“Sivas Meslek Sanat Lisesi”nde ikinci sınıftaydım. Gazetelerde devrimcilerin mücadelesini, onlara yapılanları okuyor, toplumda görebildiğimiz haksızlıklara bakıyor, üzüntü duyuyorduk” diyor Cafer yoldaş, “fakat hiç bir şey bildiğimiz de yoktu.” Böylece başlamış Dev Genç’e sempatisi. Okullarının karşısındaki öğretmen okulunda siyasi mücadelenin daha hedefli ve bilinçli yürütüldüğünü düşündükleri için oraya bakarlar, kendi aralarında toplantılar yaparlarmış. “Toplumsal düzene kaşı çıkmanın çoğunlukla bir bedeli oluyor, ödemeyi göze alacaksın.” Nitekim meslek lisesine giderken bir şiir yüzünden okuldan uzaklaştırılır. Böylece bir yılını yitirir. Meslek Lisesi'ni bitirdikten sonra evlenir ve İstanbul’a gider, bir fabrikada tornacı olarak çalışmaya başlar.
Komünistlerle ilk tanışma
Cafer yoldaşımız işte bu fabrikada ilk kez komünist hareketle tanışacaktır. Sendikal mücadelenin, özellikle DİSK çatısı altındaki birçok sendikanın, tabii başta Maden İş’in yükseldiği, grev ve direnişlerin birbirini kovaladığı yıllardır. Bu arada TKP de hızla örgütlenmektedir. O fabrikada da Maden İş’te örgütlü, aktif sendikal faaliyet yürüten işçiler vardır. “Tabii bunların komünist olduğunu bilmiyorduk, ama söylediklerini doğru ve haklı buluyordum. Madem haklıydılar, o zaman omuz vermek şarttı.” Böylece koşturmaca da başlar. Dur, durak yoktur. Vardiya bitiminde muhakkak grevdeki bir fabrikaya, oradaki grevcilerle dayanışmaya koşulmaktadır. Grev çadırlarında nöbete durulmaktadır. Henüz örgütlenememiş fabrikaların önünde bildiri dağıtılmakta, geceleri yazılamaya çıkılmaktadır. Kendi fabrikalarında da arada direnişler eksik olmaz.
Parti saflarına katılış
İşte bu mücadele sırasında partiye girme önerisi alır. “İyi ama bana bir şeyler verin de önce okuyup, anlayayım” der, eline parti programını verirler. Gizlilik şarttır, mücadeleyle birlikte polis baskısı da yükselmektedir. “Açıkçası” diyor, “tam bir gizlilik içinde, kimse fark etmesin diye gece yarısı, mum ışığında okuduğum programdan hiçbir şey anlamadım.” Ama bir şeyi çok iyi anlamıştır: Okul yıllarındaki, devrimci olduğunu düşündüğü çabaların işçi sınıfıyla, sınıf mücadelesiyle hiçbir bağı olmadığını... Bu da ona yeter. 1976’da parti saflarına katılır.
1976 1 Mayıs’ı öncesi hazırlıkları, fabrikadan fabrikaya koşturmalarını anımsıyor. Aslında mücadele çetindir. Örneğin, sahibinin MHP’li olduğu bilinen bir Sancak Tül vardır. İşçiler üzerindeki baskıların dillerde dolaştığı, bahçesinde kurt köpeklerinin, silahlı bekçilerin gezdiği bir fabrika. Sık sık orada örgütlenme amacıyla kapısında bildiri dağıtmaya giderler. “Sonunda bizimle başa çıkamayacaklarını anlayınca, başka yöntemlere başvurdular; Maden İş’in Safaköy’deki bürosunda otururken bizi kurşunlattılar” diyor, sonra da gülüyor: “O zamanlar oraları jandarma bölgesiydi. Hemen jandarmalar geldi. Bizi kurşunlayanlar kaçtı, jandarma bizi tutuklayıp, götürdü.”
Ve 1 Mayıs 1977
Güvenlik görevindedir. Korteji diğer yoldaşları ve işçi arkadaşlarıyla birlikte, birer metre mesafeyle kuşatarak Saraçhane’den yukarıya doğru yürümektedirler. Onlar alana vardıklarında kortejin tamamı henüz alana girememiş, arada duraklamıştır. Ortalarda bir yerlerde bir karışıklık olduğu bellidir. Hemen sonrasında Kazancı Yokuşu başında çok kötü olaylar olduğu haberi gelir. Oraya doğru ilerlemek isterler ama bu mümkün olmaz. Sorumlulardan gelen “buraya kadar, artık geri dönün, zaten yarın işbaşı yapacaksınız, evlerinize gidin” talimatı üzerine dağılırlar. Alandaki olayları ancak ertesi gün gazetelerden okurlar. Fakat neyin ne kadar doğru olduğu da belirsizdir. “Şimdiki gibi değildi. Hemen birim toplantısı yaparak partinin değerlendirmesini dinleme, tartışma olanağımız yoktu. Politika gazetesindeki haber ve yorumları okuyarak bir süre beklemek zorunda kaldık.”
İşçilerin örgütlenmesini istemeyenlerin çeşidi çok
Cafer yoldaş o mücadeleler sırasında bir şeyi daha açıkça görmüştür: “İşçilerin örgütlenmesini, ortak mücadelesini engelleme çabaları tek bir köşeden gelmiyor. Bize kurşun sıkanlardan çok, solcu kisvesi altındaki girdiler en kötüsüydü.” Nitekim, 1 Mayıs hazırlıkları sırasında onlar işçileri örgütlenmeye, hep birlikte alanları doldurmaya çağırırken, başka birileri de fabrika fabrika gezerek karşı propaganda yapmaktadırlar. “Biz tam üç hafta evimize gitmedik, doğru dürüst uyumadan canla başla koşturduk. Ne var ki, biz böylece işçileri toplamaya çalışırken, onlar tam tersini söylediler. ‘Bu 1 Mayıs mitingi TKP’nin gösterisidir, sakın oraya katılmayın’ dediler.” Özellikle Doğu Perinçek’in başını çektiği Maocuların gayretkeş karşı propagandasına, başkaca bozguncu girişimlere rağmen, Türkiyenin o güne dek gördüğü en yığınsal 1 Mayıs mitingi olur. “O dönemdeki bozguncu faaliyetlerin bir kısmını ben anlatmayayım; Gün Zileli ‘Havariler’de itiraf etmiş, merak eden ibretle onu okusun. İşte bu tür yöntemlerle engelleyemeyince kurşunladılar.”
* * *
Askerden sonra yeni bir çalışma alanı
Bu sırada araya askerlik girer. “Fakat Parti askerde de beni yalnız bırakmadı. Bir seferinde bir asteğmen, bir başka sefer bir başkası... Arada birkaç kez beni ziyarete geldiler. Bir ihtiyacım olup, olmadığını sordular." Askerliği Bayburt’ta devam eder. Orada parti yoktur, fakat farklı sol hareketlerden askerler vardır. Birbirlerini bulurlar. 1979 1 Mayıs’ını orada alayın yemekhanesinde birlikte kutlarlar.
Askerlik bittikten sonra artık eski fabrikasında işbaşı yapamayacağı anlaşılır. Mimlenmiş, kara listeye girmiştir. Partide, kendi kasabasında, Samsun’a bağlı Havza’da bir işyeri açmasına ve orada çalışma yapmasına karar verilir. Ailenin elinde avucunda ne varsa bir araya getirerek bir tesisatçı dükkanı açar. “Alet edevat ve malzemeler çok pahalıydı, o zaman için külliyetli bir parayı yatırdık, ama dükkanı bir gün bile açık tutamadık.” Sınıf mücadelesi giderek keskinleşmiş, şiddet her yere hakim olmuştur. Dükkan hemen mimlenir. “Gündüz kasabaya inip, çalışma yapıyor, geceleri ise dağa çıkıp, orada saklanıyorduk. Evde kalsak, anında ya tutuklanacaktık, ya da karşıt bir grubun saldırısına uğrayacaktık.” Bu arada köydeki Dev Yol’cularla dağda seminerler yapmayı da ihmal etmezler. “Bu gençler aslında devrimci harekete inanmışlardı, ama ne işçi sınıfının mücadelesinden haberleri vardı, ne bilgileri, ne de söyleyecek lafları. Öte yandan Samsun’da iyi adamları vardı. Arada ya onlar gelir, ya da biz Samsun’a gider birlikte oturur, konuşur, tartışırdık.”
Yurtdışına çıkış
Parti, artık bu yöntemlerle orada çalışmanın doğru olmadığına, bir şey de getirmeyeceğine karar vermiştir. O bölgedeki çalışmalardan sorumlu yoldaşı kendisine bunu bildirir. “Sekreterim ‘Bazı yoldaşları yurtdışına çıkarıyoruz. Olanak bulabilirsen seni de gönderelim’ dedi. Bir buçuk metrelik bir çukur kazdım, tüm kitaplarımı, silahımı iyice sarıp sarmalayıp, oraya gömdüm. Yola koyuldum...”
Ne var ki, Almanya’ya geldikten sonra bir süre parti ilişkisi kurulamaz. Çünkü, saptanan randevu günü, o sırada hamile olan eşi, yoldaki sürekli jandarma kontrolü, heyecan, korku sonucu otobüste fenalaşır. Acele hastaneye kaldırılır. O gün bir bebeklerini kaybederler. İşte bu telaş sırasında son randevuya gidemez. O koşullara karşın, yine de kabahati kendisine yüklüyor; “Acemiyiz işte” diyor, “o telaş arasında randevuyu unuttuk. Olur mu öyle şey?”
Başka bir dünya, başka çalışma koşulları
Frankfurt’tan bir partilinin onunla ilişki kurması için bir süre daha geçer. Çok daha sonraları, Almanya’da onunla ilişki kuracak olan sorumlunun partiyle bir sorunu çıkmış ve görevden uzaklaştırılmış olduğunu öğrenecektir. “Türkiye’den sonra burada bana her şey acayip geldi. Parti çalışmalarının gevşekliği, disiplin...” İlk kez Alman komünistlerle ortak bir 1 Mayıs hazırlık toplantısına katıldığında nevri dönmüş. “Bir baktım, bir yandan konuşuyor, bir yandan içki içiyorlar. Sonunda bazıları sarhoş oldu.” Dayanamayıp, toplantıyı terk eder. Otomobille geldikleri yoldan gerisin geriye yürümeye başlar. Önünde en az otuz kilometre yol vardır. Yarım saat yürüdükten sonra yolda onu bulurlar, zorla ikna edip arabaya alır, evine götürürler. “Sonraları, yavaş yavaş alıştım. ‘Buradaki koşullarda ancak bu olabiliyor’ demeye başladım.”
İçindeki TKP’yi terk etmeden partiden uzaklaşmak
“Dedim ya, ilk okuduğumda Parti Programı’ndan hiçbir şey anlamamıştım. Çok sonradan Samsun’da daha bir dikkatle, üstünde durarak okumuştuk.” Programda fakat sosyalizm yoktur. Almanya’da zaman içinde bu daha da açıklıkla bilincine yükselecektir. Bir sarsıntı da 12 Eylül sonrası, darbe üzerine tartışmalarla birlikte gelir. “Parti darbenin adını koyamıyordu. Parti yöneticileri bunu, ‘konjonktür faşizm demeye müsait değil’ diyerek açıklamaya çalışıyorlardı.” Bu hiç de inandırıcı gelmez, ama duracak, tartışmayla vakit geçirecek zaman değildir. Almanya’da da mücadele, dolayısıyla koşuşturma şarttır. İşçi derneklerinde çalışmalar, toplantılar, seminerler birbirini kovalar. Ta ki, TBKP kurulana, TKP ve TİP yöneticileri Türkiye’ye dönene dek. “Aslında Parti’nin legale çıkmasını çok istiyordum. Böylece bambaşka mücadele olanaklarına kavuşacaktık.”
Ne var ki, gelişmeler beklediği gibi olmaz. Yeni TKP yönetimince yazılan ve söylenenler aklına yatmaz, onda tepki doğurmaya başlar. Fakat var olana zarar vermemek adına susarak partiden uzaklaşır. ”Partiden uzaklaştım” diyor, “ama içimdeki TKP’yi hiçbir zaman terk etmedim.”
17 Yıldan sonra
Almanya’da siyasi mülteci olarak sığınma talebi kabul edildikten sonra 17 yıl pasaport alamaz. “Parti yöneticileri pasaport aldı, ben alamadım.“ Neden sonra araya başkalarının girmesi sonucu bir T.C. pasaportuna kavuşur ve Türkiye’ye gider. Samsun’da gezerken birden bir TKP tabelası gördür, yüreği ağzına gelir. “Dur bakalım, bunlar kimdir, ne yapıyorlar, diyerek hemen içeri daldım.“ Orada, annesinin cunta sırasında çok işkence gördüğünü, bu yüzden felç olduğunu söyleyen bir öğretmenle tanışır. Ne yazık ki, annesi eski TKP’ye eleştirel baktıkları için yenisine uzak durmakta imiş. “İtiraz ettim. ‘Önce anlamaya çalışmak lâzım‘ dedim. Bakalım nesini eleştiriyorlardı. Belki bizim göremediğimiz, aklımızın ermediği yanlar da vardır. Nitekim, biz de özellikle son dönemlerini eleştirmiyor muyduk?“ Cafer yoldaşımızın örgütlü komünist mücadeleyle ilişkisi işte böylece tekrar kurulmuş olur.
Döndükten sonra da Almanya’daki partililer ona parti yayınları ve çeşitli belgeler göndermeye başlarlar. Sonrasında partinin Almanya sorumlusu onu bulunduğu bölgede de ziyaret eder, buluşur, tanışırlar.
Üye olmadan partili olmak
Cafer yoldaş, gelen dergileri, belgeleri okumakla yetinmeyip, çevresindekilere aktarmaya, onlarla o doğrultuda tartışmaya başlar. Bu arada eline TKP’nin ‘Nasıl bir Türkiye İstiyoruz?‘ başlıklı broşürü geçer. Burada yazılanlara aynen katılmaktadır. Güvendiği, tanıdığı solculara, kimi eski yoldaşlarına bu broşürü birlikte okumayı önerir. “Partili değildim, ama partinin yazdıkları aynen aklıma yatıyordu, o fikirleri savunuyordum. Böylece partiye üye olmadan çevrede adımız TKP’liye çıkmış oldu.“
Tekrar yuvaya kavuşmanın sevinci
“Kızıl bayrağımızın TKP saflarında yeni baştan yükselmekte olduğuna güvenim adım adım arttı. O sırada Opel’in merkezi Rüsselsheim’daki bir toplantı… Ardından Almanya’daki TKP’lilerin her yıl düzenleyerek geleneksel hale getirdikleri kamp… Ve Berlin’deki Almanya Konferansı… Ben ve eskiden tanıdığım dört yoldaşım, hep birlikte dilekçelerimizi verdik. Dedim ya, zaten herkes bizi TKP’li biliyordu. Böylece tekrar yuvama kavuşmuş oldum.“
(Kısa süre önce, uzun yıllardır çalıştığı fabrikadan emekli olan Cafer yoldaşımız artık parti çalışmalarına daha çok vakit ayırabileceğini düşünerek seviniyor.)