ise kadının toplumdaki konumunda, bununla ilgili toplumsal kabullerin oluşmasında ve hatta bir duruşun örgütlenmesinde önemli hale geliyor. Kısaca kadına yönelik şiddetle mücadelede elimizden alınmaya çalışılan haklarımız kadar gericilikle mücadele ve geçim sıkıntısı da gündemimizde. Bu açıdan mücadelenin hiç hız kesmeyeceği bir dönemin bizi beklediğini söyleyebiliriz. 

Kadın Dayanışma Komiteleri olarak kadına yönelik şiddetle mücadeleyi elbette sadece tek bir güne sıkıştırılmış bir mücadele olarak görmüyoruz. Öte yandan 25 Kasım toplumda giderek daha çok kişinin ilgi gösterdiği bir gün haline geliyor. Biz bu önemli günde kadına yönelik şiddeti ele alırken bir yandan eşitlik talebimizin, laik bir ülke talebimizin de önemli olduğunu düşünüyoruz. Kadınların sadece mağduriyetlerinin değil, eşitlik ve özgürlükleri için elzem ve kamusal bir hak olan eğitimden sağlığa, pek çok talebinin de gündeme taşınması gerektiğini düşünüyoruz. Bu talepler etrafında kadınları yan yana getirmek, mücadele ve dayanışmayı birlikte örmek için çeşitli olanaklar yaratmayı planlıyoruz. 

Tam da bununla ilişkili olarak 23 Kasım’da Ankara’da HPV aşısına ilişkin bir davaya katılacağınızı açıkladınız. Nedir bu dava, nasıl gelişti? Kadın Dayanışma Komiteleri bu davaya katılarak neye dikkat çekmek istiyor? 

Dava 23 Kasım'da Ankara Adliyesi'nde görülecek.

HPV virüsü kadınlarda rahim ağzı kanserine neden olabilen çok riskli bir virüs ve bu virüsün aşısı var. Ancak ülkemizde tam doz aşı olabilmenin maliyeti 2000 TL’nin üzerinde. Bugünkü koşullarda emekçi bir kadının bu aşıya erişmesi mümkün değil. Oysa aşı ulusal aşı takvimine alınsa, kadın erkek herkes erken yaşlardan itibaren ücretsiz olarak aşılanabilse kanser oranlarında çok ciddi azalma olacak. Ama devlet insan sağlığını korumayı bir maliyet olarak gördüğü için bunu yapmıyor. İşte bu soruna dikkat çekmek için örgütlenen bir HPV aşı dayanışması, Kadın Dayanışma Komitelerinin de bir parçası olduğu “HPV Aşısı Ücretsiz Olsun” talebine dönüştü. Biz de Türkiye’nin farklı yerlerinde HPV ve Aşı Hakkı üzerine etkinlikler yapıyoruz, sağlık hakkı ve kadının yaşam hakkı kapsamında aşının neden ücretsiz olması gerektiğini anlatıyoruz.  

Bu dayanışmanın en başından beri çok önemli bir parçası olan Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği ise aşı için ödenen ücretin iadesini talep eden hukuki mücadele başlattı. Yarınki dava da, derneğin bu taleple açtığı davalardan biri. Eğer bu davalardan birini kazanırsak diğer davalara emsal olmuş olacak ve aşının ücretsiz olması mücadelesinde çok önemli bir yol kat etmiş olacağız. 

Kadın Dayanışma Komiteleri açısından HPV aşısının ücretsiz olması mücadelesi sağlık hakkı ve yaşam hakkı açısından önem taşıyor. Ama ayrıca aşı ile önlenebilecek bir kansere yol açan HPV’nin cinsel yolla bulaşan bir virüs olması nedeniyle toplum sağlığının bir bileşkesi olarak kabul edilmemesine karşı çıktığımız için gericiliğe karşı da verilen bir mücadele bu. Bu nedenle, karşılanması düzen açısından bile çok kolay olan HPV aşısının ücretsiz olması ve ulusal aşı programına alınması talebimizden sonuna kadar vazgeçmeyeceğiz.  

25 Kasım aynı zamanda tüm dünyada kadın cinayetlerinin kamuoyuna bir kez daha hatırlatıldığı bir gün. Hepimizi etkileyen istatistikler paylaşılıyor. Size göre AKP’nin İstanbul Sözleşmesinden çekilmesinin kadın cinayetlerine şimdiden yansıdığını söylemek mümkün mü?

Hiç şüphesiz. Zaten sözleşme Millet İttifakı’nın parçası olan Saadet Partisi’nin başını çektiği İslamcı bir kesimin talepleri doğrultusunda kaldırıldı. Bu taleplerin arkasındaysa İslamcıların kadınların kendi kararlarını almasından, şiddete boyun eğmemelerinden, haklarını aramalarından duydukları korku ve rahatsızlık vardı. Uygulanmasının önünde engeller olsa da sözleşme kadınlar için çok büyük bir kazanımdı, güvenceydi. Yokluğunda artan kadına şiddet vakaları da bu dediğimi doğruluyor. 

Öte yandan biz kadına yönelik şiddete de, bu şiddete karşı verilecek mücadeleye de sadece bireysel bir mücadele gözüyle bakmıyoruz. Elbette kendi yaşamlarımızda alacağımız kararlar, göstereceğimiz cesaret ve inatçılık önemli. Doğrusunu isterseniz zaten kadınlar bu konuda geçmişe göre hem çok daha cesur hem de direngenler. Dolayısıyla pek çok kadın için mücadele burada başlıyor belki ama burada bitmemeli. Çünkü bireysel yaşamlarımızda istediğimiz kadar eşitlikçi, huzurlu ilişkiler kurmuş olalım; toplumda gericilik olduğu müddetçe bir gün bir yerde şiddete maruz kalmayacağımızın hiçbir garantisi yok. Bu yüzden gericiliğe toplumsal bir sorun olarak bakmak ve laik, eşitlikçi bir toplumsal düzen için bir araya gelip mücadele etmek gerekiyor.

Geçtiğimiz ay 6284 sayılı yasanın atanan Boğaziçi Üniversitesi Rektörünü öğrencilerden korumak için kullanıldığına tanık olduk. Nedir 6284? Sadece kadınları şiddetten korumak için kullanılan bir yasa değil mi? 

6284 Sayılı Kanun İstanbul Sözleşmesi’ne bağlı çıkarılan, dolayısıyla da sözleşmedeki koruma tedbirlerini içeren, adı üstünde Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun. Yani kadınları şiddetten korumaya dönük bugün elimizdeki en kıymetli yasal mevzuat olduğunu söyleyebiliriz. Doğrusu bu kanunun kadınlar için uygulanmasını sağlamak bile bugün bir mücadele konusuyken, Boğaziçi rektörü için uygulandığına tanık olmak bize hukukun kimlerden yana işletildiğini gösteriyor. Bugüne kadar eşinden/sevgilisinden şiddet gördüğü halde bu kanunun öngördüğü koruma tedbirlerinden etkin bir biçimde yararlandırılmayan binlerce kadın göz göre göre katledildi. Boğaziçinde ise öğrencileri tarafından üniversite gibi özel güvenliği de olan bir kamusal mekanın sınırları içinde, üstelik protesto amacıyla takip edildiği herkesçe bilinen bir rektör, başvurusundan sadece 4 gün sonra aile mahkemesinden şıp diye koruma kararı aldırabildi. Hukuk, şiddete uğrayan kadınlar için de bu kadar hızlı işleseydi ne güzel olurdu, değil mi!  Ama bunun da ötesinde mahkemenin kararını, öğrencilerin anayasal protesto ve gösteri hakkını hiçe sayan, ayrıca toplumda Boğaziçi eylemlerinin şiddet tehlikesi içerdiğine dönük algı yaratmayı amaçlayan siyasi bir karar olarak yorumluyorum. Yoksa eylemlerin başından bu yana Boğaziçi öğrencileri kime zarar vermiş, kime şiddet uygulamış? Aksine kendileri eylemler boyunca, ve hâlâ, polisin şiddetine ve işkence niteliğindeki muamelelerine maruz kaldılar. 

Geçtiğimiz on yılda kadınların siyasi gündemi belirledikleri pek çok zaman oldu. AKP’yi iktidara taşıyanlar arasında da AKP’ye geri adım attıranlar arasında kadınların aldıkları tutum siyasette önemli bir yer tutuyor. Bununla ilişkili olarak son günlerde muhalefetinin kadınları ilgilendiren pek çok konuyu gündeme getirdiklerini ve sözler verdiklerini görüyoruz. Kadın Dayanışma Komiteleri bunları nasıl değerlendiriyor?

Biz gericiliğin iyisi kötüsü, ılımlısı radikali olmadığını AKP döneminde çok net bir biçimde gördük, görüyoruz. AKP iktidara gelirken “bunlar radikal islamcılar gibi değil” diyerek onu destekleyenler bugün günah çıkartıyor; AKP’nin ülkeyi sivilleştirip özgürleştireceğini iddia edenler bugün otoriterleşmeden dert yanıyor. Bir zamanlar Erdoğan için “Erbakan’dan farklı” diyenler, şimdi de Babacan için “Erdoğan’dan farklı” diyor. Yaşadık gördük, hepsi aynı... O yüzden gerici gericidir ve gericilik varsa kadınlar yoktur; bizim için mesele bu kadar net.

Öte yandan AKP politikalarına alternatif olarak üretilen şeylere, söylenen sözlere baktığımızda popülizm dışında hiç bir şey göremiyoruz. Bir tarafta “analar, bacılar”dan ibaret bir söylem, diğer tarafta “aile kurumuna düşman” İstanbul Sözleşmesinden kurtulduğu için mutlu radikal İslamcılar. Bir yanda eski dostlarına karşı bile kullanmaktan çekinmedikleri aşağılayıcı, cinsiyetçi bir dil, diğer tarafta dinsel referanslarla yapılan laiklik söylemleri... Buradan kadınlara umut çıkmaz.  Çünkü ne laiklikten ne de eşitlikten aynı şeyleri anlıyoruz. “Mutfak kadınların derdi” diyen, çözüm olaraksa ekonomiyi düzelteceğini söyleyen Babacan, kadının yerini hala mutfak olarak görüyorsa eşitlikten bahsetse ne olur? Onların eşitlikten anladıkları kadınların girişimcilikte ve piyasada eşitliği.  Ayrıca iktidarda yer alırken kadın KOBİ’lere destek paketleriyle borç batağına sürüklenen milyonlarca kadını onlar unutmuş olabilir ama biz unutmadık!  CHP’nin her seçim dönemi öne çıkardığı Aile Destek Sigortası da benzer bir anlayışın ürünü. Kadının istihdamının artırılmasına yönelik değil, evde kalması kabulüne yaslanan, kısa vadede göz boyayan ama uzun vadede kadının özgürleşmesine bir katkı koyması mümkün olmayan bir vaat.

Kısaca, bizim 19 yıldır bu gericilikten de piyasacılıktan da yeterince ağzımız yandı; bir kez daha kadınların bunlara mahkum olmasına izin vermeyeceğiz. Bu açıdan Kadın Dayanışma Komiteleri bu süreçte ehlileştirilmiş bir AKP senaryosuna karşı kadınlara gerçek kurtuluşun yolunu işaret etmeye devam edecek.

Son olarak Kadın Dayanışma Komileri bu perşembe günü, 25 Kasım’da sokağa çıkacak mı? Çağrı yaptığınız yerler var mı? 

Evet. Ankara , İstanbul, İzmir, Çorlu ve Çanakkale’de KDK’lar “Şiddetsiz ve sömürüsüz bir düzen mümkün” sloganıyla kent merkezlerinde eylemlerini yapacak. 25 Kasım günü 19:00’da, Ankara’da Kuğulu Park’ta ve İzmir’de ise Karşıyaka’da buluşuyoruz. İstanbul’daki buluşmamız, özellikle genç kadınların hayatlarında çok önemli bir başlık haline gelen kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlere karşı mücadelenin genç kadınlarla birlikte daha da güçlenmesi için saat 17:00’da İstanbul Üniversitesi önünde gerçekleşecek. Çanakkale’de ve Çorlu’da dostlarımızla yan yana eylem yapacağız. Antalya ise geçen yıl öldürülen Azra Gülendam’ın arkadaşlarıyla buluşacağız. Pek çok yerellikte hafta boyunca kadına yönelik şiddet üzerine etkinlikler olacak, filmler izlenecek, tartışmalar yürütülecek. Bunların yanında bu hafta 10’u aşan yerellikte yeni Kadın Dayanışma Komiteleri kuruluyor, Türkiye’de KDK sayısının çok yakın bir zamanda 100’ü bulacağını öngörüyoruz.

Mücadele biz kadınların yaşamında her zaman güncel. Ama bu mücadeleyi tek başımıza vermek zor ve yorucu, birlikte vermekse çok daha kolay. Buradan bütün kadınlara çağrımız, bu 25 Kasım’da tek başımıza değil, örgütlü bir mücadele vermek üzere üniversitelerde, sokaklarda, kent merkezlerinde, KDK etkinlikleri ve yeni kuruluş toplantılarında bir araya gelelim!