Sağlık emek gücünün önemli bir bölümünü oluşturan hekimlerin özlük hakları mevcut siyasi iktidar tarafından sık gündeme getirilen ve üzerinden siyaset yapılan bir konu. Nitelikli emek göçü olgusuna paralel olarak hekim göçünün gizlenemez hale gelmesiyse “giderlerse gitsinler” restiyle karşılanmakta.
Düzen muhalefeti durumu ya yüzeysel olarak birtakım sayılarla gündeme getirmekte ya da basit bir yönetim probleminin sonucu olarak ele almakta. Muhalefet kanadından gelen bir çıkışla bizim için şaşırtıcı olmayan bazı yeni semptomlar veren bu önemli soruna dair bütünlüklü bir çerçeve çizmenin değerli olacağına inanıyoruz.
Kısaca özetleyecek olursak; geçtiğimiz günlerde Memleket Partisi milletvekili adayı titrine sahip Enes Faruk Nom, sosyal medya hesabında, göç eden hekimlere 5 bin dolar maaş da verilse yine gideceklerini yazıyor ve bunun sebebini hekimlerin kompleksli olmalarıyla açıklamaya çalışıyor.
Nom bununla yetinmiyor ve çözüm olarak dahiyane liberal fikirlerini sıralıyor. Tıp eğitimi devlet tarafından ücretsiz verilmek yerine kontrata bağlanacak ve hekim adayları borçlandırılacak (bu borç kamuda 10 yıl çalışmak karşılığında silinecek), tıp fakültesi kontenjan sayıları iki katına çıkarılacak, yabancı ülkelerden sağlık çalışanı ithal edilecek.
Nom, paylaşımında göç eden hekimlere 5 bin dolar maaş da verilse yine gideceklerini söyleyerek aslında doğru bir noktaya parmak basıyor, ancak kendisinin temsil ettiği sınıfsal konumu doğru noktadan yola çıksa da doğru sonuca varmasının önüne geçiyor.
Gerçekten de verilen maaştan bağımsız olarak hekim göçü artarak sürmeye devam ediyor. AKP hekimlerin gelirlerini güvencesiz maaş ödemeleri ağırlıkta olacak şekilde artırıyor ancak giderek artan hekim göçünün önüne geçemiyor. TTB’ye yapılan iyi hal belgesi (yurtdışında çalışmak için gerekli belge) başvurularının sayısına bakıldığında; AKP’nin 2021 yılında duyurup 2022 yılında uygulamaya koyduğu “Beyaz Reform”un iyi hal belgesi başvuru artışını engellemediği rahatlıkla görülebiliyor.
Peki nedir hekimlerin sorunu? Neden göç etmeye devam ediyorlar? Bu sorulara iki yönden cevap vermeye çalışacağız. İlki çalışma ortamı ve koşulları. AKP iktidarı döneminde sağlık hizmeti bu parti açısından etkili bir siyaset aracı olarak kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. AKP dönemi öncesi muayenehaneciliğin ve aksayan, parçalı sağlık sigorta sisteminin yarattığı sorunlar AKP hükümetinin sağlıkta özelleştirme adımları için propaganda zeminini oluşturmuştur. Geçtiğimiz aylarda gündem olan bir sokak röportajında “eskiden şu şu sorunlar vardı, şimdi biz doktor dövüyoruz, ötesi var mı?” diyen kadın, AKP'nin rıza üretim mekanizmasını açıkça ortaya koymaktadır.
Talepkâr bir sağlık hizmeti anlayışı yaygınlaştırılmış, sağlık hizmeti uygulamalarının hastanın isteği doğrultusunda şekillendirilmesi gerektiği algısı oluşturulmuş, buna uymayan hekimlerin de hastalar tarafından cezalandırılabileceği açıkça söylenmese bile fiili olarak ortaya konmuştur. Zira onlarca sağlıkta şiddet vakası cezasız bırakılmış veya caydırıcılıktan uzak cezalar verilmiştir. Güncel bir örnek olarak, İstanbul’da bir acilde çalışan meslektaşımız, hastaya gerekli görmediği için serum takmadığı ve rapor yazmadığı için şikâyet edilmiş ve meslekten uzaklaştırılmıştır.
İktidarından muhalefetine hekimlerin siyasetçilerin ağzına sakız edildiği, hekimlerin güvenli bir çalışma ortamının olmadığı ve hatta can güvenliği güvencesinin bulunmadığı bu ortamda görülüyor ki para her şeyin ilacı olmuyor. Zaten daha önce bahsettiğimiz gibi ilaç olarak sunulan ve emekliliğe yansımayan ek ödemeler yüksek enflasyon karşısında eriyip gidiyor.
Hekimlerin göçünde ele alınması gereken ikinci yön, ülkedeki siyasi atmosfer ve hekimlerin sınıfsal konumundaki değişim. Son on yılda iktidar tarafından atılan baskıcı ve gerici adımlar sadece hekimleri değil, toplumun bütün kesimlerini etkilemekte. Bununla birlikte, yaşam tarzı açısından tanımlayacak olursak, orta sınıf sayabileceğimiz grupların (sadece hekimler değil mühendisler, mimarlar vb.) mevcut ekonomide eski yaşam tarzı alışkanlıklarını sürdüremiyor olması. Hekimlerin daha çok gündem olmasının sebebiyse çeşitli sınavlarla da olsa mesleklerini yurtdışında sürdürebilme imkanına sahip olmaları ve bu göçlerin iyi hal belgesi başvuruları sayesinde kayıt altına alınabiliyor olması. Kayıt altına alınsa, veya alınıyorsa incelense, başka pek çok meslek grubu için de göç artış grafiği çizileceği tahmin edilebilir.
‘Gidebilen herkes gitsin’ mi?
Bu söylediklerimizden göç eden hekimlerin gitmekte haklı olduğu ve gidebilen herkesin gitmesi gerektiği anlamı çıkabilir mi? Elbette hayır, böyle bir eğitimli sağlık emek gücünün göçünü kim ister? Göç eden hekimlerin sayısı binleri bulsa da bu sayının kat kat fazlası hekimin bu topraklarda kalmaya devam ettiği ve sağlık hizmeti verdiği mevcut tabloda, hekimlerin geneline dair olumsuz bir çıkarım yapmak zorlama olacaktır. Ek olarak, bir meslek grubunu “kompleksli” olmakla itham etmek ancak art niyetle açıklanabilir.
Art niyetli yorumları bir kenara koyarsak, bizim bu göç olgusuna sebep olan etkenleri incelememiz ve sağlıklı bir çözüm reçetesi için tanıyı doğru koymamız elzemdir.
Tersten başlayarak, Nom’un çözüm önerilerine kısaca değinerek aslında iktidarda da temsil edilen piyasacı zihniyetin çözümsüzlüğünü vurgulamak yerinde olacaktır. İlk önerisinde, tıp eğitiminin paralı ve kontrata bağlanmış şekilde yapılmasını ve ödeme yerine mecburi hizmetle ikame edilebilmesini önerdiğini görüyoruz.
Hekimleri ücretli köle haline getirmeyi hedefleyen bu önermenin elbette kabul edilebilir tarafı yok. Ancak bu piyasacı zihniyetin ifşası için ciddiye alıp yanıtlayalım. Sözleşmeli eğitim modeli tıp eğitiminde olmasa bile tıpta uzmanlık eğitiminde bir dönem uygulanmış bir modeldir. Dahası bildiğimiz kadarıyla sağlık alanı dışında da örnekleri var. Ancak bu sözleşmeler kamudan özele veya Türkiye’den yurtdışına göçün önüne geçmiyor. Bu gibi durumlarda eğitim tamamlandıktan sonra kamuda çalışmak istemeyenler ya kredi çekip yıllara yayarak (özel sektörde veya yurtdışında çalışarak) rahatlıkla ödüyor ya da bizzat devlet eliyle borç yapılandırılıp taksitlendiriliyor. Dolayısıyla böyle bir uygulama hekim göçünün önüne geçmeyeceği gibi muhtemelen göçü daha da artıracak ancak piyasada sağlam bir kredi/borç hareketliliğini sağlayacaktır.
İkinci ve üçüncü sırada gelen tıp fakültesi kontenjanlarının artırılması ve yurtdışından sağlık emekçisi ithalatı önerileriyse AKP’nin hali hazırda uygulamakta olduğu öneriler. Bu önerilerin de ne kadar piyasacı olduğunu, atanamayan öğretmenlerin durumuna bakarak görebiliriz. Amaçlanan, piyasada bir hekim bolluğu yaratmak ve iş güvencesinin hekimlerin elinden alınması.
Atamada açılan kadro sayısından çok hekimin tıp fakültelerinden mezun olduğu bir ortamda atanamayan hekimlerin ortaya çıkması, sizce de hekim göçünü artırmaz mı? Elbette artıracaktır, bunun yanında oluşacak işsiz hekim ordusu kamuda ve özelde hekim ücretlerinin düşük tutulmasının da garantisi olacaktır. Görüldüğü gibi hekim göçünü engelleme iddiasındaki bu samimiyetsiz önerilerin asıl derdinin piyasacılık olduğu açıkça ortadadır.
Çözüm önerilerimiz: Devletleştirelim, özel sektörü tasfiye edelim
Sorunun çözümü için bizim önerilerimize gelecek olursak; ilk olarak hekimleri ve sağlık çalışanlarını hastaların önüne atan bu propagandaların ve uygulamaların ortadan kalkması gerektiğini söylemek gerekiyor. Bununla birlikte sağlıkta şiddet durumunda caydırıcı cezaların uygulanması gerekiyor. Maddi artış yapıldığı söylenip emekliliğe yansımayan, güvencesiz ücret politikasının terk edilip tek kalemde sabit maaş ödemesine geçilmesi ve enflasyon karşısında ezilmeyen ücret artışlarının bu maaş üzerinden yapılması gerekiyor. Kışkırtılmış sağlık talebiyle hastanelerde oluşan kaosun önüne geçmek için basamaklı sağlık hizmeti modeline geçilmesi gerekli.
Bunların yapılabilmesi için sağlık hizmetinde devletleştirme ve özel sektörün sağlık alanından tasfiye edilmesi gerekmektedir. Hastaların “hizmet satın aldığı” ve sağlık emekçilerinin “hizmet sattığı” şeklinde oluşan algının yıkılması, sağlık hizmetinin kamusal bir hizmet olarak devlet tarafından ücretsiz sağlandığı vurgusunun ön plana çıkarılması toplumla sağlık emekçileri arasındaki yapay gerilime de son verecektir.
Sağlıkta özelleştirmenin tek süreklilik olduğu, geçici ve göstermelik “reformlar” yerine bunlar yapıldığında sağlık alanında da oluşacak barışçıl ve huzurlu ortam, sağlık emekçilerinin bütünü ve hekimlerin özlük hakları ve mesleki açıdan güvende hissederek kendi ülkelerinde bir geleceğe inanmalarını sağlayacaktır.