HSK uzlaşısı: 'Siyasal iktidarın yaşamını devam ettirme, ona payanda olma dışında işe yaramıyor'

Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı'nın HSK uzlaşması tepki çekerken, eski Anayasa Mahkemesi raportörü, soL yazarı Ali Rıza Aydın, düzenlemeyi soL'a değerlendirdi.

Haber Merkezi

Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı'nın HSK uzlaşması geçtiğimiz günlerin tartışma konusu olan başlıklarından biri olurken, eski Anayasa Mahkemesi raportörü ve soL yazarı olan Hukukta Sol Tavır Derneği Başkanı Ali Rıza Aydın, düzenlemeyi soL'a değerlendirdi.

Aydın, "Yani üç üye için pazarlığın ne HSK oluşumu içinde anlamı var ne de düzen içi siyaset içinde. Birkaç siyasal partinin misyon üstlenmeye kalkışması, siyasi iktidarın isteklerini karşılama ve bu kadar bunalıma, çürümeye karşın siyasal iktidarın yaşamasını devam ettirme, ona payanda olma dışında işe yaramıyor" dedi.

Aydın'ın düzenlemeye ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

'12 Eylül yargısı, darbenin yapılış amacına ve neoliberalizme uygun olarak biçimlendirildi'

2017’ye kadar HSYK, sonra HSK; yargının, yargıç ve savcıların yönetim ve denetiminin kuruluş ve mesleğe kabulden kaldırılma ve görevden uzaklaştırmaya kadar tüm alanlarının beyin odası olan bir Kurum. Bir 12 Eylül kurumu olarak 1981’de yargı dünyasına girdi ve oradan 1982 Anayasasına taşındı. Anayasanın yaratma değil yansıtma belgesi olduğuna dair tipik örneklerden biri. 1982 Anayasasındaki özün hali, “yetmez ama evet”çilerin desteğiyle müdahale edilen 2010 Anayasa değişikliğine kadar sürdü. Sonra da 2017 değişikliği geldi.

12 Eylül yargısı, darbenin yapılış amacına ve neoliberalizme uygun olarak, adında bağımsız olan ama özünde siyasal iktidara bağımlı bir yargı olarak biçimlendirildi. Asıl amaçsa hukukun neoliberalizme uyumlu hale getirilmesinin koşutu olarak yargının da uyumlu hale getirilmesiydi. Hukukun sınıfsallığından ve sermaye sınıfının baskı ve kamusal kaynakları paylaşım aracı olarak görev üstlenmesinden ayrı, hiç olmazsa hak arama özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını evrensel ilkelere uygun yerine getiren bir yargı kapitalizmin de emperyalizmin de işine yaramayacaktı. İşte 12 Eylül yargısı bu sorunu çözmeye yönelik biçimlendi sermaye yönünden. 

2010 öncesine kadar Anayasa ve pozitif hukukla sık sık oynanmasına karşın yargının beyin odasıyla oynanmadı ama artık hem iktidarını uzun ve sorunsuz sürdürme yönünden AKP hem de doğayı ve emekçi halkı daha rahat denetim altında tutma yönünden sermaye, engelleri temizleyecek daha sorunsuz bir yargı istiyordu. 2008 ve sonrası başlayan HSYK ve yargı krizinin ilişkileri 2010 Anayasa değişikliğine yansırken her zaman olduğu gibi yine içi boşaltılmış “demokrasi “ ve “seçim”e sığınıldı. “Yetmez ama evetçileri”n bir kesimi ilk şoku -bugünkü gibi pazarlıklarla- aday belirlemede yaşarken, büyük kesimi Adalet Bakanlığının –daha yerinde tanımla AKP’nin- o zamanki asıl ve yedek üye toplamı olan 16 üyeyi ele geçirmesiyle, 16-0’lık sonuçla yaşadılar.

2010 Anayasa değişikliklerinden 2017 değişikliklerine gelindiğinde, artık başkanlı rejimin yargısına geçiş ihtiyacına göre şekillenmeliydi HSK, öyle de yapıldı. Yine pazarlıklar sürüyor. 2 tabii üye, 4 CB tarafından seçilme olmak üzere 13 üyenin 6’sı kasada iken TBMM tarafından seçilecek 7 üyenin 4’ünü iktidar (cumhur) ittifakına bırakmak zaten başlı başına bir sorun. Bir başka sorunsa muhalefet (millet) ittifakının bileşimi; kalan 3 üyenin Deva ve Gelecek Partileriyle de adı geçen o (CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi) bileşimiyle nasıl dağılacağı” bilinmez değil. Bir başka sorun ittifaklar içinde olmayan HDP ve diğer Meclis içi siyasi partilerin pazarlık dışına itilmesi. Meclis içi durum böyleyken Meclis dışı, düzen içi siyasi partilerin yok sayılmasına zaten alıştırdılar. Bunun adına da demokrasi diyorlar.

'Evet pazarlıkla biçimleniyor yargı ama pazarlık içerde'

Bu kaotik ortam içinde HSK üye adaylarının doğrudan Meclise başvuruları ve seçim kulislerinin zaten egemen siyasetin göbeğine taşınan yargıyı ne duruma getireceği açıkça ortada.

Bütünüyle siyasetin, hukukun ve yargının içine itildiği bu batak HSK yönünden zaten HSYK olarak kurulduğu ve HSK olarak devam ettiği otuz yıldır değişmez iki üye tarafından kontrol altında tutuluyor: Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı (Kurumsal yapılar değiştiği ve müsteşarlık kaldırıldığı halde Anayasa’da durduğu için müsteşar diyoruz). Sermaye düzeninin ve siyasi iktidarının yargı üzerindeki söz ve karar sahipliğini Kurum içinde bu ikili yürütüyor. “Siyaset bağlantısı burada ve sağlam, gerisi teferruat” diyorlar. "Gerisi göstermelik" de denilebilir.

Evet pazarlıkla biçimleniyor yargı ama pazarlık içerde. Öyle, içinde birden çok siyasal parti olan iki ittifakın pazarlığı olarak bakılamaz duruma. Bu egemen siyasetin iç pazarlığıdır. Konuya pazarlık ve paylaşımdan daha geniş daha genel değerlendirmek gerekiyor.

“Siyaset toplumsal ilişkilerin ürünüyse uzlaşmanın yanlışlığı nerede” diye geçiştirilemez. Bir, düzen içi siyasetten söz ediyoruz. İki, düzen içi siyasetin Meclis için olanından söz ediyoruz. Üç, Meclis içi olanın da hepsinden söz edemiyoruz. Yargıyı bu sömürücü yapının siyaseti düzenleyemez. Görüldüğü gibi uzlaşma, bırakalım düzen içindeki tüm partileri, Meclis içindeki partilerin bile tamamını kapsamıyor.

'Siyasal iktidarın yaşamasını devam ettirme, ona payanda olma dışında işe yaramıyor'

Yani üç üye için pazarlığın ne HSK oluşumu içinde anlamı var ne de düzen içi siyaset içinde. Birkaç siyasal partinin misyon üstlenmeye kalkışması, siyasi iktidarın isteklerini karşılama ve bu kadar bunalıma, çürümeye karşın siyasal iktidarın yaşamasını devam ettirme, ona payanda olma dışında işe yaramıyor.

Bir şey kesin. Sömürücü düzende adalet için ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin, ne kadar adil yargılanma hakkı konusundaki zaaflar ve sapmalar düzeltilirse düzeltilsin bu olumlu adımlar kalıcı kılınamıyor. Hatta orta vadeye dahi uzanamıyor. Kısa vadede egemen sermaye sınıfının ve siyasetinin müdahalesi geliyor.

En acil adım, en kalıcı adım olmak zorunda. Bunu ne siyasal iktidar ittifakı ne de düzen içi muhalefet ittifakı sağlayabilir. Sonu, her seferinde hüsranla sonuçlanan seçimler ya da Anayasa değişiklikleri gibi olur. Arkasından da her seferinde umut olarak yeniden seçim, yeniden anayasa deniliyor. Kısır döngü sürüp gidiyor. Bunun içinde yargı sistemi tek başına iyileştirme parçası olamaz ki… Olsa da emekçi halkın, sömürülenlerin hakkını arayacağı ve adil yargılanacağı yargı olmaz ki…

Güncel iki konudan örneklersek; Haziran Direnişi davalarını hamur yaparak, Direnişe katılan halkı yargılama iddianamesine evet diyen yargı, savunmayı yargı sacayağı dışına iten yargı “mafya, tarikat, cemaat, siyaset, devlet” çokgenini çözmeye adım atamaz.   

Yargı iyileşiyor diye halk kandırılmış olur ve dahası iyileşti denilen yargı emekçilerin hak ve özgürlük gasplarını onaylarken, kamusal alanın ve doğanın işgalini ve tahribatını onaylarken adalet dağıtıyor gibi gözükür. Yargı, tıpkı hukuk gibi sınıfsallığı sürdükçe siyasal iktidarlar değişse bile sermaye sınıfının hizmetinde olmaya devam edecektir.

Nitekim mücadeleci siyasetin içinde, direnme hakkının yakınında olmayanların “artık hak aranacak, adil yargılama yapacak, adalet dağıtacak bir yargı kalmadı” saptamaları, yakınmaları ve eleştirileri çoğalırken düzenin de hedef alınıyor olması önemlidir.     

'En acil adım bu düzen değişmeli diyen siyasette örgütlenmeyi hızlandırmak'

En acil adım, “bu düzen değişmeli” diyen “düzen içi” olmayan sol, sosyalist, komünist siyasette örgütlenmeyi hızlandırmaktır. En acil adım, bu örgütlenmeyle sömürücülerin hırsızlıklarını, cinayetlerini, katliamlarını, işgallerini, yolsuzluklarını, tahribatlarını, emekçi halka karşı yapacakları her şeyi örgütlü mücadeleyle, toplumsal denetimle, toplumsal söz ve karar sahipliğiyle durdurmaktır.