İhraç ettiğimiz gıda ürünleri gümrüklerden geri dönüyor. Bu ürünlerin iç pazarda satıldığı endişesi hakim. Asıl problemse toprakta. Yediğimiz ürünler soframıza gelene kadar defalarca ilaçlanıyor.
Aslı İnanmışık
Türkiye pek çok ülkeye meyve-sebze ihraç ediyor. Ticaret Bakanlığı'nın verilerine göre dünya çapında serbest bölgeler dahil, 120'den fazla noktaya meyve-sebze sevk ediliyor. Avrupa Birliği, Ortadoğu ve Körfez ülkelerindeki pazar payları da giderek artıyor. Almanya, Ukrayna, Romanya ve Irak ihracat yapılan başlıca ülkelerden.
Ancak son aylarda özellikle Avrupa’dan en çok zehirli madde bildirimi alan ülkelerin başında Türkiye geliyor. En son geçtiğimiz günlerde Avrupa Komisyonu’na bağlı Gıda ve Yem için Hızlı Alarm Sistemi (RASFF) Türkiye’den Almanya’ya ihraç edilen antep fıstıklarında "en zehirli tür Aflatoksin B1" tespit edildiğini duyurdu.
Almanya "riskli" koduyla antep fıstıklarını geri gönderdi.
Bakan 'mevzuata uygun olmayan ürünleri imha ediyoruz' dedi ama...
Zehirli madde bildirim haberleri üzerine Tarım ve Orman Bakanlığı da açıklama yaptı. Bakanlık konuyu takip ettiklerini, Avrupa sınırından "zehirli madde" denilerek geri gönderilen gıdaların kontrol edildiğini, mevzuata uygun olmayan ürünlerin imha edildiğini iddia etti.
"Pestisit kalıntı oranını son 3 yılda yüzde 35 azalttık" dedi.
3 yıl önceki duruma ilişkin detaylı bilgiyse paylaşmadı.
'O elma önünüze gelinceye kadar en az 15 kez ilaçlanıyor'
Zehirli denilen bu kimyasal maddeler öncelikle üretici tarafından verimi artırmak için ürün ortaya çıkma aşamasındayken ve ticaretini yapanlar tarafından saklama aşamasındayken defalarca kez kullanılıyor.
Konuyla ilgili sorularımızı yanıtlayan 9 Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Dr. Enver Yaser Küçükgül de, Türkiye'de kullanılan zirai mücadele ilaçlarının sıkı bir denetimi olmadığını vurguluyor. Küçükgül, tarım il müdürlüklerinin çiftçilere bitki bakımıyla ilgili tavsiyelerde bulunduğunu, önerilen ilaçların dozlarınınsa kontrolsüz kullanıldığını belirtiyor.
Zehirli ilaç kullanımına karşı çeşitli çözümlerin bulunduğunu ifade eden Küçükgül, "İlaç kullanımını kontrol altına alırsanız, kime hangi ilacı sattığınızı barkodlayıp işlerseniz denetim sağlanır" diyor ve tarlaların yanlarındaki toksik ilaç atıklarına da dikkat çekiyor.
Küçükgül, bitkilerde her bir sezonda 2-3 kere ilaçlama yapıldığını aslında artık toprağın da zehirli hale geldiğini söylüyor:
"Pazarda tezgahta güzel bir elma gördünüz. O elma önünüze gelinceye kadar en az 15 kez ilaçlanıyor. Yetiştirirken 10 kez ilaçlanıyor, depolandığı stok sahasında, soğuk hava depolarında koruma altında tutmak için yine ilaçlanıyor. Meyvenin kabuğunu soymak yetmiyor. Bu zehirler yediğiniz ürünün içerisine kadar işlemiş oluyor. Ve biz bütün bunları gelişmiş ülkelerin gümrük kapılarından öğrenebiliyoruz. Tarlalarımız neden analize tabi tutulmuyor? Tarım ve Orman Bakanlığı'nın görevi ne?"
Uçsuz bucaksız verimli toprağın arasında yaygınlaşan seracılık: 'Akdeniz'e giderseniz her yerin bembeyaz olduğunu görürsünüz'
Ülkemizde en büyük tarım alanlarının genellikle örtü altı tarımı yani seracılık olduğunu söyleyen Küçükgül, sebze-meyvelerin yüzde 80'inin Akdeniz Bölgesi'nden dağıldığını hatırlatırken, durumun çarpıcılığını şöyle anlatıyor: "Gidip Akdeniz'i gezerseniz her yerin bembeyaz olduğunu göreceksiniz çünkü her tarafta sera örtüleri var. Yani en önemli tarım alanını kimyasal maddelerle muhatap ediyorlar. Üstü örtülen bir alanda, sıcaklık kontrolü de yapıyorsanız o toprakta parazitler ve meyveye sebzeye zarar veren yabancı bakteriler patojenler hızla ürer. Bunu engellemek için en kuvvetli zehirleri vermek durumunda kalıyorlar."
Zehirlemenin aşamalarını da şöyle açıklıyor:
"Daha henüz meyve aşamasında değilken öncelikle toprak zehirleniyor. Bu zehirlenmeye 'sit' sülalesi yanında, ağır metal bileşikleri de sebep oluyor. Bakterileri öldürüyorlar. Böylelikle toprakta bir küf ya da mantar oluşumu da meydana gelmiyor. Sulama yapıldığı zaman, yeraltı sularına karışan toksik kimyasal madde oranı arttığı gibi ağır metaller de artıyor.
Arsenik, kadmiyum, kurşun, nikel miktarları hızla artınca o sular içme suyu ya da sulama suyu olarak kullanılamaz hale gelir. Bu yetmezmiş gibi taşkın, sel gibi yüzey akışlarıyla bu sular akarsulara da karışır. Oralarda canlı kalmaz. Akarsular da bu suları denizlere taşır, denizlerde de balık miktarı hızla düşer. Ekosistem bir tekerleğin çevresindeki unsurlar gibidir, tekerden bir dilimi çıkarırsanız teker dönemez dağılır. Ekosistem de birbirine zincirle bağlı gibi düşünerek hareket etmeliyiz."
'Eski referanslarla hareket ediliyor'
Bitki, insan ve hayvan sağlığı için şu anda dünyada geçerli olan standartların 1970-1980 yıllarında oturtulduğuna işaret eden Küçükgül, eski referanslarla hareket edildiğinin de altını çiziyor:
"1970'li yıllarda insanların bildiği kimyasal molekül sayısı 5-6 milyon civarındaydı. Şimdi bu sayı 149 milyona ulaştı. Ve ticari olarak hangi molekül nasıl kullanılıyor bunların bir denetimi bizim gibi ülkelerde yok. Sadece zararlılardan bahsediyoruz üstelik. Takviye ilaçlar da var. Bunlar da toksik kimyasal moleküller."
'Türkiye'de tehlikeli atık imha tesisi yok'
"Yabancı ülkelere giden meyve sebzede tarım ilacı saptandığı zaman, bir madde tehlikeli ve zararlı bulunuyorsa o meyve sebzelerin 'zararlı ve tehlikeli atık' kapsamında alınması gerekir" diyen Küçükgül, gümrük kapısından dönen ürünlerin durumuna da dikkat çekerek, bakanlığın tehlikeli atık imha tesisi olması gerektiğini söylüyor. Ancak ülkemizde böyle tesisler bulunmadığını da belirtiyor.
Enver Yaser Küçükgül şöyle konuşuyor:
"Gümrükten dönen bu mallara bakanlık el koyup, tehlikeli atık bertaraf tesisine götürüp orada imha etmesi gerekirken, 'standardı düşük ülkelere satma' önerileri getiriliyor. Bu mallar Avrupalıya zararlı da Afrikalılara zararlı değil mi? Bu mallar bizim insanımıza da yediriliyor. Devlet imha edip belgesini paylaşmalı normalde. Bunu üretenler de işaretlenmeli, sicil oluşturulmalı, uyarı kodu kullanılmalı. Eğitmenin yolu sıkı denetim ve sonucunda ceza uygulamaktır."
"Aflatoksin"in birinci dereceden kanserojen olduğunu belirten Küçükgül, özellikle baharatların ve yemişlerin güneşte kurutulmasıyla ortaya çıkan bu maddenin büyük tehlike yarattığını anlatıyor. Alternatif kurutma yöntemlerinin Avrupa'da kullanıldığını, Türkiye'de de uygulanmasının mümkün olduğunu dile getirerek "Aslında her şeyin akılla, fenle çözümü mümkün" diyor.