Düzen şiddeti her alanda üretmeye ihtiyaç duyuyor

Minevra’nın dediği gibi kollarını kavuşturup beklemektense ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak mutluluk ve aynı zamanda yarınlarımız için umut kaynağı.

KDK Sözcüsü Gizem Batı Ayaz

Şiddet ve sömürü her geçen gün daha da artarken bir 25 Kasım daha geldi çattı. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü, 1999 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kararıyla ilan edildi. Bugün tarihini, aslında önemli bir mücadeleye dayandırıyor.

1960 yılında Rafeal Trujilo tarafından diktatörlükle yönetilen Dominik Cumhuriyeti’nde, Trujilo ABD’nin desteğini de alarak Latin Amerika’da boy gösteren sosyalist devrim arayışlarına karşı iktidardayken, aynı yıllarda sosyalist devrimi gerçekleştirmiş Küba’yı takip eden ve ülkelerinde bu karanlığı yıkmak için mücadele eden 14 Haziran örgütünün içinde olan “Kelebekler” (Las Mariposas) adı ile anılan üç kız kardeş (Maria Teresa Mirabel, Minevra Argent Mirabel, Patria Mercedes Mirabel), Trujilo tarafından kilise ile birlikte ülkedeki iki tehditten biri olarak gösterildikten günler sonra kaza süsü verilip tecavüz edilerek vahşice öldürüldüler. Ölümleri sosyalist devrim arayışını durdurmadı, verdikleri mücadeleye bıraktıkları sözler ise aynı arayışı gerçekleştirmek için mücadele eden, ne olacak halimiz demeyen, kaderini eline alan emekçi kadınların yoluna ışık tutuyor.

“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü”-Minevra Argentina Mirabel, 1926

Kadına yönelik şiddetten bahsederken, daha fazla somut olarak hissedilebilen istatistiğe vurulan fiziksel şiddetin ötesinde sözel, cinsel, psikolojik, ekonomik gibi şiddetin birçok yüzünün olduğu çoğu zaman unutuluyor ya da şiddetin bu türleri kanıksanıyor. Ekonomik şiddet ise yapılan çalışmalara göre diğer şiddet türlerine kıyasla yaşanılma farkındalığı açısından en az anlaşılan şiddet türü olarak karşımıza çıkıyor. Ekonomik şiddete bağlı karşılaşılan problemlerin kadınlar tarafından şiddet olarak algılanmaması, aynı zamanda ekonomik şiddetin çoğu zaman diğer şiddet türleriyle birlikte yaşanması bu şiddet türüne karşı farkında olamama halini destekliyor. 

Düzen şiddete her alanda ihtiyaç duyarken çalışma koşullarında günlük hayatta şiddet her gün yeniden üretilmeye devam ediyor. Pandemi ve sonrasında giderek her geçen gün derinleşen ekonomik kriz, içinde yaşadığımız koşullar, şiddetin çalışma alanlarında da kadınlar için yeniden yeniden üretildiği yerler olarak karşımıza çıkıyor. Kayıt dışı-sigortasız çalıştırılma oranlarının artışı, ücret eşitsizliği gibi problemlerin yanı sıra taciz ve fiziksel şiddet de çoğu zaman çalışmaktan uzaklaşmaya sebep olarak çalışma yaşamındaki şiddetin farklı türleri olarak, yaşadığımız sömürü düzeni içerisinde, kadınların hayatta kendilerini eşit bireyler olarak var etmelerinin önünde engel olmaya devam ediyor. Öte yandan şiddetin farklı türleriyle çalışma koşullarında karşılaşan kadın yaşamın diğer alanlarında var olan şiddetin beslenmesiyle bitip tükenmeyen bir döngünün içinde deviniyor. Kadın işgücüne aileden başlayıp hayatın her alanında ihtiyaç duyan kapitalist düzen yarattığı eşitsiz koşullarla, düşük ücretlerle, zaman zaman göstermelik olarak yapılan anlaşmalar/sözleşmeler olsa da şiddeti meşru kılan koşulları sürdürmeye devam ederek sömürü düzeni içerisinde kadını terbiye ederek daha fazla sömürmeye devam ediyor. Kadınların çalışma hayatına eşit şekilde katılamamasının altında yatan sosyal, ekonomik ve mevcut düzenin devamlılığının sağlanabilmesinin gereği olan bir dizi sebebi/sorunu sıralayabiliriz. Sonuca baktığımızda ise iş gücüne katılım konusundaki istatistikler aslında dolaylı olarak bu sömürü düzeninde ekonomik anlamda kendini var etmesinin koşulları olmayan kadının, daha fazla şiddete açık olmasına yol açıyor. 

TÜİK’in açıkladığı 2022 yılının 3. çeyreğine ait işgücü istatistiklerine göre toplam istihdam oranı yüzde 47,5 olarak açıklanırken, bu oran erkeklerde yüzde 64,9 kadınlarda ise yüzde 30,5 olarak kaydedildi1. DİSK-AR’ın işsizlik ve istihdamın görümüne dair yayınladığı rapora göre geniş tanımlı işsizlik pandemi öncesine göre 1 milyon 67 bin, son bir ayda 139 bin kişi artarak yüzde 20,3’e ulaştı. Geniş tanımlı işsiz sayısı 7,5 milyon üzerindeyken genç işsizliğinde artış eğilimi devam ediyor. TÜİK verilerinden yapılan hesaplamaya göre gençlerde geniş tanımlı işsizlik yüzde 36,6 düzeyinde, genç kadınlarda (15-24 yaş) işsizlik oranı ise yüzde 48’i aşmış durumda. Her 100 kadından yalnız yüzde 18’i kayıtlı ve tam zamanlı çalışyor2.

İktidarın kadınlara yönelik “devrim” niteliğinde attığı adımların bir sonucu olan yukardaki veriler yetmediyse durumu anlamak için, bir de Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)’nün 2019 verilerine göre kadına şiddet oranının yüzde 38 yani neredeyse 10 kadından 4’ünün şiddete maruz kaldığı verisini akılda tutup, Avrupa ve OECD ülkeleri arasında fiziksel ve veya cinsel şiddet gören kadın oranında birinci sırada olduğumuzu kenara yazmakta fayda var. Öte yandan özgürlüklerin diyarı olarak sunulan ABD yüzde 36 ile 4. sıradayken, çağdaş medeniyetlerin beşiği olarak gösterilen Avrupa ülkelerinde Danimarka (yüzde 32), Finlandiya (yüzde 30), İngiltere (yüzde 29), İsveç (yüzde 28), Norveç (yüzde 27), Fransa (yüzde 26) ise yüzdeliklere bakıldığında durum çok da farklı değil3. İşte bu yüzden eşitsizlik, sömürü ve kadına yönelik şiddet kapitalizmin hüküm sürdüğü tüm ülkelerde artmaya devam ediyor. 

AKP döneminde şiddet ve sömürü daha da tırmanırken iktidarın, kadın hak ve özgürlükleri konusunda yaptıkları “devrim” lerden söz edip bunlara 3 çocuklu boşanmış kadınlara ev alırken 300 bin TL konut desteği sağlanacağını eklemesiyle, helalleşme durakları bir türlü bitmeyen muhalefetin açılımlarıyla, kriz bahnesiyle en önce kadınları işten çıkaran patronların herhangi bir atılımıyla, yaşanılan sorunların hiç birini çözemezler. 

Yaşadığımız eşitsizlikleri yaratan bu sömürü düzeninin değişmeden devam etmesi, Türkiye’nin 10 Şubat 2009’da, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün kadın-erkek eşitliğini sağlayan ve kadın istihdamını teşvik eden 100, 11, 122 ve 142 sayılı sözleşmeleri4 imzalamış olmasına rağmen hâlâ eşitsizliğin neden giderek arttığını, şu an feshedilmiş olan İstanbul Sözleşmesi’nin veya 6284 sayılı kanunun ülkemizde yürürlükte olan yıllarda da kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin nasıl artmaya devam ettiğini bizlere açıklıyor. 

Bu haftanın başında TKP, Kadın Çözüm Belgesini yayınladı. Kadına Yönelik şiddetin önlenmesi, çalışma yaşamında eşitlik, aile içi cinsiyetçi iş bölümünün sonlandırılması, toplumsal yaşamın laiklik ilkesi doğrultusunda yeniden yapılandırılması, eşit yurttaşlık ve anayasal haklar için iktidara geldiğinde kadının kurtuluşu için işe hangi adımlarla başlayacağını kadın sorununu nasıl çözeceğini somut bir şekilde açıkladı4

Şiddeti yaratan koşullarla mücadele edip değiştirmeden şiddetten kurtulmanın bir yolu yok. Kökenini bu eşitsizlik ve sömürü düzeninden alan şiddeti yok etmenin yolu, karşıtının güçlenmesinden, bu düzenle mücadele edip eşit ve özgür bir düzeni yaratacak iradenin bir araya gelmesinden, örgütlenmekten geçiyor. Yerelliklerde semtevlerinde, iş yerlerinde kurulan Kadın Dayanışma Komiteleri’nde kadınlar bir araya geliyor, bu düzende yaşadığımız problemlere karşı dayanışmayı örgütlerken yarınında şiddetin sömürünün olmadığı, eşit ve özgürce yaşayacağımız bir ülkeyi kurmak için mücadele ediyor. 

Minevra’nın dediği gibi kollarını kavuşturup beklemektense ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak mutluluk ve aynı zamanda yarınlarımız için umut kaynağı. 

Çünkü çözüm biziz onlar değil! Hak ettiğimiz eşit, özgür ve laik ülkeyi biz kuracağız, biz yöneteceğiz!