Kurda benzetilmek için elle yapılan işaret NATO karargahında kurulmuş faşist çetenin icadıdır. Türkiye’de, İran’da ve başka yerlerde ABD yoksa bozkurt da yoktur.
Hakkı Hacınebioğlu
İran’da, daha önce türkçülük ve bölücülükle suçlanmış bir isim olan Mesud Pezeşkiyan’ın yeni cumhurbaşkanı olması İran Türkleri konusunu Türkiye’de gündeme getirdi. Türkiye’de İran son dönemde devlet ve hükümet destekli artan akademik çalışmalar bir yana, hâlâ yeterince bilinmiyor. Bu bilinmezliğin en iyi örneklerinden biri de İran Türkleridir. İran Türkleri meselesinin pek çok açıdan türkçü-turancı faşizmin canını sıkan bir başlık olması da bunda etkilidir.
İran’ın Türkleri
Azerbaycan konuyla ilgisiz olan pek çok kişi için bir bağımsız ülkenin adından ibaret. Halbuki Azerbaycan, Azerbaycan Cumhuriyeti’ne de ismini veren ve sınırları onu epey aşan bir bölgenin, bir İran ülkesinin adı. Kelimenin kökeni İran’ın kadim dini Zerdüştçülüğün kutsal kitabı Avesta’ya kadar gidiyor. Azerbaycan tarih boyunca İran’ın ana topraklarından olmuş. Yalnızca İran imparatorluklarının kontrol ettiği bir bölge değil, onu var eden ve onun sahipleri arasında olan bir “İranşehr” ülkesi.
İran’daki Türklerin hikayesi ise çok daha yeni. İran’a kitlesel Türk göçleri, sonradan imparatorluğa ismini de verecek olan Selçuklu hanedanı idaresinde, onuncu yüzyılda başladı. İran’ın bu yeni istilacıları Hazar Denizi’nin kuzeyindeki bozkıra hakim olan Oğuz yabgusundan kaçan Oğuzlar’dı. İstilacıların, daha önce sayısız defa, aynı bölgeden İran’a saldıran yarı göçer, çoban ve yağmacı öncüllerinden belirgin bir farkı vardı. Gelenlerin niyeti bu zengin ve mamur ülkeyi yağmalayıp geldikleri yere dönmek değildi. İstilacılar İran’ın uzak sınırlarına gelir gelmez büyük bir isteklilikle İranileşmeye başladılar.
Niyetim bu yazıyı tarih yazısı haline getirmek değil. Bin yıllık bir konuyu ayrıntılarıyla anlatacak değilim. Mümkün olduğunca kısa bir şekilde günümüze geleceğim ama yazının devamı için elzem olan birkaç tarih hatırlatmasını daha vermek gerekiyor.
Bu süreç sonunda kurulan imparatorluğa Selçuklu İmparatorluğu diyoruz. İstilacılar daha en başta İran’da hakim olan dini, İran’da hakim olan mezhebiyle birlikte kabul ettiler. Hanedan ve asker aristokrasi Farsça öğrenmeye gayret etti. Bürokrasi neredeyse tamamen Fars bilgin ve devlet adamlarına bırakıldı. Müslüman Arapların istilasından birkaç yüzyıl sonra İran’da, ilk kez büyük bir imparatorluk doğmuş oldu. Bu Oğuz-Türk gruplarının zamanla Azerbaycan’da yoğunlaştığı görülüyor. Otlakların dağılımı yarı göçer alışkanlıklarını devam ettirenler için doğal bir destinasyon oluşturmuştu.
Günümüz İranı’nı şekillendiren önemli bir meseleye değinerek tarih hatırlatmalarımızı bitirelim. Selçuklular, İran’a geldiklerinde hakim din İslam, hakim mezhep sünnilikti. On beşinci yüzyılda Azerbaycan’ın Erdebil şehrinde kökeni sünni olan bir tarikat, mezhep değiştirerek heterodoks bir şiilik yorumunu benimsedi. Tarikatın müritlerine “kızılbaşlar” deniliyordu. On altıncı yüzyılda tarikatın son şeyhi İsmail hızlı bir şekilde siyasi güç edinmeye başladı. Takipçilerinin neredeyse tamamı Azerbaycan ve Anadolu’dan ona katılan Türklerdi.
Bir dizi mücadele sonunda İsmail ve müritleri İran’a hakim oldular. Artık şah olan İsmail, kızılbaşlığı terk edip İran’da hissedilir bir ağırlığı olan on iki imam şiiliğini benimsedi. Benimsemekle kalmayıp onu tüm İran’da hakim kılmak için kararlı ve sert bir çabaya girişti. Bu aynı zamanda şii din adamlarıyla da ittifak manasına geliyordu. Nihayetinde şiiliğin hakim mezhep olduğu, din adamlarının topraktan elde edilen artı değere Türk asker aristokratlarla birlikte el koydukları, modern öncesi İran doğmuş oldu.
İranlı bir Türk milliyetçiliği
Yirminci yüzyılın ikinci çeyreğine kadar İran’da Türklerin yeri budur. Arap istilasından sonra çöken ve birkaç yüzyıllık bir krizin ardından tekrar doğan İran uygarlığı, Türklerin ve Farsların ortak eseridir. 1925 yılında İran’ın neredeyse bin yıl ve neredeyse kesintisiz süren Türk hanedanlar hakimiyeti son buldu. Yeni şah Rıza Pehlevi, İran’ı modernleştirmek ve ulus inşasını tamamlamak için bir çaba içine girdi.
Rıza Şah ve oğlu Muhammed Rıza Şah döneminde İran’ın Türk geçmişi kararlı bir şekilde reddedildi. Resmi tarih anlatısı Azerbaycan’da yaşayanların Türk olmadığını savundu. Buna göre, onlar islam öncesi İrani bir topluluk olan Azerilerin torunlarıydılar. Türkler, İran’ı istila ettiklerinde Azerileri asimile etmişlerdi. O halde özlerine dönmeleri sağlanmalıydı. Türkçe eğitim yasaklanmakla kalmadı, Türkçenin kamusal alandan ve hatta İran’dan sökülmesi için bir dizi yasaklama getirildi. Türk, artık, fıkralarda cahil, kaba, görgüsüz ve safça karakterlerin ortak adıydı.
Rıza Şah, İran milliyetçiliğinde zamanın ruhuna uyarak radikalleşti. Aryenlerin üstünlüğüne inanan Hitler’e sempati duymaya başladı. İkinci Dünya Savaşı sırasında müttefikler için Rıza Şah tahammül edilemez hale gelmişti. Sovyetler Birliği ve İngiltere ortak bir askeri harekatla İran’ın Hitlerci şahını devirdiler.
Bu harekat ve Kızıl Ordu’nun varlığı İran Türkleri için bir dönüş umudu yarattı. Kızıl Ordu desteğiyle İran Azerbaycanında kurulan Azerbaycan Milli Hükümeti, bölgesel otonomi ve ana dilde eğitim başta olmak üzere ulusal talepler içeren bir program oluşturdu. Kızıl Ordu’nun İran’ı terk etmesi Azerbaycan Milli Hükümeti’nin ulusal talepleriyle birlikte yok olmasına neden oldu.
Muhammed Rıza Şah döneminde Türklerin durumunda bir değişiklik olmadı. Ancak Azerbaycan Milli Hükümeti’nin programı Türk milliyetçiliğinin çerçevesini belirlemişti. Muhakkak okuyucunun dikkatini çekmiştir: ayrılma ve bağımsızlık bu çerçevenin dışında kalıyor. İran’da Türk milliyetçiliği bağımsızlık talebiyle değil, İran’da ulusal kimliklerinin ve İranlılıklarının kabul edilmesi şeklinde var oldu ve devam ediyor.
İranlılıktan neyi kastediyoruz? İran Türklerinin en yaygın milliyetçi sloganlarından biri “Azerbaycanlıyım / Babek’in oğluyum”dur. Babek sekizinci yüzyılda Abbasilere karşı bir isyana önderlik etmiş bir İran ulusal kahramanı. Bu tarihte Türkler henüz İran’da yoktu. Babek, Farslarla yakın akraba olan İrani Azeri topluluğundandı. İran Türkleri, İran devletinin resmi tarih tezinin Türkleri yok saymak için kurduğu anlatıyı kendi karşı argümanları için evrilttiler. İran Türk milliyetçiliğinin yaygın tezine göre ilk çağlardan itibaren Türkler İran’ın bir parçasıydı. Babek bir Azeri/Türk kahramandı.
Türk milliyetçileri için sorun İran ve İranlılık değildir. Türk milliyetçiliği Pehlevilerin onları hakir görmesine, egemen unsurlardan biri olmaktan çıkarmasına tepki olarak doğmuştur. Üstelik Pehleviler döneminde İran’ın kapitalistleşmesinden Azerbaycan ve Türkler bilinçli bir şekilde uzak tutulmaya çalışıldı. Tebriz gibi şehirler Pehlevilere kadar İran ticaretinin ve kapitalizm öncesi sanayisinin kalbi. Buraların yerli Türkleri İran’ın en önemli tüccar ve erken sanayicileriyken, Pehleviler sanayi yatırımlarını tercihen Azerbaycan’ın dışında tuttular.
1979’a, devrime geldiğimizde devrimin tüm paydaşları arasında Türkleri de görüyoruz. Türkler, Pehleviler dönemindeki bütün yok etme çabalarına karşı, İran’ın kaderini tayin eden bu olayda da aktif bir şekilde yer alırlar. Devrim islamcı bir karşı devrime evrildiğinde de önde gelen mollalar arasında epeyce Türk bulunmaktaydı. Onlardan biri olan Ayetullah Ali Hamaneyi İran’ın devlet aygıtının en tepesinde bulunuyor.
Devrim, anadilde eğitim hariç olmak üzere Türklere pek çok hakkı verdi. Türkçe konuşmak, öğretmek, yayın yapmak yasak olmaktan çıktı. Türkler devlet, siyaset, ekonomi gibi tüm alanlarda nüfuslarıyla orantılı ve hatta fazla yer buldular. Molla rejimi, şiiliği Türkleri ve Farsları birleştirmek için bir tutkal olarak kullanmakta oldukça başarılı oldu. Tahminlere göre nüfusun yarısı Fars, yüzde yirmi beş kadarı da Türk. Bu oranlar tüm hikayeyi nüfusun sadece yarısı üzerine kurmaya çalışan Pehlevilerin ne denli gerçek dışı bir şey için boşa kürek çektiklerini gösteriyor.
Kadim ve nadir Türk simgesi
İran Türklerinin milliyetçiliğinin ana çizgisi yukarıda tarif edilmeye çalışıldığı gibidir. İran’ın son cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın İran ve Türkiye’de tartışma konusu olan milliyetçiliği de bu çerçevenin göbeğinde duran bir milliyetçilik. Ayrıca bu, yerelin sorunlarını merkezi siyasete taşımanın da bir yolu. Tebriz’in yerel sorunlarını önce Azerbaycan’ın sonra da ülkenin sorunu haline getirmek için yerel siyasetçilerin uyguladığı bir strateji bir yerde. Pezeşkiyan’ın başına kendisinin de ummadığı devlet kuşu konana kadar o, Tebrizli yerel bir siyasetçiydi. Seçim döneminde bu kimliğini aşmak için epeyce çaba harcadı.
İstisnaların olup olmadığı merak edilebilir. Ayrılıkçı, turancı bir Türk milliyetçiliği örneklerine İran Türkleri arasında hiç mi rastlanmıyor? Yeterince ayrıntılı bakarsak, çoğu İran Türkü için dahi görünmez olan bazı örnekler elbette görebiliriz.
Piruz Dilenci ve Mahmudali Çehregani gibi kendini ABD’ye bir ölçüde pazarlayabilmiş kişiler ve onların bir avuç takipçisinde ayrılıkçı ve turancı bir milliyetçiliğe rastlarız. Ancak bu kimseler ancak ABD’deki bir avuç cahil ve aptal bürokrattan başka çok az kişiyi ikna edebilmişlerdir.
Ve evet, bir milli futbolcunun işgüzarlığı neticesinde gündem olan el işareti, İran’da bu gruplarla bağlantılı bir avuç insandan başka hiçbir Türk için bir anlam ifade etmiyor. Faşistler Tebriz’in bir futbol takımının on yıl önceki bir maçında on-on beş taraftarın görüntüsünü itiraz için kullanabilir. O futbol takımının on yılda bir maç oynamadığını ve videoda sadece on-on beş taraftarının o işareti yaptığını anlamak faşistler için bile kolay olsa gerek.
İran Türklerinin “canavar” dedikleri kurt Moğol, Türk, Hint-Avrupa gibi milletlerin mitolojilerinde rastlanan pek çok hayvandan biridir elbette. Kurda benzetilmek için elle yapılan işaretse NATO karargahında kurulmuş faşist çetenin icadıdır. Türkiye’de, İran’da ve başka yerlerde ABD yoksa bozkurt da yoktur.