Holdinglerin yön verdiği eğitimde 'model' tartışmaları: Örgün lise eğitimi tasfiye ediliyor

Patronlar kulübü ve bakanlık el ele verip milyonlarca öğrenciyi örgün eğitimin dışına itmekte kararlı. 4+4+4'ten bu yana isimler, biçimler farklılaşsa da eğitim sistemi hep aynı doğrultuyu gösteriyor.

Umut Araz

Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Ömer Faruk Yelkenci'nin mesleki teknik eğitimde niteliği artırmak için 4+4+4 sisteminin son dört yılının yani lise düzeyinde eğitimin yeniden ele alınması gerektiğine yönelik sözlerinin ardından birçok mecrada 4+4+4 eğitim modelinin değişeceği yazıldı ve şimdiden kimi alternatif modeller tartışılmaya başlandı.

Türkiye, eğitim sisteminde durmadan değişiklikler yapılmasına alışkın bir ülke artık. Sistemin hem içeriğine hem de biçimine dair yeni değişiklikler sürekli gündeme geliyor. Eğitim sisteminin yapboza dönüştüğü yönündeki benzetmeler de fazlasıyla haklı. Hatta sermaye düzeninin elindeki bu yapboz öyle hızlı oynanıyor ki baş dönmesine yakalanmamak neredeyse imkansız. Ancak bu baş dönmesini aşmaya ve yapboz parçalarının işaret ettiği bütünü görmeye ihtiyacımız var.

Göreve başlayan her yeni Milli Eğitim Bakanı ile eğitim politikalarının değiştiği söylense de bugünkü tablo, altında farklı isimlerin imzası bulunan uygulamaların aynı amaca hizmet ettiğini gösteriyor. Sermaye düzeninin elindeki yapbozun bütün parçaları, Türkiye'de devlet okullarını ucuz ve itaatkar iş gücü yetiştiren fabrikalara dönüştürmek ve emekçi kesimleri örgün eğitimin dışına itmek doğrultusunda birbirini tamamlıyor.

4+4+4'ü ve yeni model tartışmalarının merkezinde olan mesleki eğitim politikalarını yukarıda altını çizdiğimiz perspektifle ele almalıyız.

Örgün eğitimin tasfiyesinde 4+4+4 nasıl bir rol oynadı?

4+4+4 eğitim modeli 12 yıl önce, 2012-2013 eğitim döneminde hayatımıza girdi. Bu değişiklikten önce zorunlu eğitim 5 yıllık ilkokul ve 3 yıllık ortaokul eğitiminden oluşan kesintisiz 8 yıllık ilköğretim sürecini kapsıyordu. 4+4+4 ile eğitim sistemi; okul öncesi, ilkokul ve ortaokuldan oluşan 4+4 yıllık ilköğretim, 4 yıllık ortaöğretim (lise düzeyi) ve yükseköğretim şeklinde beş temel kademeye ayrıldı. Bu beş kademenin 4+4+4 olarak bilinen 12 yıllık üç kademesi zorunlu eğitim kapsamına alındı.

Modelin ilk mezunlarını verdiği günümüzde, bu kademeli yapının örgün eğitimi zayıflatmış olduğu nesnel verilerle de doğrulanıyor.

12 yıl önce ilkokul birinci sınıfta kayıtlı olan öğrenci sayısı 1 milyon 870 bin 715 olsa da bunlar arasından 2024 yılı YKS sınavına girenlerin sayısı 1 milyon 93 bin. Aradaki fark yüzde yüzde 41,57 oranına tekabül eden 777 bin 715 öğrenci. Bu öğrenciler zorunlu eğitimin son aşaması olan YKS düzeyine gelmeden eğitimin dışına çıktılar, sınıf tekrarına kaldılar ya da hak sahibi olmalarına rağmen sınava girmediler. MEB verilerine göre de kademe ilerledikçe okullaşma oranı* azalıyor: İlkokul okullaşma oranı yüzde 95, ortaokul yüzde 91 ve ortaöğretim yüzde 87,9.

Okullaşma oranındaki bu azalmada, örgün eğitim kurumlarının çeşitli nedenlerle cazibesini yitirmiş olması önemli bir etkiye sahip. Sistemin plansız yapısı ve eğitimin her geçen gün zayıflayan niteliği, okula gitmenin zaman kaybı olarak görüldüğü bir yaklaşımı toplumun geniş kesimlerine yaymaya devam ediyor. 4+4+4'ün kademeli yapısı da bir kaçış rampası olarak işlev görüyor.

AKP açısından ise ortada bir arıza yok. Tersine bugün örgün eğitime yönelik ilginin ve inancın azalmış olması, mesleki eğitim politikaları aracılığıyla eğitimi sermayenin ihtiyaçlarına entegre etmeyi meşrulaştırmak için kullanılıyor. 

TÜSİAD, AKP'nin mesleki eğitim politikalarına nasıl yön verdi?

Mesleki-teknik eğitim kurumlarının ortaya çıkışı tarihsel olarak sanayinin ve kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimine dayanıyor ve bu kurumlar piyasanın ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte iş gücünü yetiştirmek üzere işliyor. Mesleki-teknik eğitimle yetiştirilen kalifiye iş gücü, kapitalistler için mevcut teknolojik ve teknik imkanların en verimli şekilde kullanılması yoluyla üretimde verimliliği artırıyor ve bu ihtiyacı en ucuz maliyetle sağlamak sermayedarların rakipleri karşısında daha avantajlı bir konuma sahip olmasını sağlıyor.

Türkiye kapitalizmi için de Batı ülkeleriyle karşılaştırıldığında çok daha düşük maliyetli ve bölgedeki diğer ülkelere kıyasla çok daha nitelikli genç iş gücü kaynaklarına sahip olmak, her zaman kritik önemde oldu. AKP'nin iktidara geldiği günden itibaren mesleki eğitim alanında attığı bütün adımlara da Türkiye sermayesinin bu arayışı yön verdi.

Bu açıdan Koç'un ve Sabancı'nın başını çektiği patronlar kulübü TÜSİAD tarafından 1999 yılında hazırlanan "Türkiye'de Mesleki ve Teknik Eğitimin Yeniden Yapılandırılması" başlıklı rapor oldukça dikkat çekici. Odağında mesleki eğitim yapısındaki idari sorunlar, sektör-okul iş birliği ve MESEM'lerin sisteme entegrasyonu bulunan rapor yeni bir model önerisi yapıyor: "Önerilen yeni modelde, örgün eğitim kadar sürekli eğitim de önem taşımaktadır. Bugün çıraklık eğitimi ve halk eğitimi olarak ayrı çatılar altında yürütülen çalışmalar birleştirilerek daha esnek bir anlayışla yeniden ele alınmalıdır". 

TÜSİAD'ın 1999 yılında dile getirdiği bu talepler, AKP'nin iktidara gelişiyle birlikte fazlasıyla hayata geçti. Hatta AKP tarafından atılan adımlar kimi zaman "sosyal proje" kılıfıyla doğrudan holdingler tarafından desteklendi. "Meslek Lisesi Memleket Meselesi" sloganıyla 2006 yılında Koç Holding tarafından başlatılan "Mesleki Teknik Eğitimi Özendirme Programı" bu konunun en sembolik örneklerinden oldu. Yetmedi bizzat holdingler okullar inşa ettiler, ucuz iş gücüyle ağzı sulanan emperyalistler MEB'e milyarlarca liralık AB fonları aktardılar, mesleki eğitimin genişlemesine yönelik bütün adımları alkışladılar, hep daha fazlasını talep ettiler...

Mesleki eğitim bugüne nasıl geldi?

Günümüzde ortaöğretim düzeyinde örgün mesleki eğitim; mesleki ve teknik anadolu liseleri, mesleki açık öğretim liseleri ve geçmişte çıraklık okulları olarak bilinen Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) aracılığıyla sürdürülüyor. 

Bu mesleki eğitim yapısı, AKP'den önce daha parçalı bir yapıya sahipti. Örneğin meslek liseleri her sektörün kendi ihtiyaçları doğrultusunda ilgili bakanlıklarla yaptığı ortaklıklar doğrultusunda faaliyet gösteriyordu. Sağlık Bakanlığına bağlı Sağlık Meslek Liseleri, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Turizm Meslek Liseleri gibi… 2006 yılında yapılan düzenlemeyle tüm örgün mesleki eğitim kurumları, Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı. 

2011 yılında MEB bünyesinde Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü'nün (MTEGM) kuruluşuyla da meslek liselerinden sorumlu birimler tekleştirildi. 

2014 yılında da okul türü azaltıldı ve program çeşitliliği sağlandı. Sağlık Meslek Lisesi, Turizm Meslek Lisesi gibi okul türleri, Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak tekleşti, bu okullarda Anadolu Teknik ve Anadolu Meslek olmak üzere iki farklı program türü uygulanmaya başlandı. 

Anadolu teknik programında toplam 6692 ders saatinin yüzde 73'ünü akademik dersler, yüzde 22'sini meslek dersleri, yüzde 5'ini iş yeri stajları oluşturmakta. Anadolu Meslek Programı’nda ise toplam ders saati 6372'dir ve bu derslerin yüzde 47'sini akademik dersler, yüzde 40'ını meslek dersleri ve yüzde 13'ünü iş yeri stajları oluşturmaktadır. 

Anadolu Teknik Programı’nda öğrenciler genelde yaz aylarında toplam 40 gün staj yaparken Anadolu Meslek Programı kapsamındaki öğrenciler 12. sınıfa geldiklerinde haftanın 3 günü iş yerine 2 günü okula gidiyorlar.

Meslek lisesi programlarıyla karşılaştırıldığında MESEM'lerdeki eğitim programı ise sermaye açısından çok daha avantajlı bir yapıya sahip.

Toplam 6048 ders saatinden oluşan MESEM programının yüzde 11'ini akademik dersler, yüzde 13'ünü meslek dersleri, yüzde 76'sını iş yeri stajı oluşturuyor. Yani MESEM'leri Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nden ayıran en temel özellik, öğrencilerin eğitim sürecinin çok büyük kısmında iş yerlerinde çalışıyor olması. Bu program kapsamındaki öğrenciler haftanın 4 günü iş yerlerine, 1 günü okula gitmekte. 11. sınıfı tamamlayan öğrencilere kalfalık, mezuniyet sonrasında ise ustalık belgesi veriliyor. 9, 10, 11. sınıftaki çırak öğrencilere asgari ücretin yüzde 30'u, 12. sınıf öğrencilerine asgari ücretin yarısı tutarında ücret ödeniyor.

AKP, sermayenin bu avantajdan yararlanması için attığı adımları 2016 yılından itibaren hızlandırdı.

Sermayenin hayaliydi, gerçek oldu: MESEM

MESEM'ler geçmişte bir yaygın eğitim kurumu olarak faaliyet göstermekteydi ve lise eğitimine denk bir statüye sahip değildi. Yani MESEM mezunları, örgün eğitim veren liselerden mezun olan öğrenciler gibi lise diplomasına sahip olamıyordu. 

Milli Eğitim Bakanlığı koltuğunda İsmet Yılmaz'ın oturduğu 2016 yılında, 6764 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'da değişiklik yapıldı ve MESEM'ler MTEGM'ye bağlanıp örgün eğitim kapsamına alındı. Böylece esasında bir yaygın eğitim kurumu olan MESEM'lerin zorunlu örgün eğitimin yerini alacağı süreç başladı. 2016 yılındaki bu düzenleme, MESEM mezunlarının Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenen fark derslerini açık öğretim yoluyla tamamlamaları durumunda bu kişilere Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi diploması verilmesini öngörmüştür. 

Ancak bununla yetinilmedi. Ziya Selçuk'un Bakan olduğu 2019 yılında bu konuda tekrardan bir düzenleme yapıldı. Yeni düzenlemeyle lise diploması alınması için zorunlu olan fark dersleri MESEM’lilerin haftada 1 gün gittiği okullarda verilmeye başlandı.

Süreç burada da durmadı. Mahmut Özer'in Bakan olduğu 25 Aralık 2021 tarihinde 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu'nda değişiklik yapıldı ve MESEM öğrencilerine ödenen ücretler artık tamamen devlet tarafından karşılanmaya başlandı. 12. sınıftaki kalfa öğrencilere ödenen asgari ücretin yüzde 30'u oranındaki ücret de asgari ücretin yüzde 50'sine yükseldi. 

Bu düzenlemenin ardından dönemin Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın MESEM’li öğrenci sayısını 1 milyona ulaştırma hedefiyle MEB'i görevlendirdiğini ifade etti. Bu süreçte kamunun bütün kaynakları MESEM propagandası için seferber edildi. Örneğin AKP'li Gaziantep Şahinbey Belediyesi MESEM öğrencilerine aylık 500TL "destek" verileceği duyurdu. Mevcut Mesleki ve Teknik Anadolu Liselerine bağlı yeni MESEM'ler kuruldu ve öğrenciler okul idarecileri tarafından MESEM'lere geçiş yapmaya yönlendirildi.

Kimi zaman farklı eğitim politikaları uyguluyor gibi görünseler de Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturan bütün bakanlar, mesleki eğitimdeki öğrenci sayısının artışı ve bu süreçte sermayenin "maliyetlerini azaltmak" için çalıştılar ve devletin bütün olanaklarını kullandılar. İsimler değişti ancak TÜSİAD'ın hayalleri gerçek olmaya devam etti.

Şimşek politikalarına kardeş: Eğitimde Yusuf Tekim politikaları

Mayıs 2023 Genel Seçimlerinden sonra Yusuf Tekin'in Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasıyla AKP'nin eğitim alanında hedeflediği dönüşüm yeni bir evreye taşındı. Aynı süreçte ekonomide Mehmet Şimşek politikalarıyla beraber yoksullaşma derinleşiyor ve Türkiye'de liseli işçi olmak adeta bir normale dönüyordu. Eğitim-sanayi ilişkisinin güçlendirilmesi, MESEM'lerdeki öğrenci sayılarının artırılması, fabrikalara entegre okul modellerinin geliştirilmesi ve mesleki eğitime başlama yaşının düşürülmesi ekonomideki Mehmet Şimşek politikalarının kardeşi olarak hayata geçmeye başladı.

2023-2024 Eğitim Dönemi boyunca sermaye temsilcileri mesleki eğitime dair yeni taleplerde bulunurken iş yerlerinde üst üste liseli işçi ölümleri yaşanıyordu. Özellikle 2018-2019 eğitim yılından itibaren MESEM'lerdeki öğrenci sayısı büyük bir hızla artarken geçtiğimiz eğitim yılında 9 MESEM'li ve meslek liseli işçi hayatını kaybetti.

Uzmanların mevcut mesleki eğitim politikalarının çocuk işçiliğini teşvik ettiği yönündeki uyarılarına rağmen Yusuf Tekin Bakanlığındaki MEB 10 Ağustos 2024 tarihinde "Mesleki ve Teknik Eğitim Politika Belgesi"ni kamuoyuyla paylaştı. Türkiye'nin çocuk nüfusu ve çalışma çağındaki nüfus açısından "fırsatlarla dolu" olduğunu ifade ederek başlayan bu rapor, mesleki eğitim yapısında yeni bir dönemin açıldığının resmi ilanı olarak görülmeli. 

Bu raporla birlikte "zanaat atölyeleri" uygulamalarıyla mesleki eğitimin 7. ve 8. sınıfa kadar ineceği ve yeni okul modelleriyle sistemin sermayenin ihtiyaçlarıyla tam entegre şekilde işlemeye devam edeceği duyuruldu.

Yine raporda bahsi geçen bölge, ihtisas, sektör içi, sektöre entegre mesleki eğitim okulları da bugün pilot illerde hayata geçmeye başladı. Bu farklı modeller, özünde okullardaki eğitim programlarını sermayenin doğrudan müdahalesine açacak ve okullar özel şirketlerin uzantısı gibi yönetilecek.

2024-2025 eğitim-öğretim yılının açılışında Yusuf Tekin, mesleki eğitimi bir "milli sorumluluk" olarak gördüğünü ifade etmişti. Bu konuşmadan kısa süre sonra "mesleki ortaokulların" eğitime başlayacağı MEB tarafından ilan edildi. Yusuf Tekin'in holdinglere karşı duyduğu ve "millilik" kılıfına sıkıştırdığı sorumluluk gereği daha önce 14 olan mesleki eğitime başlama yaşı böylece 10-11 yaşına kadar indirildi. 

Tüm bu sürece açık öğretimdeki öğrenci sayısının günbegün artması eşlik etti. Plansız örgün eğitim yapısında açık öğretim, yükseköğretime geçiş sınavlarına hazırlık yapan öğrencilerin "verimsiz" okul eğitiminden kurtulmasının aracına dönüştü. Diğer yandan yoksulluğun derinleşmesi ve eğitim sisteminin çöküşü, okula gitmek yerine işe gitmeyi tercih edilir kıldı ve açık öğretime geçiş hızlandı. Buna medreselerde tarikatların verdiği şeriata dayalı eğitimin öğrencileri açık öğretime kaydederek sürdürüldüğünü de ekleyebiliriz. Bugün açık öğretimdeki öğrenci sayısı 1 milyonu aşıyor ve toplam öğrenci sayısının yüzde 6,5'ine tekabül ediyor.

Sermaye örgün lise eğitimini tasfiye ediyor

Bugün üniversitelerin bilim değil işsiz insan üreten kurumlara dönüşmesi, üniversite öğrencilerinin sahip olduğu beslenme ve barınma gibi bütün kamusal hakların tasfiyesi, her yere üniversite açılması, yükseköğretimin niteliğini gittikçe zayıflatıyor. Diğer yandan liselerden üniversitelere geçişteki sınav sistemlerinin milyonlarca öğrenciyi psikolojik sorunlara boğan bir plansızlıkla yürümesi, yükseköğretimin cazibesini yitirmesine neden oluyor. Kaos halini alan bu yapıda mesleki eğitim okulları bizzat devlet tarafından kurtuluş olarak pazarlanıyor.

"Öğrencilere meslek kazandırıyoruz, herkesin kolunda bir altın bilezik olacak" gibi sözlerle meşrulaştırılan mesleki eğitim, anlatılanın aksine ara eleman ihtiyacını gidermeye odaklanan bir anlayışla yürütülüyor. Öğrenciler mesleki eğitim okullarında piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda kimi teknik beceriler kazanırken matematik, fen gibi birçok alanda temel bilgilerden yoksun olarak yetiştiriliyor. Buna kazanılan teknik becerinin yalnızca üretimin belirli evrelerine odaklanan bir içeriğe sahip olması eklenince ortaya sınırlı teknik yetkinliğe sahip, mesleğine yabancılaşmış ve soyutlama becerisi oldukça zayıf bir öğrenci profili çıkıyor. Diğer yandan "fütüvvet ehli nesil" gibi söylemlerle boca edilen dinselleşme yoluyla mesleki eğitim öğrencileri tarikatçı bir ideolojik kuşatmayla karşı karşıya kalıyor.

Özetle Türkiye kapitalizmi, eğitim sisteminde kendi yarattığı kaosu örgün lise eğitimini tasfiye etmek ve Türkiye'yi milyonlarca liselinin sermayeye teslim edildiği bir ucuz iş gücü deposuna dönüştürmek için kullanıyor. Yeni model tartışmaları, bu dönüşümün yasallık kazanması ve yeni bir evreye taşınması olarak görülmeli.

Sermayenin kökü geçmişe dayanan bu arzusuna ülkenin ana muhalefet partisinin de hiç itirazı yok. Örneğin aralarında bugünkü CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in de bulunduğu CHP grup başkanvekilleri 2021 yılının Kasım ayında mesleki eğitimi özendirmek adına patronlara ödenen ücret teşvikinin artması yönünde kanun teklifi verdi. Yine CHP tarafından düzenlenen 18 Temmuz 2024 tarihli Eğitim Maratonu’nda bir yandan son 10 yılda 695 çocuk işçinin yaşamını yitirdiği ifade edilirken çözüm olarak özel sektörle iş birliğinin artırılması tavsiye edildi.

Bugün eğitim sisteminde bir çöküşün yaşandığı ve 4+4+4 modelinin bu çöküşte önemli bir role sahip olduğu yadsınamaz. Hatta güncel araştırmalar örgün eğitimin dışında kalan öğrenci sayısının 600 bini aştığına işaret ediyor.  Ancak holding-tarikat düzenini karşısına almayan hiçbir yaklaşımın bu çöküşe bir çare sunamayacağı unutulmamalı. Örgün lise eğitiminin tasfiyesine ve piyasacı mesleki eğitim politikalarının, yükseköğretimin yeniden nitelikli hale geleceği ve işsizlik sorununun çözüleceği masallarıyla meşruluk kazanmasına izin vermemeliyiz.