GÖRÜŞ | Türkiye - Azerbaycan ilişkisi ve İran'ın kuşatılmışlık hissi

AKP’nin saldırgan dış politikası, Azerbaycan’ın AKP’nin ipine sarılması bölgede huzur ve güvenliği olumsuz etkilemeye devam edeceğe benziyor.

Hakkı Hacınebioğlu

Ekim ayı İran, Azerbaycan ve Türkiye arasında ciddi bir gerilimle başlamış oldu. Türkiye bu gerilim sırasında genellikle sessiz kalmayı tercih ederken Azerbaycan ve İran cephelerinden karşılıklı suçlamalar geldi. Nihayetinde bu gerilim İran’ın Azerbaycan sınırında Hayber Fatihleri adıyla kapsamlı bir tatbikat gerçekleştirmesiyle doruk noktasına ulaştı. AKP’nin saldırgan dış politikasının bir kez daha ve bu sefer Kafkasya’da İran’la karşı karşıya geldiğini görüyoruz. Türkiye’nin saldırgan dış politika stratejisinin Kafkasya ayağına memnuniyetle katılan ve hatta İsrail ile dikkat çeken askeri ilişkiler geliştiren Azerbaycan İran’ın büyük tepkisini çekiyor. Meselenin bir diğer boyutu ise İran’ın bir süredir içinde bulunduğu kuşatılmışlık hissi.

Yeni Osmanlıcılık Kafkasya Seferinde

Geçtiğimiz yıl Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan, İkinci Karabağ Savaşı olarak literatüre geçmiş görünen savaş, Karabağ ve çevresindeki toprak anlaşmazlıklarından daha ciddi ve kapsamlı sonuçlara neden oldu. Savaş başlar başlamaz Türkiye’nin bu işte de rol üstlendiği anlaşıldı. Türkiye, savunma sanayinin olanaklarını Azerbaycan lehine seferber etti, bazı iddialara göre Türk generaller savaşın idaresinde rol aldı ve paralı asker olarak Suriye’de savaşan cihatçıları bu savaşa sürdü. Batılılar Türkiye’nin savaşa dahline homurdanırken, bir başka ülke de Türkiye kadar olmasa da savaşa Azerbaycan lehine dahil oluyordu: İsrail. İsrail savaştan önceki yıllarda olduğu gibi Azerbaycan ordusuna SİHA’lar dahil olmak üzere silah satmaya devam etti ve muhtemelen teknik ve istihbari destek verdi. Türk SİHA’ları kadar gündem olmasa da İsrail’in özellikle Kamikaze SİHA’larının savaşın seyrinde dikkat çekici bir etkisinin olduğu biliniyor. İsrail’e yazının devamında tekrar geleceğiz.

Türkiye’nin Dağlık Karabağ sorununa müdahil olması elbette AKP ile başlamadı. AKP, kendisinden önce Türk dış politikasının önemli başlıklarından biri haline gelen bu meseleyi daha geniş bir Kafkasya ve Orta Asya perspektifinin parçası haline getirdi. Savaşın üzerinden geçen bir yılda yaşananlar ve son olarak İran’ı küplere bindiren gelişmeler bunu gösteriyor.

Ermenistan ordusunun bozgunun kıyısına geldiği anda Rusya’nın müdahalesiyle sağlanan ateşkesin en önemli maddelerinden biri Ermenistan’ın Zengezur koridorunu kabul etmek zorunda kalmasıydı. Buna göre Azerbaycan anakarası ile Nahçıvan arasındaki bağlantı Ermenistan topraklarından geçecek boru hattı, karayolu ve demiryolunu içeren bu koridorla sağlanacaktı. Şimdiye kadar Azerbaycan ve Nahçıvan arasındaki bağlantı İran üzerinden sağlanıyordu, İran buradan gelir elde ediyordu. Türkiye bu koridora çok daha büyük bir anlam atfediyor. Devlet güdümündeki düşünce kuruluşları, uzmanlar, gazeteciler Zengezur’un Türkiye’yi Hazar Denizi ve ötesine bağlayacak bir koridor olacağını dillendiriyor. Keza Türkiye’nin Kars ve Nahçıvan arasında bir demiryolu projesi bulunuyor. İstanbul’dan Kars’a, Kars’tan Hazar kıyılarına uzanan hattın Orta Asya ile bağları da kuvvetlendirmesi bekleniyor. Fakat bu gerçekleşirse İran devre dışı kalmış olacak. Burayı da yazının devamında tekrar ele almak üzere şimdilik bırakalım.

İkinci Karabağ Savaşı’nın Türkiye’nin Kafkasya’daki varlığının güçlenmesini sağladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye, Azerbaycan üzerinde 30 yıldır hayalini kurduğu bir nüfuzu sağlamaya yaklaşmış görünüyor. Azerbaycan’ın ele geçirdiği bölgelerde sürmekte olan imar ve bayındırlık yatırımları Türk müteahhitlerin payına düştü. Türkiye’nin Azerbaycan’a silah satışı artarak devam ediyor ve savunma sanayii alanında yeni işbirlikleri gerçekleşiyor. Savaşı takip eden dönemde Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunun arttığını gösteren başka gelişmeler de mevcut. Türkiye, bölgenin geleceği için üç Kafkasya ülkesine ek olarak Rusya, Türkiye ve İran’ı kapsayacak “Altılı Platform” önerisinde bulunuyor. Azerbaycan’a ek olarak Gürcistan da Türkiye ile yeni işbirliklerine hazır görünüyor. Bu bir yıllık süreçte Gürcistan ile Türkiye arasında çeşitli düzeylerde görüşmeler gerçekleşti. Örnek vermek gerekirse, 5 Ekim’de Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Gürcistan ve Azerbaycan savunma bakanları arasında Gürcistan’da bir görüşme gerçekleşti. Akar, üç ülke arasında başta güvenlik ve savunma olmak üzere her alanda ilişkilerin derinleştiğini belirtti. Hatta Türkiye, Ermenistan’la da ilişkileri normalleştirmek istediğini açıkça ve İbrahim Kalın gibi üst düzey isimlerin ağzından vurguluyor. Türkiye’nin Paşinyan hükümetinin Rusya’ya mesafeli olmasını fırsata çevirmeyi yokladığı anlaşılıyor. Üstelik, Türkiye bunu Azerbaycan’a da kabul ettirmiş görünüyor.

Aras’ın ötesi ve İran’ın kuşatılmışlık endişesi

Hiç değilse bir buçuk yıldır, İran kamuoyunda, devlet aygıtında, uzmanlar, farklı kamplardan politikacılar ve medyada gözle görünür bir endişe hakim. Doğrusu bu endişenin gayet haklı nedenleri var. ABD’nin bölgedeki askeri varlığının radikal bir şekilde azaldığı bu dönemde İran rahat bir nefes almanın uzağında. İran gittikçe sıkılaşan bir kuşatmanın içinde olduğunu düşünüyor. İbrahim Anlaşmaları ile İsrail ve Körfez ülkelerinin “normalleşmesi” ve hatta bir anti-İran ittifakının şekillenme emareleri göstermesi bu endişenin ana nedeni. Tarafsız ve arabulucu bir dış politikayı gelenek haline getirmiş Umman ve Suudi Arabistan ile gergin ilişkilere sahip Katar haricinde Körfez ülkeleri ile İran ilişkileri düşmanlık düzeyinde devam ediyor. İsrail, bu ülkeler sayesinde İran’ın burnunun dibine sokuluyor.

ABD, Afganistan’dan çekilmeye başladığında İran kamuoyunda memnuniyet hakimdi. Doğuda ciddi bir tehdidin ortadan kalkması İran için elbette önemliydi. Üstelik İran ABD ülkeden çıkmadan önce Taliban ile kurduğu ilişkilerin meyvelerini toplamayı umut ediyordu. Taliban’ın ilan ettiği hükümetin beklentilerin aksine “kapsayıcı” olmaktan uzak olması bu umudun sönümlenmesine neden oldu. Pencşir’de Tacik lider Ahmed Mesud’un direnişinin Pakistan’ın doğrudan müdahalesiyle kırılması en önemli kırılma noktası oldu. İran, etnik bağlara sahip olduğu Taciklerin Afganistan siyasetinden tasfiyesini kendi çıkarlarının aleyhinde olduğunu düşünüyor. Pakistan’ın bu meseledeki tavrı ve gayreti İran’ın kuşatılmışlık endişelerini derinleştiriyor. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade, Pakistan’ın Pencşir’de üstlendiği rolü sert bir şekilde eleştirdi. Muhalefet, biraz da muhafazakar hükümeti zor duruma sokmak için Pencşir’e müdahale çağrısında bulundu. Pakistan’ın İran çıkarlarının karşısına çıktığı tek yer Afganistan değil. Türkiye ile AKP’li yıllarda dallanıp budaklanan çok yönlü ve derin ilişkilere sahip olan Pakistan ilginç bir şekilde Kafkasya’da da İran’ın karşısına çıkıyor. 12 Eylül’de Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan Bakü’de “Üç Kardeş 2021” adıyla bir tatbikat gerçekleştirdi. Tatbikatın askeri açıdan icrasından çok resmi geçitlerle cisimleşen siyasi içeriği önemliydi. Bu tatbikatın İran’ın endişelerini tırmandırdığı kamuoyunda ve tatbikatı takip eden süreçte yaşanan gelişmelerle net bir şekilde görünüyor.

Gelelim Azerbaycan - İran gerginliğine. İran ve Azerbaycan iki komşu ülke olmanın ötesinde bir tarihi bağa sahip. Bugün bağımsız olan Azerbaycan (tarihi bir isimlendirmeyle bahsedecek olursak Kuzey Azerbaycan) eski çağdan 19’uncu yüzyıla kadar İran anavatanının bir parçasıydı. 19’uncu yüzyılın başında İran ve Rus Çarlığı arasında imzalanan iki anlaşmayla Aras Nehri sınır kabul edilerek İran’dan koparıldı. Azerbaycan’ın büyük ve merkezi parçası ise İran sınırları içinde kalmaya devam etti. Bugün en çok Azerbaycanlının yaşadığı ülke bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti değil, İran. Petrolün çıkarılması ile birlikte 20’nci yüzyılda büyüyen Bakü, bugün bile Azerbaycan coğrafyasının en önemli şehri değil, Tebriz tarih boyunca olduğu gibi bugün de Azerbaycan coğrafyasının kalbi.

İkinci Karabağ Savaşı başladığında İran, gelişmelerin çıkarları aleyhine seyredeceğini tahmin etti, fakat hareket alanı son derece kısıtlıydı. Ermenistan’ın Dağlık Karabağ ve çevresindeki varlığının uluslararası hukuk nezdinde illegal oluşu, Azerbaycan ile tarihsel bağlar ve ülkenin çoğunluğunun Şii oluşu gibi nedenler İran’ın savaşa müdahil olmasını engelledi. İran Azerilerinin kitlesel olarak Azerbaycan’ı desteklemesi de İran’ın kayda değer bir fay hattını gözler önüne serdi. İran, Rusya’nın savaş sırasında Ermenistan’a gönderdiği askeri teçhizatın İran toprakları üzerinden geçmesine izin verdi. İran’ın hala resmi olarak reddettiği bu hareketi İran Azerbaycanı’nın pek çok kentinde kalabalık protestolara neden oldu.

Savaştan sonra, Aralık ayında Bakü’de gerçekleşen zafer töreninde Erdoğan’ın okuduğu ağıt-şiir İran’ın gerilen sinirlerinin boşanmasına neden oldu. Söz konusu şiir 19’uncu yüzyılda Azerbaycan’ın kuzeyinin Rusya tarafından ilhak edilmesine yakılan bir ağıt mahiyetindeydi. İran, bunu İran sınırları dahilindeki Azerbaycan bölgesine yönelik saldırgan bir ima olarak yorumladı. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hatibzade, Erdoğan’ı eleştirdi, Tahran Büyükelçisi izahat talebiyle Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Erdoğan’ı sert bir üslupla protesto eden dönemin Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, İran Azerbaycanı’na yönelik yayılmacı bir amaç güttüğünü düşündüğü bu sözlere bağımsız Azerbaycan’ın İran anavatanının tarihi parçası olduğunu hatırlatarak cevap verdi.

Yukarıda da değinildiği gibi, Türkiye’nin savaş sonrasında bölgedeki nüfuzunun giderek artması ve Zengezur koridorunun İran’a uğratacağı maddi ve stratejik kayıplar İran’ın kuşatılmışlık endişesine Kafkasya ayağının eklenmesine neden oldu. Zengezur koridoru, Azerbaycan - Nahçıvan arasındaki bağlantıda İran’ı devre dışı bırakarak gelir kaybına uğratacak. Türkiye, bu koridor sayesinde Orta Asya ile doğrudan bağ kurabilirse Türkiye - Orta Asya arasında taşımacılık yapan TIR’lardan İran’ın elde ettiği gelir son bulacak. Yine bu koridor sayesinde Türkmenistan doğalgazının İran’a ihtiyaç duymadan Türkiye’ye nakledilmesi halinde İran, buradaki payını yitirecek. Hatta belki de bu koridor sayesinde Türkiye, İran doğalgazına ihtiyaç duymaz hale gelecek. Tüm bu olası kayıplar bile İran’ın endişelerinin makul olduğunu gösteriyor ve mesele bunlardan ibaret de değil.

İsrail, İkinci Karabağ Savaşı öncesinde ve savaş sırasında Azerbaycan ordusunun en önemli silah tedarikçilerindendi. İsrail’in bu rolünün Azerbaycan kamuoyunda ve medyasında belirgin bir sempati yarattığı anlaşılıyor. Aliyev rejimi de İsrail ile silah ticareti, savunma sanayii işbirlikleri ve diğer pek çok alanda daha sıkı bağlar kurma niyetinde. Son olarak Ağustos ayında Azerbaycan ve İsrail arasında 2 milyar dolarlık bir silah ticaretinde mutabakat sağlandı. Azerbaycan ölçeğinde bir ülke için oldukça büyük bir silah alımı söz konusu. İran ise bu iki ülke arasındaki ilişkilerin görünenden daha da derin olduğunu düşünüyor. İran’a göre Azerbaycan İsrail’e üs kurma izni verdi, hatta İsrail çoktan Azerbaycan topraklarına askeri olarak yerleşti. Bu iddiayı İlham Aliyev kesin bir şekilde reddediyor. Açıkçası İran’ın bu iddiasını destekleyen bir kanıt da yok, en azından şimdilik.

Son olarak, İkinci Karabağ Savaşı İran aleyhine bir başka sonuca daha neden oldu. İran’ı Ermenistan, Gürcistan (doğal olarak Karadeniz) ve Rusya’ya bağlayan karayolunun bir kısmında Azerbaycan kontrol sağladı. Azerbaycan bu güzergahı kullanan İranlı TIR şoförlerinin kendi topraklarını ihlal ettiğini iddia etti. Gerilim Azerbaycan’ın bazı TIR şoförlerini tutuklamasına kadar vardı. İran doğal olarak Azerbaycan’ın bu hareketini İran’ı Kafkasya’dan koparma girişimi olarak okuyor. Tüm kurumları, siyasi partileri ve medyasıyla İran, Azerbaycan’ın bu hareketine ateş püskürdü. Aliyev ve Erdoğan İran gazetelerinde hakarete varan ifadelerle hedef alındı. Bazı İranlı siyasiler Bakü’yü birkaç gün içinde işgal edebileceklerini bile söyledi. İslam Devrimi Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamaneyi, Twitter hesabından Azerice yaptığı paylaşımda, Azerbaycan’ın tavrını eleştirdi ve isim vermeden Türkiye’yi uyardı. Gerilim İran’ın Azerbaycan sınırında gerçekleştirdiği kapsamlı bir askeri tatbikatla doruk noktasına ulaştı. Hayber Fatihleri adı verilen tatbikat, Muhammed peygamber döneminde Yahudilerle yapılan Hayber Savaşı’na göndermeydi.

İran yukarıda açıklamaya çalıştığımız kuşatılmışlık halini aşabilmek için iki yöntem belirlemiş görünüyor. Bunlardan birincisi komşularla ilişkileri iyileştirme. Bu strateji kapsamında Suudi Arabistan ile dahi görüşmeler gerçekleşiyor. Yakın zamanda İran’ın yeni Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin bu kapsamda Türkiye’yi de ziyaret etmesi bekleniyor. Ancak bu girişimlerin İran ile hasımları arasındaki ilişkileri olumlu yönde etkilediğine dair ciddi bir işaret yok. İran’ın belirlediği diğer bir strateji ise caydırıcılığı yüksek tutma. Bölgeyi takip eden hemen hemen tüm uzmanlar, İran’ın Azerbaycan ve Türkiye’ye verdiği tepkiyi aşırı buldu. İran’ın bu kadar yüksek perdeden bir tepki ortaya koyması caydırıcılığı yüksek tutma stratejisiyle uyumlu görünüyor.

AKP’nin saldırgan dış politikası, Azerbaycan’ın AKP’nin ipine sarılması bölgede huzur ve güvenliği olumsuz etkilemeye devam edeceğe benziyor. Üstelik İsrail de bu ortamı ellerini ovuşturarak takip ediyor.