Fethullah Gülen: Halka karşı işlenen suçlarla dolu bir hayat

Kendi adıyla anılan dinci-gerici cemaat örgütlenmesinin lideri Fethullah Gülen, Amerika Birleşik Devletleri'nde öldü. Gülen kimdir?

Haber Merkezi

Kendi adıyla anılan dinci-gerici cemaat örgütlenmesinin lideri Fethullah Gülen'in ölümü nedeniyle, daha önce soL'da Ahmet Çınar imzasıyla yayımlanan "Fethullah Gülen Cemaati’nin hikâyesi" adlı yazıyı yayımlıyoruz.

Fethullah Gülen hareketi, yaklaşık yarım asırdır merkez sağ ve merkez sol iktidarlar tarafından, bu iktidarların destekçisi patronlar sınıfı tarafından, 12 Eylül faşist darbesini yapan generaller tarafından, NATO ve bilumum emperyalist kurumlar tarafından desteklenmiş, büyütülmüş, güçlendirilmiş bir karanlık ağ. 2002’de iktidara getirilen AKP’nin yanına fiili “koalisyon ortağı” olarak verilmiş, 12 yıl boyunca AKP’yle birlikte Türkiye’yi yönetmiş bir gerici örgütlenme.

Soğuk Savaş’ın başlamasından kısa bir süre önce Erzurum’un Pasinler İlçesi’nde bir imamın oğlu olarak doğmuş, medrese eğitimlerinden sonra Diyanet teşkilatında imam ve vaiz olarak göreve başlamış sıradan bir devlet memurunun; bir cemaat lideri, devlet kademelerinde örgütlenmiş karanlık ilişkiler ağının bir numarası haline gelmesi elbette tesadüfle açıklanamaz. Ve kendiliğinden olacak bir iş değildir.

Çıkışı: Komünizmle Mücadele Derneği

Fethullah Gülen’in hayatının hangi yönde ilerleyeceği, ileriki yıllarda hangi misyonlarla donatılacağının ilk işareti 1963’te Erzurum’da kuruluşunda bizzat yer aldığı bir dernekle başlar: Komünizmle Mücadele Derneği’dir o derneğin adı.

Fethullah Gülen, Komünizmle Mücadele Derneği'ni kurduğu yıllarda...

Soğuk Savaş yılları olanca hızıyla devam ederken, emperyalizmin Türkiye üzerindeki hesapları ve tasarrufları acımasızlığıyla sürerken, Komünizmle Mücadele Dernekleri teşkilatlanmaya başlar Türkiye’de. Fethullah Gülen’in, kamuoyu sahnesine çıkışı işte tam da bu yıllara rastlar. Edirne, Kırklareli, İzmir, Edremit, Manisa, Bornova’da devlet katındaki resmi görevleri sürerken; diğer yandan da “gayriresmi görevleri”ni icra etmektedir Fethullah Gülen. İşte “Hocaefendi” ünvanını da bu yıllarda kazanmaya başlar. 1975-76’da Anadolu’nun çeşitli kentlerinde “turneye” çıkarak “Kuran ve İlim”, “Altın Nesil”, “İçtimai Adalet ve Nübüvvet”, “Darwinizm” başlıklı konferanslar verir ve taraftar toplamaya başlar.

Gülen'e destek 'her daim'

Fethullah Gülen’in bu örgütlenme çalışmaları, Genelkurmayıyla, hükümetiyle, patronlar sınıfıyla bütün bir devlet yönetiminin benimsediği “anti-komünist” yönelimle uyum içindedir. “Soğuk Savaş”ın NATO-ABD cephesinde yerini alan Türkiye, Anadolu’da “Altın Nesil” yaratmaya çalışan bu kendinden menkul “Hocaefendi”den rahatsız olmamakta, bilakis Fethullah Gülen’i alttan alta desteklemekte, büyütmektedir.

12 Mart darbesinden sonra adet olduğu üzere tutuklansa da “beraat ettirilmiş”; 12 Eylül darbesinden sonra adet olduğu üzere hakkında “yakalanma emri” çıksa da adım adım Anadolu’yu gezdiği halde bir türlü “yakalanamamış”tır. 

Arkasındaki “devletlü” desteğini en somut olarak hissettiği yıllar 12 Eylül yıllarıdır Fethullah Gülen’in.

Kenan Evren cuntasına selam: Gülen 'cennetlik' ilan etti

12 Eylül darbesinden bir ay sonra, Sızıntı dergisinin “Ekim 1980” sayısında “Son Karakol” başlıklı bir yazı kaleme alan Fethullah Gülen, Kenan Evren ve cuntasına selam çakmaktadır. Şöyle yazmıştır Gülen: “Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.”

O günden sonra Kenan Evren elinde Kuran’la kent kent gezip ayetler okurken, diğer yandan Fethullah Gülen de Anadolu’yu adım adım gezmekte, darbenin, NATO’nun, ABD’nin, “ulul emre itaat”in  faziletlerini anlatmaktadır lisan-ı hâl ile…

Fethullah Gülen, 80’li yıllardaki “fiili” mesai arkadaşı Kenan Evren’i yıllar sonra “cennetlik” ilan etmiş, 31 Ocak 2005’te Milliyet’e verdiği demeçte, “Evren Paşa, seçmeli din derslerini mecburi yapmakla yararlı bir iş yapmıştır. Gençlerin çoğu onun bu icraatı vesilesiyle din eğitiminden nasiplerini almışlardır. Bu iş kanaatimce öyle büyüktür ki doğrusunu Allah bilir hiçbir sevabı olmasa bile bu icraatı ona yetebilir, ahirette kurtuluşuna vesile olabilir, cennete de gidebilir” demiştir.

Fethullah Gülen’in devlet yönetimindekilerle, siyasi aktörlerle daha yakın ilişkisi 1980’lerde giderek daha da artmış, “kanaat önderi” sıfatıyla açılışlarda, toplantılarda, törenlerde boy göstermeye başlamıştır.

Özal hükümetine doğrudan, açık ve tam destek veren cemaat üyeleri, eğitimden sağlığa, ordudan polise kadar kamu teşkilatlarında “önemli mevkilere” gelmeye, getirilmeye başlanmıştır.

Devlete sızmadılar, yerleştirildiler

Fethullah Gülen cemaati hiçbir yere sızmamış, genel bir devlet politikası olarak bulundukları mevkilere, makamlara yerleştirilmişlerdir. Bunda dönemin siyasi iktidarlarının vebali saymakla bitmez.

1980’ler ve 90’larda Özal, Demirel, Çiller, Yılmaz, Ecevit hükümetleri döneminde tüm kamu kuruluşlarına yerleşmekle kalmamışlar, kendi sermayelerini, finansal güçlerini oluşturmuşlar, işadamlarını yaratmışlardır.

Merkezi ABD'de bulunan, Yahudilerin kurduğu İftira ve İnkârla Mücadele Birliği'nin Başkanı ABD'li avukat Abraham Foxman ile Gülen'in samimiyeti...

Yine bu dönemde Abraham Foxman, Morton Abramowitz, Papa II. John Paul gibi tanınmış din ve devlet adamları ile temasa geçen Fethullah Gülen, donatıldığı misyon ve vizyonları hakkıyla yerine getirmeye çalışıyordu.

 Fethullah Gülen’in gönüllü PR çalışmasını yapan emperyalist kurum, kuruluş ve yayınlar da az değildi. ABD'den Foreign Policy ve Birleşik Krallık'tan Prospect dergilerinin oluşturduğu “Dünya'nın ilk 100 entellektüeli” listesinde Gülen de yer alıyor, Time dergisi tarafından “dünyanın en etkili 100 kişisinden biri” olarak gösteriliyordu.

Türkiye’de de kimi liberal, postmodern “akademisyenler” Fethullah Gülen üzerine “sosyolojik(!)”, “bilimsel(!)” kanaatler oluşturup, kamuoyuna “toplumsal rıza”lar pompalamakta geri kalmıyorlardı.

Gülen'in beraat ettirildiği dava

Fethullah Gülen’in korunup kollanması ve de himayesi meselesine bir kez daha bakmakta yarar var:

Yıl 2000, Fethullah Gülen hakkında Ankara DGM Başsavcılığı tarafından bir iddianame hazırlanır. İddianamede Fethullah Gülen cemaatinin amacı “Devletin tüm sistemlerinde İslam hükümlerini egemen kılarak teokratik bir İslam diktatörlüğünü kurmak” olarak açıklanır.

İddianamede şu satırlar dikkat çekicidir:

“Fethullah Gülen laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni sona erdirip, yerine şer'i yasaların hakim olduğu İslam devletini kurmak için okullarında beyinlerini yıkadığı gençlik ile oluşturacağı toplumu kullanmayı planladığı tespit edilmiştir.

  • Fethullah Gülen, demokratik usuller ile ılımlı İslam görüntüsü ile kamufle edilmiş yöntemi,
  • Toplumun önemli bir kısmı tarafından kabul görmesine neden olan yurt içi ve yurt dışındaki okulları vasıta olarak kullanması,
  • Papa ile görüşerek sadece Türkiye'de değil, dünyadaki müslümanları yönetmeyi amaçlayan ruhani liderliğe olan ilgisi,
  • Siyasi parti, kişi ve bazı devlet kadroları tarafından kabul görmesi nedeniyle hedefine ulaşmada devlet rejimini istismar etmesi,
  • Dini ve siyasi yapısını sürekli canlı tutan kaynağı belirsiz finans desteği ile, Ülkemizdeki en güçlü ve etkin irticai yapılanma olarak değerlendirilmiştir.”

DGM iddianamesinden: İşte cemaatin stratejisi

Aynı iddianamede Fethullah Gülen örgütünün stratejisi şöyle açıklanmaktadır:

"Fethullah Gülen, İslamcı ideolojik bir yaklaşımla, bulunduğu legal yolu muhafaza ederek, sahibi olduğu etkin mali gücü ile;

  • Bünyesinde bulunan vakıf, okul ve dersaneleri kullanarak eğitilmiş gençlerden oluşan bir taban oluşturmak,
  • Devletin bütün kadrolarında, bütün bürokraside, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Teşkilatında kadrolaşmak,
  • Yurt dışında Türkiye’de kurulacak siyasal islama sempati ile bakacak bir gençlik oluşturmak istemektedir.

Çizilen hoşgörü ve barış tabloları ile bazı devlet çevrelerini etkileyen Fethullah Gülen, hedefine ulaşıncaya kadar kamuoyu faaliyetlerine destek verdiği imajını yaratarak, toplumun gerçeği görmesinin önünü, ılımlı görünüşü ve demokrasi şemsiyesine sığınarak kesmektedir.

Cumhuriyet düzenine ‘Kafirler düzeni’ diyen bu şahıs, bugün bu düzeni ister görünerek, bazı kesimleri bu davranışına inandırabilmektedir.

Fethullah Gülen oluşturduğu öğrenci seçme ekipleri ile köy ve semtleri dolaşarak zeki ve becerikli öğrencileri seçmekte, sağladığı imkanlar ile kendisine bağlamaktadır. Fethullah Gülen’in düşünceleri öğrencilere evlerde, okullarda, kamplarda beyin yıkama metotları ile öğretilmektedir. Bu toplantılarda Atatürk, devrimleri ile toplumun İslam’dan ve inançtan uzaklaştırıldığı için Deccal (Ahir zamanda ortaya çıkacak fitnenin başı) olarak tanıtılmaktadır.

Fethullah Gülen sahip olduğu imkanlar ile semavi dinlerin temsilcileri ile başlattığı diyalog vasıtası ile ‘Dünya Dinler Birliği’ adı altında bir oluşuma zemin hazırlamış ve bu oluşum yönünde İslam Dini’nin temsilcisi olma yönünde uluslararası alanda izlenen ve karşılıklı çıkarlara dayanan bir stratejinin ilk sayfalarını da açmıştır.

Fethullah Gülen faaliyetlerinde gösterdiği gizlilik, taraftarlarının kendisine bağlılığı, etkili, kararlı ve merkeziyetçi yönetimi ile ülkemizin en güçlü irticai yapılanmasıdır.

Fethullah Gülen şeriat düzeni hedefine ulaşmak için özellikle gençlik kesimini sabırlı bir yöntem ile kendisine bağlamayı hedefleyen bir strateji takip ederek, bunlar vasıtasıyla toplumun bütününe hakim olmayı ve diğer yönden yürütme ve yasama erklerini hedefi doğrultusunda kullanmayı amaçlayan bir politika izlemektedir."

Cemaatin teşkilat yapısı iddianamede ayrıntılı biçimde yer almış

İddianamede Gülen cemaatinin teşkilatı ise şu sözlerle anlatılmaktadır:

"Zirvede Fethullah Gülen olmak üzere, silsile yolu ile bir yere kadar inen bir yapılanmayı kapsamaktadır.

Tarikatın başı: Fethullah Gülen, danışman kadrosu, şehir imamları, esnafı organize eden imamlar, semtlerden sorumlu imamlar, ev düzeyinde görevli imamlar, bireyleri kontrol eden imamlar. Fethullah Gülen öğrencilerin örgütlenmesine özel bir önem vermektedir. Fethullah Gülen yapılanmasının özünü teşkil eden Işık evlerinde tecrübesiz öğrenciler, kendilerini Fethullah Gülen’e tam bir teslimiyete götürecek eğitimden geçmektedirler.

Fethullah Gülen grubunun faaliyetleri bütün yurt sathında yaygın bir görünüm arz etmekte ise de, özellikle Samsun-Adana hattının batısında kalan illerde, üniversite çevrelerinde ve Doğu’da Erzurum İli’nde yoğunlaşmıştır.

Fethullah Gülen Grubu yurt sathına yaygın 88 vakıf, 20 dernek, 128 özel okul, 218 şirket, 129 dershane ve yaklaşık 500 öğrenci yurdunun yanı sıra biri İngilizce olmak üzere 17 yayın organı, ortalama 250 bin tirajlı gazete, TV İstasyonu, ulusal düzeyde yayın yapan 2 radyo istasyonu, faizsiz finans kurumu, bir sigorta şirketini denetimi altında bulundurmaktadır."

Tabii bu rakamlar 24 sene öncesine ait!

Cemaatin TSK mesaisi 24 yıl önceki iddianamede tek tek anlatılmış

İddianamede şu satırlar ise hayli çarpıcı... Gülen cemaatinin Türk Silahlı Kuvvetleri içinde nasıl örgütlendiği, 2000 tarihini taşıyan bu iddianamede şu satırlarla anlatılıyor: 

"Fethullah Gülen Grubunun özellikle eğitim alanında zaman zaman devletten de ileri imkanlara sahip olduğu gözlenmektedir. Fethullah Gülen Grubu, planlı, programlı, sinsi çalışmalarının önünde tek engel olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini görmektedir.

Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı uyguladığı politika, hoş görünme, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı bazı politikacılardan alınmış tavizlerle polisi güçlendirme, böylece denge sağlama, etkinleştiği polis camiasını gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı kullanma şeklindedir.

Türk Silahlı Kuvvetlerini ele geçirme amacıyla sızma politikasını sessiz ve derinden devam ettirmektedir."

'Cemaat 10 yıl içinde TSK içinde söz sahibi olacak'

"Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasına sızma çalışmalarının yanı sıra subay ve astsubay çocuklarını kendi okullarına ve dershanelerine kaydettirmeye, yetiştirilen bu çocukları askeri okullara sokmaya çalışmaktadır.

Fethullah Gülen tarafından, silahlı kuvvetler içinde yapılanabilmek ve ileride etkinliğe kavuşabilmek amacıyla yeni projeler üretilmeye başlanmış, bu çerçevede askeri okullarda okuyan öğrenciler önce fiili hedef olarak belirlenmiş, kültür düzeyi yüksek, kendine bağlı, türban takmayan bayanların askeri öğrenciler ile tanışmaları ve evlenmelerinin sağlanabilmesi için gerekli vasatı sağlayacak bir yapılanmaya gitmiştir. Fethullah Gülen, bu yöntem ile 10 yıl içinde Türk Silahlı Kuvvetleri içinde söz sahibi olacağı bir konuma gelmeyi planlamaktadır.”

2008'de Gülen bu davadan beraat edildi

Nasıl… İlginç değil mi?

Ankara DGM tarafından açılan bu dava, Mart 2007'de Fethullah Gülen'in beraatiyle sonuçlanmış, Haziran 2008'de Yargıtay Genel Kurulu Fethullah Gülen'in beraatini oybirliğiyle onamıştır.

Fethullah Gülen hareketinin büyütülmesinde Tayyip Erdoğan’dan Abdullah Gül’e, Bülent Arınç’dan Melih Gökçek’e, Özal’dan Çiller’re, Ecevit’den Baykal’a, ANAP’dan DYP’ye, SHP’den CHP’ye kadar bütün bir düzen siyasetinin vebali var.

Cemaatin TSK'ye 'sızması' 1986'da Nokta dergisinde

Dönemin ünlü haber-yorum dergisi Nokta (sonraki yıllarda cemaat tarafından satın alınacaktır) bir sayısını Fethullahçılara ayırır.

Derginin 28 Aralık 1986’da yayınlanan sayısının kapağında ifade “Orduya sızan dinci grup: Fethullahçılar” şeklindedir.

Özal-Gülen dostluğu

Gülen, darbe bakiyesi Özal iktidarının en önemli destekçisi haline geliyordu.

Vaazlarında, konferanslarında askere ve ardından gelen Özal hükümetine kayıtsız koşulsuz biatı işaret eden Gülen, ANAP’ın gönüllü militanlığını yapmaktan asla çekinmiyordu.

Kanaat önderi ve tarikat lideri sıfatlarını bu dönemde daha çok kullanmaya başlayan Fethullah Gülen cemaatine, kamuoyunda “hizmet hareketi” de denmeye başlıyordu.

Cemaatin, bağış-zekat yoluyla sermaye biriktirmeye, günlük gazete kurup medyada söz sahibi olmaya başladığı dönem, tam da Özal iktidarının zirvede olduğu yıllara rastlar. 3 Kasım 1986’da Zaman gazetesini kuran cemaat, medyaya da giriş yapmış oluyordu.

Diğer medya kuruluşlarıyla da arayı her zaman iyi tutan Fethullah Gülen, “kültürler arası diyalog”, “sempati”, “empati” gibi postmodern kavramları işte tam da bu dönemde sık sık dillendirmeye başlıyor, cemaat çevresinde bir sempati hâlesi yaratmaya çalışıyordu.

Özal’ın Çankaya’ya çıkması, Süleyman Demirel’in başbakan olması üzerine, Gülen cemaati hem ANAP’la bağlarını koruyor, hem de DYP’ye destek vererek merkez sağ iktidarlarla hiçbir zaman arayı bozmuyordu.

Özal’ın beklenmedik ölümü üzerine 1993’te Demirel’in Çankaya’ya çıkması, DYP’nin ve hükümetin başına Tansu Çiller’in gelmesiyle birlikte de Fethullah Gülen cemaati DYP içinde önemli mevziler ve mevkiler elde ediyordu.

Fethullah Gülen her protokolde

Gülen, 1980'ler ve 1990'lar boyunca törenlerde, açılışlarda, kongre ve konferanslarda, bir tarikat ve cemaat lideri değil de, adeta bir siyasi parti lideriymişçesine protokolde yerini alıyordu. Merkez sağ ve merkez soldaki siyasetçiler, Gülen'e özel bir ihtimam ve hürmet gösteriyor, yer veriyor, onu özel olarak davet ediyorlardı. 

Gülen'in Ecevitli yılları

Ve 28 Şubat…

12 Eylül cuntacılarına selam duran Gülen, “eyyamcı”, “oportünist”, “hem nalına hem mıhına vuran” tavırlarıyla bu dönemi de atlatıyor ve 1999-2002 arasında Bülent Ecevit tarafından kurulan 56’ncı ve 57’nci hükümetler döneminde Başbakan Ecevit’le yakın ilişkiler kuruyordu. O dönemde ülke genelinde yaygın bir fısıltı gazetesi, cemaatin Ecevit’e destek vereceğini kulaktan kulağa yayıyordu.

Öyle ki… Yıllar sonra Fethullah Gülen, Amerika’da yaşadığı evde bir öğle yemeği sırasında, “Eğer ahirette Allah bana şefaat etme imkanı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım” diyecekti.

3 Şubat 2012 tarihli köşesinde Reha Muhtar, “Gülen’in Amerika’ya gitmesinde Ecevit’in rolü” başlıklı bir yazı kaleme alıyor ve şunları anlatıyordu.

“Ecevit’in o dönemde Fethullah Hoca’yla ilişkisinin, Amerika’ya gitmesinde ne derece hayati bir rol oynadığını dün Faruk Mercan’ın Fethullah Gülen’in hayatını anlattığı kitabından detayıyla öğreniyorum...

Şöyle yazıyor Faruk Mercan: Fethullah Gülen için 22 Şubat 1999 tarihi için randevu ayarlandı... Ancak ABD’den arayan Profesör Tarhan ‘Burada havalar çok soğuk... Randevuyu biraz erteleyelim...’ dedi...

Mart ayına gelindiğinde ilginç bir şey oldu...

Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı Nuh Mete Yüksel’in, Gülen hakkında soruşturma açtığına dair bazı haberler İstanbul’a ulaşmaya başladı...

Gülen bu şartlarda ABD’ye gitmeyi doğru bulmuyordu...

Eğer savcı böyle bir soruşturma açmışsa, ABD’ye gitmesi ifade vermekten kaçınmak anlamında algılanabilirdi...

Gülen’e telefon açan Bülent Ecevit, “Sağlığınız çok önemli... Sizinle ilgili böyle bir soruşturma olsa haberimiz olurdu... Lütfen tedavinizi aksatmayın ve Amerika’ya gidin...” dedi...

Gülen’in Amerika’ya gitmesinde en etkili nedenlerden biri Ecevit’in telefonuydu...

Fethullah Gülen 2007 yılında Amerika’da kaldığı evdeki bir öğlen yemeğinde Bülent Ecevit’i şöyle andı:

“Ecevit hayatı boyunca oruç tutmadı... Namaz kılmadı ama inancı sağlamdı... Sosyal demokrat bir zeminde doğdu ve İsmet İnönü’ye ortanın solu dedirtti... Okullara çok sahip çıktı... İşin büyüklüğünü sezmişti... Önüne bir dosya getirildiğinde elinin tersiyle itti... Eğer ahirette Allah bana şefaat etme imkanı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım...”

Habertürk'e 2009’da verdiği röportajda, "Fethullah Gülen'in elini tutan ilk kadın" olduğunu söyleyen Rahşan Ecevit, "Bülent onun okullarını çok beğeniyordu" diyordu.

Cemaatin orduya sızma girişiminin tartışıldığı MGK'de Ecevit Gülen'in avukatlığını yaptı

1998’in Mart ayında gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu’na, Ecevit’in Fethullah Gülen’i savunduğu konuşma damgasını vuruyordu.

MGK'da, Fethullah Gülen'in orduya sızma girişiminden ve çeşitli faaliyetlerinden rahatsızlık duyduklarını söyleyen komutanlara dönemin Başbakan Yardımcısı Ecevit karşı çıkıyor ve “Siz, Gülen'in geçmişinden yola çıkarak bu kanıya varıyorsunuz. Kendisini tanısanız bunları söylemezdiniz. İnsanlar değişip gelişebilir” diyordu.

AKP iktidarı: Fiili koalisyon ortağı Fethullah Gülen Cemaati

3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidara gelen AKP, hemen kucağında adı konulmamış ama “fiili” bir koaliyon ortağı buluyordu. 12 Eylül cuntasıyla kendine gelmiş, Özal, Demirel, Çiller, Yılmaz, Ecevit hükümetlerince korunup kollanmış, büyütülüp himaye edilmiş, kamu kademelerinde kadrolaşmış bir cemaat: Fethullah Gülen cemaati…

Abdullah Gül tarafından 58. hükümet kuruluyor, bakanlar atanıyordu… Fethullah Gülen cemaati ise bu hükümetin görünmeyen, ilan edilmeyen fiili ortağı olarak kadrolaşma çalışmalarına hız veriyor, kamu yönetiminin her zerresine daha da fazla nüfuz etmeye başlıyordu.

Kabinede Kültür Bakanı olan Hüseyin Çelik’in, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın, Devlet Bakanları Beşir Atalay’ın, Ali Babacan’ın cemaatle yakın ilişkileri olduğu iddia ediliyor, kulislerde konuşuluyordu.

Cemaatle iyi ilişkileri olduğu bilinen isimler, AKP rozetiyle hükümette yer alıyordu.

Ve Fethullah Gülen cemaati, AKP iktidarının fiili koalisyon ortağı olarak büyümeye, kadrolaşmaya, devletin DNA’larına yerleşmeye başlıyordu…

Ergenekon, Balyoz, OdaTV, KCK kumpasları

Türkiye’nin “büyük gerici dönüşüm süreci” içine, “cumhuriyetin tasfiyesi süreci” içine yerleştirilmiş bir araç, bir mekanizma olan ve sonradan hepsi birer birer çöken Ergenekon, Balyoz, Odatv, KCK gibi kumpas davaları dönemi başlıyordu.

Sonradan bu davalarda sahte delil üreten, yasa dışı dinleme-gözleme faaliyeti gösteren polislerin cemaat mensubu ya da sempatizanı olduğu ortaya çıkıyordu. Ergenekon sürecinde görev alan savcı ve hakimlerin de cemaat üyesi oldukları, yıllar sonra anlaşılacaktı.

Bu dönemde cemaatin uluslararası organizasyonu olan Türkçe Olimpiyatları, hemen hemen tüm AKP’li bakanları yolunun geçtiği ve kürsüye çıkan her bakanın Fethullah Gülen’e övgüler yağdırdığı bir platform oluyordu…

Abant toplantıları

Fethullah Gülen cemaati bu yıllar boyunca, sadece siyaset alanında mevzi ve mevki kazanmakla kalmadı. Akademide, medyada, entelektüel dünyada da hegemonya kurmak için çeşitli zeminler, platformlar hazırladı.

Bunlardan biri de Abant Platformu’ydu… Fethullah Gülen cemaatinin Abant Platformu’ndan kimlerin yolu geçmedi ki…

Cemaate meşruiyet sağlamak ve cemaat adına “toplumsal ve akademik rıza oluşturmak” için gerçekleştirilen bu toplantılara katılan katılanaydı.

İşte o isimler:

Mehmet Ali Kılıçbay, Murat Belge, Cüneyt Ülsever, Halit Refiğ, Niyazi Öktem, Ufuk Uras, Toktamış Ateş, Hüseyin Hatemi, Beşir Ayvazoğlu, Hayrettin Karaman, Ali Bardakoğlu, Soli Özel, Nevzat Yalçıntaş, Hüseyin Çelik, Mete Tunçay, Ali Yaşar Sarıbay, İlber Ortaylı, Mehmet Altan, Mustafa Erdoğan, Ali Bulaç, Mustafa Armağan, Mehmet Bekaroğlu, Nilüfer Göle, Doğu Ergil, Ali Müfit Gürtuna, Işıl Karakaş, Mehmet Gündem, Naci Bostancı, Altan Tan, Nazlı Ilıcak, Faik Tunay, Mehmet Metiner, Ergun Özbudun, Fuat Keyman, Ayşe Böhürler, Etyen Mahcupyan, Rasim Ozan Kütahyalı, Cengiz Çandar, Ferhat Kentel, Mithat Sancar, Eser Karakaş, Sadullah Ergin ve daha onlarca isim…

Said Nursi'ye güzellemeler düzen sosyolog

Sosyolog Prof. Dr. Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi övgüsü üzerinden, cemaate dolaylı bir destek sağlanmasına yardımcı oluyordu. 

Prof. Dr. Mardin,  "Bediüzzaman Said Nursi" adlı kitabında, Said Nursi güzellemesi yaparak şunları söylüyordu: "Modernleşme yanlısı seçkinlerin safına katılmayan, yoksul kesimlerden destek arayan Said Nursi'nin, radikal-dinci bir düşünür olarak yaptığı, halkın gündelik hayatında önemli yer tutan kültürel kaynaklara, dini söylemlere birlikte sahip çıkarak bunları modern bir topluma uyum sağlayaak biçimde zenginleştirmekti." 

Mardin, Neşe Düzel'e verdiği söyleşide Fethullah Gülen'in yorumlarının "çok özgün" olduğunu ifade ederek, cemaat hakkında şu sözleri sarf ediyordu: "Gülen cemaatine 'nötr' diyeyim. Çünkü ne olduğunu bilemiyoruz. Fakat dünyada böyle büyük bir çark var. Gülen hareketinin o çarktan olumlu ya da olumsuz etkilenmemiş olması mümkün değil. Ben Gülen cemaatinin o çarkın nasıl bir parçası olduğunu ve o çarkın içinde nerede durduğunu çıkaramıyorum."

Mardin ve benzeri akademisyenlerin, Said Nursi gericiliği ve türevlerine sağladığı bu destek de, elbette asla unutulmayacak.