Apayrı coğrafyalardan, apayrı çevrelerden geldiler. Biri Karadeniz’in kıyısından, diğeri Nurhak dağlarının doruklarından. Biri Samsun-Çarşamba dolaylarında Nakş-i Bendî tarikatını örgütleyen kişinin sülalesinden, diğeri Maocu Halkın Birliği çevresinden... Biri aile çevresi gibi gerici, yobaz değildi ama komünistlere karşıydı. Diğeri ise kendisini devrimci sayıyordu, ama o da TKP’ye, Sovyetler Birliği’ne karşıydı. Başka koşullarda olsaydı birbirlerinin de can düşmanı olurlardı. Komünistleri tanıdılar, birbirleri için hayatlarını feda edecek derecede canciğer oldular.
Beraberlikleri kırk yıla dayandı. Kırk yıla yakın sanayide çalıştılar. Bir o kadar da sınıf mücadelesinin neferi oldular. Bugün ikisi de emekli. Ama... “Sınıf mücadelesinde emeklilik yok. İkimiz de parti saflarında, mücadelenin içindeyiz” diyorlar...
Aklıma yatarsa kabul
İşçi olarak çalışan bir kadınla evlenip, Almanya’ya gelen İbrahim anlatıyor: “Hayatımda ilk kez bir eve ayakkabımı çıkarmadan girdim. Aboo, bir de ne göreyim, duvarlarda TKP afişleri, orak-çekiçler... ‘Bunlar hemen inecek duvardan’ dedim.” Eşi umursamaz. “Bu benim, işte” der, “işine gelirse.” Anlaşırlar; İbrahim bir süre ne yaptıklarına bakacak. Aklına yatarsa iyi, yoksa afişler kalkacak.
Ali’nin öyküsü de neredeyse aynısı: “Nurhak’ta mücadele sert. Bir dayım TSİP’li, bir dayım TKP’li, didişip dururlar. Bense ikisine de karşıyım. Onlara ‘sosyal faşist’ diyen Halkın Birliği’nin militanıyım. Lise bitti, Mainz’a babamın yanına geldim. Eve bir girdim ki, duvarlar yekpare DİSK, TKP afişleriyle süslü. ‘Bunların bu evde ne işi var? İndirin bunları hemen’ dedim.” Babası karşısına dikililir: “Aklını başına topla. Sen gidersin, bu afişler inmez!”
Bambaşka bir dünya
Ali’nin evi neredeyse mutfağında hep sıcak çorba bulunan bir Bektaşî dergahıdır. Karnı acıkan gelir, karnını doyurur, gider; parası biten gelir, cebine harçlık alır gider. Sazlar çalınır, türküler, marşlar söylenir. Gelenlerin tümü solcudur, çoğunluğu da TKP sempatizanıdır.
İbrahim’in eşi ise militan bir işçidir. Kentteki TKP’lilerle birlikte dur durak bilmeksizin çalışmaktadır. Toplantılar, yürüyüşler örgütlemekte, o yıllarda sıklıkla yükselen grevlere dayanışmaya koşulmakta, bildiri dağıtımına, gazete satışına çıkılmaktadır. Bu arada bir de işçi derneği... Neredeyse haftanın boş geçen günü yoktur.
Ali Yıldız, önce Maocuları arar, bulur. Onların derneğine gitmeye başlar. Fakat gelişmiş bir sanayi ülkesinde dünya Nurhak’takinden çok farklıdır. Kırlar kenti değil, çoktan kentler kırları fethetmiştir. O çevrede konuşulanların boşluğunu, işçi sınıfından, devrimci marksizmden uzaklığını hemen fark edecektir. TKP’lilerin söylemleri ise çok daha farklı, mücadeleleri çok daha somuttur. “Alman Komünist Partisi’nin bir etkinliğiydi. TKP’liler bir stand açmışlardı. Atılım’ı tanıtıyor, Türkiye’deki sınıf savaşını, Almanya’daki yabancı işçilerin sorunlarını anlatan broşürler, bildiriler dağıtıyorlardı. Zaten tanışıyoruz. Yanlarına gittim. Hemen beni aralarına aldılar.” Sonra gülüyor: “Elime bildiriler tutuşturdular, ‘haydi, boş durma, sen de dağıt’ diye... Böylece mal elimizde kaldı.”
Bambaşka bir mücadele kültürü
Her ikisi de etkinliklerde TKP’lilerle birlikte koşarak, işçi derneğinde düzenlenen toplantılarda anlatılanları dinleyerek, bir yandan da okuyarak... Fakat en önemlisi, işçiliğe adım attıkları andan itibaren, anlatılanları somut yaşayarak... Kapitalist sömürünün ne olduğunu kemiklerinde hissederek... Kısa keselim: Her iki evde de duvarlardaki afişler inmez, aksine çoğalır.
Yoldaşların, “toplanılacak” dendiğinde, kazması-küreği, kaynak torçu, çekici ya da kalemi... Ellerinde ne varsa atıp, yola çıktıkları bir parti kültürünü tanırlar. Partilerinin öngördüğü eylemleri eksiksiz kendi kentlerinde, hem de yığınsal etkinlikler olarak gerçekleştirirler.
Rheinland-Pfalz eyaletinin başkenti Mainz, o sıralarda dinci gericiliğin örgütlenmesine, konsolosluk ve kent belediyesinin elbirliğiyle destek verip önayak oldukları bir kenttir. Öte yandan sol siyasetler ve Mao taraftarları da kentte faaliyet göstermektedirler. Bunların tümü farklı cephelerden TKP’ye, eylemlerine sataşmayı, taraftarlarına saldırmayı da ihmal etmemektedirler. İşte bu ortamda Ali ve İbrahim yoldaşlarımız, diğer parti üyeleriyle birlikte bütün bu saldırıları püskürtmeyi ve giderek tümünü kendi kabuklarına çekilmek zorunda bırakmayı başarırlar.
Sanayi proletaryasının iki eri
Bu arada ikisi de örnek birer sanayi işçisi olarak çalıştıkları fabrikalarada öne çıkarlar; tüm işçi arkadaşlarının saygı ve güvenini kazanırlar. Artık, komünist olduğu bilinen birer işçi lideri ve sendika temsilcisidirler. İşçiler arasındaki bu konumları kırk yıl boyunca, emekli olana dek giderek daha da pekişerek devam edecektir.
Boşluğa düşmeksizin devam
Böylesine aktif bir önemde, bu insanların tüm yaşamlarını adadığı partiyle bir anda bütün ilişkilerinin kesilmesinin, kimsenin arayıp sormamasının ne büyük şaşkınlık yaratacağını hayal etmek bile zor olmalı.
Yıllar yılları kovalar. Bir dönem partisiz kalırlar, ama dünya görüşlerini, bağlı oldukları ilkeleri, sınıf bilincini kaybetmezler. Ve...
TKP’nin Almanya’da yeni baştan örgütlendiğini duydukları anda onlardan bekleneni yaptılar: Partiye başvurdular. Merkez Komite, bu iki işçi yoldaşımızı geçmişlerine saygıyla üye kaydetmedi; üyeliklerini yeniledi!
Bugün her ikisi de işçi emeklisidir. İkisi de komünizm mücadelesinde emeklilik olmadığının ispatıdır. Halen bulundukları kentte partili mücadeleyi sürdürmekte, parti bayrağını kıvançla taşımaktadırlar.