İktisadi yıkım sermaye reçetelerinin ürünüdür

AKP’nin olduğu kadar düzen muhalefetinin ‘çözüm reçeteleri’nin de söz konusu olan emekçi halk olduğunda bir anlamı bulunmamaktadır.

Mehmet Tuna Doğan

23 Eylül'de gerçekleştirilen TCMB PPK toplantısında politika faizinin yüzde 19'dan yüzde 18'e düşürülmesiyle başlatılabilecek ve Banka'nın 21 Ekim'deki toplantıda faiz indirimlerine devam edeceği sinyali vermesi ve Banka yönetimindeki görevden almalar gibi bir dizi başka gelişmeyle devam eden sürecin sonunda Türk lirasında bir tur daha değer kayıplarına tanık olduk. Dolar kuru geçtiğimiz haftayı 9,26 civarlarında kapattı ki bu, yılın başına göre kabaca yüzde 25'lik bir yükselişe karşılık geliyor. 

Yaşananların perde arkasında dünya ekonomisinde aşırı artan belirsizlikler ve riskler söz konusuyken içeride de AKP’nin yaşadığı sıkışmaya dönük adımları belirleyici olmaktadır. 

Küresel enflasyon mu geliyor?

Dünya ekonomisi çok ciddi bir enerji krizinin içinden geçiyor. Bunda aşılama ve ekonomilerin yeniden açılması sonrası hızla yükselen talebe arzın yeterli cevabı verememiş olması etkili. Örneğin Avrupa’da doğalgaz fiyatlarında yılbaşından bu yana yaşanan artışta %400’ler dile getiriliyor, benzer bir durum elektrik fiyatları için de geçerli. Bir diğer önemli girdi olan petrolde ise Avrupa tipi ham petrolün (Brent) varil fiyatı geçtiğimiz hafta 85 dolara dayandı, bu da yılbaşından bu yana %60’ın üzerinde bir artış demek. Bu gelişmelerle beraber özellikle Almanya’da ve Çin’de üretici enflasyonu da belirgin artışlar gösterdi. Dünya kapitalizminin bu iki üretim merkezinde yükselen üretici enflasyonu dünyaya da enflasyon olarak yansıyor. 

Avrupa’da sınıf savaşları daha da önem kazanacak

Birçok burjuva iktisatçısı enflasyonun kalıcı olması ve bunun finansal piyasa çalkantılarına neden olabileceği riskleri karşısında emperyalist ülke merkez bankalarını pandemi dönemi genişleyici para politikalarını sonlandırmaya çağırıyor. Şu aşamada başta ABD Merkez Bankası (Fed) olmak üzere, merkez bankaları ise enflasyon riskinin kalıcı olmadığı ve dünya ölçeğinde yaşanan arz-talep dengesizliklerinin sönümlenmesiyle enflasyonun 2022 yılında düşüşe geçeceğini belirtiyorlar. Ancak bu noktada tarihsel bir faktör devreye giriyor: İşçi sınıfı. Burjuva iktisadı Avrupa’da enflasyonda yaşanan artış karşılığında işçilerin de yüksek ücret talep etmesi ve bunu başarmaları durumunda bir ücret-fiyat spiraline girilebileceği ve böylece yüksek enflasyonun kalıcı olabileceği uyarısında bulunuyor, nitekim kimi burjuva iktisatçılarının bu çerçevede Almanya’da başlayan grevlerden ciddi endişe duyduğu görülüyor (bkz. Financial Times). 

Tüm çalkantının içinde Türkiye

Tüm bu kaotik ortamın net enerji ithalatçısı Türkiye’yi de etkilememesi düşünülemez. Nitekim enerji maliyetlerinde yaşanan artış gıdadan diğer birçok temel tüketim mallarına kadar önemli fiyat artışlarına neden oluyor/olacak. Halkımızın beslenmekten, ısınmaya kadar birçok alanda daha da zorlanacağı bir döneme doğru ilerliyoruz. Buna ek olarak burjuva iktisadı denen ve (Sayın Serdal Bahçe’nin de altını çizdiği gibi1) artık bir tür dogmaya dönüşmüş sistemde enflasyonun belirli düzeyde istikrarlı seyretmesi (örneğin Türkiye için %5) uluslararası sermayenin kârının sigortasıdır. Bu dogma içerisinde merkez bankaları da faiz kararlarıyla uluslararası sermayenin kârının bekçiliği rolü ile öne çıkar. 

Meselenin düğümlendiği temel noktalardan birisi budur. Nitekim uluslararası sermaye ve onun iktisadi memurları ile çıkarları uluslararası sermaye ile daha fazla örtüşen sermaye kesimleri için en büyük öncelik faizlerin gerektiği kadar artırılarak enflasyonun kontrol altında tutulmasıdır. Diğer yandan AKP bu denli riskli bir küresel ortamda ve içeride enflasyon hedefin 4 katı düzeyindeyken değil faiz artırmak tersine faiz indirimi yapmaktadır. Atılan adımın Türk lirasını daha da değersizleştireceği açıktır. Ancak bu adım ana akım burjuva iktisadının dogmalarında öngördüğü gibi “liyakatsizlikten”, “iş bilmezlikten” kaynaklanmamaktadır. Adlı adınca sonuçları önceden bilinen/kabul edilen bir tercih söz konusudur. 

'Avrupa’nın Çin’i olacağız' rüyaları ya da emekçilere çok daha büyük saldırıların ‘müjdesi’

Son PPK toplantısı ve sonrasında gelen birçok açıklamada dikkat çeken bir nokta vardı ve çokça tartışıldı. Merkez Bankası enflasyonu düşürmek için faiz kanalı dışında alanlara odaklanacağını belirtiyordu. Buna göre artan ihracatın yanı sıra TL’deki aşırı değersizleşmenin ithalat talebini zayıflatması ile cari denge iyileşecek, bunun sonucunda lira üzerindeki baskı azalacak ve enflasyon düşüşe geçecek. 

Bu noktada TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın Merkez Bankası’ndaki tasfiyeleri değerlendirdiği röportajında AKP’nin bir sıkışma içerisinde ve zaman kazanma çabasında olduğu tespitleriyle beraber şu ifadelerini açıklayıcı buluyoruz: “Sıkışmanın biçimsiz hale getirdiği bu tür adımlar ise toplamda ekonomide dizginlerin yeniden ele alınacağı ve Erdoğan'ın kendince ekonomide oyun kurma yeteneğini kazanacağı bir döneme yatırım olarak da düşünülüyor belli ki.”

“Dünyada arz-talep dengesizliklerinden kaynaklanan çalkantı geçicidir, biraz daha dayanmamız gerekmektedir. Ondan sonra Avrupa pandemiden aldığı deneyimle tedarik zincirlerini uzak Asya’dan bu coğrafyalara kaydıracak, biz de dolar ve Euro cinsinden bedava hale gelen asgari ücretimizle Avrupa’nın yeni üretim ve ihracat üssü olacağız…” Türkiye’nin kırılganlıkları ve AKP’nin sıkışması kaynaklı, bu süreç doğrusal ilerlememekte, AKP ilk bakışta birbiriyle çelişiyormuş gibi görünen adımlar atmaktadır. Ancak yine de özetle Erdoğan, ücretlerin daha da baskılandığı ve köleliğin daha da derinleştirildiği bir ihracata dayalı birikim rejimi hayali içerisindedir.

Merkez Bankası dışında, Orta Vadeli Program’da ilk kez %5’lik resmi enflasyon hedefinin orta vadeli hedeflerde yer almaması, büyüme hedefinin önceliklendirilmeye devam etmesi ve faiz indirimlerine rağmen başka araçlarla tüketici kredilerinin baskılanacağı ve kredi arzında üretken sektörlere ağırlık verileceği gibi adım ve sinyaller de bu senaryoyu güçlendirmektedir. Bunun gerçekleşip gerçekleşemeyeceği, başta dış politika olmak üzere daha birçok alandaki gelişmelere bağlıdır, ancak bundan bağımsız olarak yapılan emekçi halka daha vahşi sömürü koşullarının ‘müjdesini’ vermektir. 

Düzen muhalefetinin konumu: Buradan emekçi halkın yararına hiçbir şey çıkmaz!

Son olarak gelişmelerde düzen muhalefetinin konumuna ilişkin kısaca bir şeyler söylemek gerekirse, Kemal Kılıçdaroğlu’nun TCMB’ye sürpriz ziyareti sonrası söylediği şu cümlelerin oldukça çarpıcı olduğunu düşünüyoruz: “Burası bağımsız bir kurum. Fiyat istikrarından sorumlu olan bir kurum. Kurumun bağımsızlığı sadece bizim için değil dünya finans piyasaları için de son derece değerli ve önemli.” 

Kılıçdaroğlu özetle AKP’nin karşısına AKP’nin ilk yıllarını koymakta ve iktidara gelmeleri durumunda uluslararası sermayenin çıkarlarına bağlı kalacağı taahhüdünü vermektedir. AKP’nin olduğu kadar düzen muhalefetinin ‘çözüm reçeteleri’nin de söz konusu olan emekçi halk olduğunda bir anlamı bulunmamaktadır, emekçi halkınsa giderek ağırlaşan koşullar içerisinde kendi seçeneğini üreteceğine güvenimiz tamdır. 

 

  • 1. Modern Burjuva İktisadı: Beka Sorunu Karşısında Boş Temenniler, Kifayetsiz Tespitler, Serdal Bahçe, Praksis sayı 54