Dinlemenin ve İzlemenin Ritmi | Fransız Ulusalcılığı 3: Berlioz - Requiem

Fransız Ulusalcılığı serisinde bu hafta Hector Berlioz’un Op. 5 Requiem’inden bir bölüm paylaşacağız.

Haber Merkezi

Müzikte ulusalcılık akımının Fransız müziğindeki örneklerine yer verdiğimiz seride bu hafta, Hector Berlioz’un Op. 5 Requiem’inden bir bölüm paylaşacağız.

Fransız Ulusalcılığı yazı serimizin ilk paylaşımında da Berlioz’a değinmiştik. Büyük Fransız bestecinin müziğine ve yaşadığı dönemin Fransa’sına yakından gözlemlemeye kaldığımız yerden devam edelim.

Hector Berlioz (1803 – 1869), müzikte romantizmin başlıca temsilcilerinden biri olmuştur. Romantizm, yalnız müzikte değil, edebiyat ve resim sanatlarında da etkisini bu dönemde göstermiş bir “duruş” haline gelmiştir. Bu nasıl bir duruş veya tavırdır?

1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi, dünya tarihinde gerçekleşen en köklü değişim dönemlerinden biridir. Dönemin büyük filozofu Immanuel Kant’ın felsefe dizgesinde merkezi konumda olan “saf akıl” düşüncesi (ilk basımı 1781’de yapılan Saf Aklın Eleştirisi’nde gösterildiği gibi), insanların Tanrı’nın, kilisenin ve başlıca monarşik figürlerin cezalandırma ve ödüllendirme yetkisinden dolayı eylem gerçekleştirmelerine karşıt olarak, kendiyle yaşamı biçimlendirmesi ve ahlaklı olmayı öngören aklı savunur. Bu düşünce biçimi, toplumsal dönüşüm ile birlikte ortaya çıkmış ve “Aydınlanma” adı verilen bu dönüşümün yankısı 1789 devriminde çınlamıştır. Bu devrimin ideal içeriği olduğu bilinmektedir. Devrimin gerçekleşmesinin zemininde yer alan bu idealler, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik olarak tarihe geçmiştir. Ancak devrimin sonuçları haliyle ve kaçınılmaz şekilde kanlı olmuştur. Şimdi, devrimin ardından bitmeyen süreç, önce devrimin kahramanlarından biri olarak görülen ama hemen ardından kendini İmparator ilan edip Fransa dışında gidebildiği her yere gidip işgaller serisi başlatan Napoleon Bonaparte ve onun yüzünden bitmeyen kan dökümü, 1789 devriminin ideallerini düşündüğümüzde olayların ne kadar farklı bir yöne evrildiğini göstermektedir.

Bitmek bilmeyen çatışmalar, idealizme karşı bir hayal kırıklığını haliyle ortaya çıkarmıştır. Yalnız kendi aklıyla bu dünyada varlığını sürdürme cesaretini göstermesi gereken insan, kardeşlik ve barış yerine bitmeyen çatışmalara sürüklenmektedir. Artık öne çıkan “ben” kavramı, tek başına bu hayal kırıklığı içerisinde kendisini doğaya teslim etmeyi istemektedir. “Ben”, doğada kaybettiği huzuru bulmayı istemektedir. Werther gibi… İşte romantizmin başlangıcı en kaba hatlarıyla böyle tarif edilebilir. Elbette bu dönemde kilise otoritesinin etkisi tamamen ortadan kaldırılmamıştır. Ama ilerleyen zamanlarda daha öznel bir içerikle dini mistisizm ile birleştirme çabaları da görülecektir. Ne var ki bu düşünce, elbette bilimsel ve reel bilgi üzerinden dünyayı anlamanın tam tersini teşkil etmektedir. Öte yandan sanayi ve teknoloji 19. yüzyılda gelişmekte ve kapitalist düzen ile bu düzen tarafından sömürülen proletarya arasındaki sınıf savaşımının çapı büyümektedir. Yukarıda bahsettiğimiz “ben” figürünün ilerleyen zamanlarda nasıl içerik değiştirerek burjuva sınıfının “yalnız ben” diye bağıran yaşam biçimine ne kadar uygun olacağı açıktır.

Hector Berlioz’un orkestra şefi olarak fotoğrafı, Rusya, 1867

Hector Berlioz, bu dönüşümlere tanık olmuş bir bestecidir. Berlioz, gerçekleşen politik dönüşümlere karşı ilgisiz olmuştur. Bu bakımdan onun, romantizmin “yalnız olmayı tercih eden” duruşu yeğlediği söylenebilir. Yukarıda bahsettiğimiz teknolojik ilerlemeler ile Berlioz’un kendi orkestra müziklerinde çalgı kullanımı ve müzisyen sayısının çoğaltılması arasında bir paralellik gözlemlenebilir. Daha önceki besteciler tarafından ya çok az ya da hiç kullanılmamış çeşitli çalgılara yer verilmesi veya hali hazırda kullanılan orkestra çalgılarının sayısının artırılması, Berlioz’un, günümüzün senfonik orkestra yapılanmasının kurucu figürlerinden biri olmasını sağlamıştır. Bu duruma örnek teşkil eden ve müzik tarihinin en geniş kadrolu müzisyen gerektiren eserlerinden biri, bestecinin Op. 5 Requiem’idir. Ama öncelikle Requiem kelimesini kısaca açıklayalım.

Requiem, Katolik Kilisesi’nde, ölen kişiler için gerçekleştirilen cenaze ayinidir. Bu ayinde duaların içeriği, Pazar ayinlerinden ve diğer dualardan farklıdır. Ölen kişinin Tanrı önünde vereceği ifadeyi, cennet, cehennem gibi konu başlıklarına göre içeriği olan dualar, Requiem’in toplamını oluşturur. Bu ayin türü, müziğe ilham kaynağı olmuştur. İlk örneği 1461 yılında yazıldığı tahmin edilen Johannes Ockeghem’e ait olan Requiem’in en ünlü örnekleri arasında kuşkusuz Wolfgang Amadeus Mozart’ın ve Giuseppe Verdi’nin Requiem’leri anılmalıdır.

Hector Berlioz’un Requiem’i, aslen 1830 Temmuz Devrimi’nin ölen askerleri için dönemin İçişleri Bakanı Adrien de Gasparin tarafından sipariş verilmiş bir eserdir. Berlioz, bu teklifi kabul etmiş ve eser üzerinde çalışmaya başlamıştır. Ancak bu devrim için gerçekleştirilmesi planlanan etkinlik sonradan iptal edilmiştir. Fakat bir başka vesile ise şöyle ortaya çıkmıştır: 1837 yılında Fransızların zaferiyle sonuçlanan ve Constantine Beyliği (Cezayir) ile gerçekleşen savaşta ölen General Damrémont ve askerler için düzenlenen törende, Berlioz’un Requiem’inin ilk seslendirilişi gerçekleştirilmiştir. Bu tören ve performans, 1837 yılının 5 Aralık günü Les Invalides’de yapılmıştır.

Les Invalides, Paris

Berlioz’un Requiem’i, yukarıda söylediğimiz gibi, müzik tarihinin en geniş kadrolu topluluk gerektiren eserlerinden biridir. Yalnız orkestra kadrosunda 20 tahta üflemeli, 12 korno, 4 tuba, 16 timpani, 10 zil, 50 keman, 20 viyola, 20 viyolonsel ve 18 kontrabas yer alır. Koronun kadrosu ise 80 soprano ve alto, 60 tenor ve 70 bas ses içerir. Dahası var: Eserin, kıyamet gününde evrenin dört bir yanından tınlayacak boru seslerinin tasvir edildiği “Tuba mirum” başlıklı bölümde devreye giren dört adet bakır üflemeli grubu, orkestranın kuzey, güney, doğu ve batı yönlerini çevreleyecek şekilde yer alır! Berlioz, günümüzün sinema ses sistemini (“surround” ses) 1837 yılında öncelemiş denilebilir! Elbette tüm bu detaylar, böylece yalnız işitsel değil, görsel bakımdan da doyumsuz bir ihtişamı temsilen kullanılmıştır dersek abartmış olmayız. Dolayısıyla burada burjuvazinin karakteristik özüne uygun bir bitimsiz “büyüklük” ile karşı karşıyayız. Uç noktalara varan tasvir etme biçimi ve bu uğurda efektleri olabildiğince geliştirme ve kullanma hedefi, burjuva sınıfının doyumsuz karakterine uygun olmakla kalmaz, söz konusu Requiem’in yazılış nedeni olarak ulusalcılık düşüncesini gösterişle temsil etmenin tarzını da ifade eder.

Söz müziğe bırakmanın zamanıdır. Hector Berlioz’un Requiem’inin yukarıda adı geçen bölümünün (“Tuba mirum”) yer aldığı “Dies irae” başlıklı ikinci kısmın tamamını dinleyelim. Bahsi geçen bakır üflemeliler topluluğu, kısmın ikinci yarısını teşkil eden “Tuba mirum” bölümünde tüm orkestraya katılıyor.

Berlioz - Requiem: Dies Irae