İşçi Hikayeleri | Kabil’den İstanbul’a Muhammed Heyderi’nin öyküsü

'Ahırlarda gündüzleri yine idare ediyordum. Ama geceleri çok soğuk oluyordu. Bir tane battaniye verdiler sadece. İsteyemedim ben de kovarlar diye…'

Sancak Yıldız

Savaş, işgal, şiddet ve onları izleyen göç yolları... Böyle bir silsileyle yollara düşüp yaşama tutunmaya çalışan milyonlarca insandan söz ediyoruz, göçmenlerden.

Yoksulluğun yüksek sesle tartışıldığı günlerde, herhangi bir yerde çok kötü şartlarda çalışmaya razı edilmeye zorlanan göçmenler için bu tartışmalardan önce, hayatta kalabilme çabası geliyor.

Linç edilmeden, bombalara yakalanmadan ve yiyecek ekmeği bulacak yer bulup hayatta kalabilmek..

Muhammed Heyderi bu yaşam kavgasına Kabil’den, geçen sene katılanlardan. Bugün işçi hikayelerinde Afgan Heyderi’nin, acımasız savaşla örülü bir yıla sığdırdıklarına tanık olmaya çalışacağız.

Kabilden İstanbula yaşamak için başlayan yolculuk

Muhammed geçen sene Taliban’ın yönetimi ele geçirmesiyle birlikte Kabil’den İstanbul’a uzanan bir yolculuğun içinde buluyor kendisini. 26 yaşındaki Muhammed, Kabil’de baba mesleği olan terzilik ile geçimini sağlıyor, ta ki Taliban barbarlığı kentin sokaklarını kana ve vahşete bulayana dek. İlk başta kalıp evine çekilen Muhammed’in bir akşam kapısı çalıyor. Taliban askerleri içeri girip Muhammed’in babasını alıp götürüyorlar.

Neden peki, baban Taliban karşıtı mıydı?

"Evet, ama bir tek biz biliyorduk. Çok insan karşı, korku var. Silahları var, hiç acımadan öldürüyorlar. Birkaç gün sonra sokağımızın köşesinde 3 kişi ile birlikte ölüleri koyuldu. Öldürdürler babamı.

Beni götürmedikleri için şükrettim. Sonra annemlerle konuşup kaçmaya karar verdim. 6 kişi çıktık yola. Daha Afganistandan çıkmadan paramın yarısını rüşvet verdim."

Babasının sokak ortasındaki naaşını gördüğü anları hiç unutamadığını konuşmamız için bize aracı olan, geçtiğimiz gün göçmen pazarında tanıştığımız Zebib’in söylediklerinden her an anlıyoruz. Babasının o haliyle beraber aynı bombaların altında annesi ve dört küçük kardeşini bırakıp yollara düşen Heyder, bir şekilde İran’a giriyor. İran’ın sınır köylerinde ahırlarda kalmak şartıyla birçok insanın hayvanlarına bakan Heyder koşullar karşısında yeniden yola düşmeye karar veriyor. İran’dan yaklaşık 50 kişilik kafileyle Van sınırına ulaşmayı başaran Heyder o günlerin zorlu anlarını şöyle anlatıyor:

"Ahırlarda gündüzleri yine idare ediyordum. Ama geceleri çok soğuk oluyordu. Bir tane battaniye verdiler sadece. İsteyemedim ben de kovarlar diye… Dayanamayıp bir sabah erkenden gizlice gittim oradan. Türkiyeye gelen çok insan vardı, ben de katıldım.

Vana geçebilmek için Türkiyeden iki kişiye cebimdeki paranın neredeyse tamamını verdim. Ama iki gün boyunca gelmediler gittikten sonra. Sonra öğrendim, dolandırıcı çıktılar. Çok yapılıyor orada bu. Gelenlere sorun, herkes biliyor.’’

Muhammed Heyderi bunca şeyden sonra Van’a girebiliyor ve bir süre sonra merkeze geliyor. Burada tanıdığı bir ailenin sayesinde de şansı yaver gidenlerden oluyor Heyder, tabii buna şans denmesinin sebebi en azından karnının doyacak olması. Çünkü tandıkları gibi bir lokantanın neredeyse her işini yapıp deposunda kalma hakkı elde ediyor karşılığında. Evet, Heyderi’nin Türkiye’deki ilk işi bu oluyor.

Günde 15-16 saat her işi yapmak zorunda olduğu bir çalışma ve karşılığında üç kap yemek, depoda bir yatak..

Göçmen emekçiler ücretten önce bir yer bulup yaşayabilmenin derdinde

Burada yaklaşık dört ay geçirdikten sonra Kabil’den beri ulaşmak istediği İstanbul’a yola çıkıyor Muhammed. Muhammed gibi birçok göçmen Batı illerine doğru gelirken aynı süreçten geçiyor. Çıkış şehrinde otogar çevrelerinde, yol kenarlarında kayıtdışı ayarlanmış ve hiçbir belgeye dayanmayan otobüslerle, tıka basa şehirleri birer engel gibi geçmek zorunda. Zira bu yolcuklar türlü rüşvet pazarlıklarının ve hayati tehlike barındıran yolculukların da fotoğrafını veriyor bize.

"İlk bindiğim otobüse yol kenarından bindik. Otobüsün bagajına kadar insan vardı. Sırayla koltuklara oturarak Ankaraya kadar geldim. Burada polis yakalıyor dediler, gece indirdiler bizi yol kenarında. Sabaha kadar yürüdük. Yürüyerek Ankaradan sonra bir otobüs bulduk. İstanbula geldim, ilk buraya.’’

Terzi olduğun için mi tekstil işine geldin?

‘’İyi terziyim. Babam da iyi terziydi. Bana Vandan buraya geldiğim arkadaşımın tanıdığı yardımcı oldu. Buraya geldim.’’

Peki çalıştığın yerde ne kadar maaş alıyorsun?

"4000 lira. Bir de günde bir kere yemek."

Muhammed Heyderi tekstilden anladığı için iyi ücret aldığını düşünüyor. Aynı evde yaşadığı ve tekstilde çalışan göçmenler arasındaki iyi ücretlerden biri onunkisi.

***

Muhammed’in her şeye rağmen umutları da varlığını hissettiriyor. İşe gelip giderken yol kenarındaki bazı evlerin Kabil’deki bahçelerine benzediğini de söylüyor Muhammed. Aklına evi geldiğinde, birgün annesini ve kardeşlerini de o savaştan kurtaracağı hayali geliyor hep.

İki haftada bir gün tatil yapan Muhammed, günde de 12-15 saat ortalamayla çalışan binlerce göçmen emekçiden biri.

Irkçılığın, kirli bir popülizme yaslanan göçmen karşıtlığının büyüttüğü tek şey daha fazla Muhammed’in patronlar için böylesi bir sömürü fırsatına dönüşmesi oluyor.

Göçmenlerle ülkedeki yerli emekçiler arasında körüklenen kamplaşmanın tek kazananı ise elbette dünyanın kir heybesi olan sermaye sınıfı ve iktidarları oluyor.