GÖRÜŞ | 'Mersin’in güneyinde bir Akepe macerası'

Mersin’in güneyinde bir ada var. İşte o ülke, o bölge ya da teknik terimle siyasi “antite” şu sıra yeniden mafyalı, kasetli siyasi skandallarla gündemimizde.

Engin Solakoğlu

Mersin’in güneyinde bir ada var. Ada’nın kuzeyinde ise adına ister Kuzey Kıbrıs deyin, ister Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti (KKTC) kendine özgü bir devlet yapılanması.

İşte o ülke, o bölge ya da teknik terimle siyasi “antite” şu sıra yeniden mafyalı, kasetli siyasi skandallarla gündemimizde.

Ne oldu? 14 Ekim’de Ulusal Birlik Partisi (UBP) Genel Başkanı mensubu Ersan Saner Başbakanlığı’ndaki koalisyon hükümeti istifa etti. Sedat Peker’in ifşaat bombardımanında adı sıkça geçen, bir sürü mafyatik icraatın yanında gazeteci Kutlu Adalı’nın Türkiye’den gönderilmiş bir ekip tarafından katledilmesinde de parmağı olduğu ileri sürülen “iş insanı” Halil Falyalı polise teslim oldu ve tutuklandı. Falyalı cezaevine gidecek denirken “salgın” gerekçesiyle karakolda geceleyeceği açıklandı. Neden sonra 20 Ekim’de hastaneye kaldırıldığını öğrendik.

Derken biz Türkiyeliler’in ziyadesiyle kanıksadığı bir “kaset” söylentisi yayıldı. İddiaya göre Falyalı’nın emriyle yayılan görüntüler KKTC’nin müstafi Başbakanı Saner’e aitti ve içerik hiç de “tüm izleyiciler için” kategorisinde değildi. Saner yaptığı açıklamada “montaj” dedi.

Aritmetik şekilde toparlayalım: Mafya + siyaset = rezalet. Bu denklem ülkeye göre değişmiyor. Her yerde aynı.

Şimdi biz bu olanlara hafif büyümüş gözlerle bakıyoruz. Bir ihtimal birkaç gün “en birinci muhalif” kanallarımızda yine bahsettikleri yapının adından gayri her şeyi bilen uzmanlarımızdan mesele üzerine “azman” görüşler alacağız. Bunların çoğu da elbette “sade suya tirit” niteliğinde ve milliyetçilik yarıştırma odaklı olacak.

Uzun zamandır Kıbrıs üzerine düşünen ve bir yılı biraz aşan bir süredir bu konuda yazma özgürlüğüne de sahip olan bir diplomat eskisini okumak isterseniz aşağıya buyrun:

Geçen yıl bu zamanlarda KKTC’nde bir cumhurbaşkanlığı “seçimi” yapıldı. Seçim süreci Türkiye’den de merakla izlendi. Borazan mecralar bir yana muhalif görünümlü kanallarda KKTC’nin açılımını bile tam bilmeyen “uzman”ların görüşlerini dinledik. Akepeli olmadığını ileri süren apoletli ve apoletsiz Türkiyeli siyaset erbabı açısından mesele basitti: Bir tarafta Türkiye’nin yüzde 90’ı bakımından tartışılmaz bir saygınlığa sahip Denktaş’ın partisinin (UBP) adayı Ersin Tatar, diğer tarafta “AB’ci” hattâ kimine göre “Rumcu”, af edersiniz biraz da solcu Mustafa Akıncı. Akıncı yeniden seçildiği takdirde şimdilerde nedense pek işitmediğimiz “Mavi Vatan” filan tehlikeye girecek, Lefkoşa’yı kaybeden maazallah İzmir’i, İstanbul’u, nihayetinde Ankara’yı da kaybedecekti.

Ersin Tatar “seçim”i ikinci turda kazandı. Bunu sağlayan Akepe rejiminin yanısıra yukarıda özetlediğim “ulumasalcılar” da rahat bir nefes aldılar. Lefkoşa da, “Mavi Vatan” da kurtulmuştu.

Üzerinden bir yıl geçtiği ve toplumsal belleğimiz çok güçlü olmadığı için o zaman yazdığım ve söylediğim bazı hususları yinelemekte sakınca görmüyorum. “Seçim”i Türkiye’deki ve KKTC’deki muhalefetin zaaflarından da istifade eden Akepe döve döve kazandı. “Seçim”in sonucu aslında KKTC’ye atanan kral naibinin zaferiydi. Merak edenler Temmuz’da bu konuda yazdığım yazıya göz atabilirler.

Akepe’nin bu seçimde elde ettiği deneyim Türkiye’de düzen içi muhalefetin hasretle beklediği “ilk seçim” bakımından da önemliydi ama açık söyleyelim ya ayılamadılar, ya da ayılmak istemediler. KKTC’de yaşananların bir tür kostümlü prova olduğunu görmek işlerine gelmedi. CHP Genel Başkanı bu garip “seçim”den aylar sonra ziyaret ettiği KKTC’nde, Cumhurbaşkanlığı göz göre göre gasp edilen Mustafa Akıncı’yla görüşme gereği bile duymadı.

“Seçim”i takip eden aylarda KKTC bir çok ilginç gelişmeye sahne oldu. Devletin kurucu partisi niteliğindeki UBP’ye dahi müdahale edildi. “Çatlak sesler” itinayla susturuldu. Ada’da fiziken var olmayan bir milletvekilinin desteğiyle ve Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş’ın partisi bölünmek suretiyle geçen hafta istifa eden azınlık koalisyonu kuruldu. İşler kör-topal ve atanmış memurlarla Kral naibinin emirleri doğrultusunda yürütüldü. Türkiye’deki muhalefet bunları hiç garipsemedi ve konuyla ilgilenmedi. Kıbrıs Türkü’nün yüzyıldır büyük emeklerle geliştirdiği özyönetim mekanizmalarının hoyratça tahribine göz yumdu. Uluslararası planda Kıbrıs Türkünün özgür iradesinin bulunmadığının bağıra çağıra ilan edilmesini ve böylelikle Türkiye’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki müzakere pozisyonunun berhava edilmesini dahi umursamadı. “Ulumasalcılar”ın palavralarını dinleyerek kulağının üstüne yatmayı tercih etti.

Özetle akrep akrepliğini yaptı, kurbağa seyretti, Kıbrıs Türklerine ise akrebin bir diğer kurbanı Türkiyeli yakınlarıyla birlikte çamurlu suyun dibine doğru yolculuğa devam etmek düştü.