Deprem düzenin meşruiyetini sarstı mı? Hukuk, adalet, yurttaş hakları, sosyal politika

'AKP döneminde 'inşaat patlaması' ülke ekonomisinin kilit önemdeki özelliklerinden biri oldu. Suçu ve suçluları bu özellikle birlikte değerlendirmek gerekiyor.'

Haber Merkezi

Dayanışma Meclisi'nin ortak yayın organı olan Dayanışma Forumu'nun Mayıs 2023'te yayımlanan 8. sayısında, 6 Şubat depremi ele alındı.

"50 Soruda 6 Şubat Depremi: Deprem düzenin meşruiyetini sarstı mı?" başlıklı sayıda, neo-liberal saldırıların sonucunda devletin nasıl küçülerek yıkıma müdahale edemez hale geldiği ele alındı.

Dayanışma Forumu'nın 8. sayısının altıncı bölümünü soL okurlarıyla paylaşıyoruz.

25) Depreme karşı yeterli önlem almama sonucunda on binlerce insan kaybının hukuki sorumluluğu doğar mı? Depreme geç ve yetersiz müdahale edilmesi sonucunda binlerce yaşamın ölüme terkedilmiş olmasının hesabı sorulamaz mı?

Ali Rıza Aydın - Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü

Av. Özlem Şen

Arazi kullanımı, yerleşme, kentleşme, yapılaşma, sağlıklı çevre, konut ve yaşam hakları birlikte değerlendirildiğinde genel olarak inşaat konusu bireysel ve toplumsal yarar olarak bütünseldir; kamu hizmeti niteliğinde değerlendirilmelidir. Türkiye’de bu konu, dönemsel farklılıklar olmakla birlikte, fiziki planlama, inşaat ve oturma ruhsatları gibi konular dışında piyasaya bırakıldı. Arsa mülkiyeti ve devirleri, altyapı hizmetlerinin çoğunluğu, inşaat malzemeleri üretim ve dağıtımı, inşaat yapımı ve denetimi, bina satışları, uygulanamayan dönemsel sınırlamalar dışında kiralama işleri piyasada yürütüldü. İnşaat ve gayrimenkul sektörü sermayenin önemli iş, rant ve kâr alanlarından biri oldu; gayrimenkul yatırım ortaklıkları ve finans kapitalle birlikte büyüdü. Başta imar hukuku, af yasaları ve fiziki planlama olmak üzere bu alanlarda ortaya çıkan ya da çıkacak olan hukuksal düzenlemeler, planlama kararları ve değişiklikleri de siyaset düzleminin konusu oldu.

Konu Anayasada buyruk ve yasaklarla düzenlenmemekle, özel olarak güvence altına alınmamakla birlikte Anayasanın hak, özgürlük ve ödevlerle ilgili bölümlerinde yaşama, maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, yerleşme ve konut hakkı, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşam hakkı, mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla
sınırlandırılması ve kullanımının toplum yararına aykırı olmaması, hukuk önünde ayrımcılık yapılaması; “hukuk devleti ilkesi”, “devletin temel amaç ve görevleri”, “hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı”, “suç ve cezalara ilişkin esaslar”, “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu ve kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olması” hükümleri birlikte değerlendirildiğinde sorumluluk konusu geniş bir alanı kapsar.

İdari, cezai, mali, kusurlu ve kusursuz olarak hukuki, siyasi sorumluluğu içeren bu durum hem yasama, yürütme ve yargı organlarının anayasal ve hukuksal denetim düzeneklerini, hem denetim sonuçları ve bu denetimlerin amacına ulaşma hedefini, hem de denetimsizliği ve sonuçlarını kapsar. Pozitif yükümlülükler yanında, korumama/koruyamama, önlem almama, planlama ve eşgüdüm yapmama, ihmal etme, belirsizliğe ve öngörülemezliğe itme, bilimsel ve teknoloji gerek ve gelişmelere uymama, riski azaltamama ve önlememe, hukuksuzluğa göz yumma, hukuku ihmal etme gibi olumsuzluklar, hareketsizlikler de sorumluluğun alanına girer.

Toplumun tamamı veya bir kısmı için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, canlar alan, olağan hayatı ve insan faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan, doğayı katleden, doğa dengesini bozan insan kaynaklı her olay, içindeki dolaylı/dolaysız her insanı sorumlu kılar. Yasalar bu sorumlulukları, cezai, idari, hukuki, mali yönleriyle tanımlar; usul hukukunu ve yaptırımlarını gösterir.

Yerleşmeyle ilgili alanların belirlenmesi, toprak-su ve çevre kullanımı, kararların alınıp planların yapılması, alt yapı işlemleri, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların uygulanması, inşaat işleri, gayrimenkul kullanımı ve her aşamadaki denetimin hukuksal ve idari iş ve işlemleri nasıl birbirine bağlı ve bütün ise, buraya dâhil olan siyaset ile özel kişi ve kuruluşlar da bu bütünün içinde. Soyutlanamaz üretim, yapım ve ilişki ağı, bağlı olarak sorumluluk ve yükümlülük söz konusu. Ne her aşamadaki hukuksuzluk, plansızlık, eşgüdümsüzlük, kararsızlık ve eylemsizlik ne de iş ve işlemlerin devlet ya da özel tarafından yapılıyor olması sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamanın ve yaşam hakkının ihlal edilmiş olması sonucunu ortadan kaldırır.

İlgili düzenleyici işlemlerle hukuksuzluğa yol açan, karar, plan, işlem, iş ve denetim süreçlerine katılan, kayıtsız ve olumsuz eylemlerle katılmayan, görevini ihmal eden veya kötüye kullanan, eksik yapan veya hiç yapmayan, devrede olan ya da olması gereken, kusurlu veya kusursuz sorumluluğa dâhil olan kamu ya da özel kişilerin sorumluluk ve yükümlülükleri ortadan kalkmaz. Sorumlu ve yükümlüler, hiyerarşik yapıya ve olayın durumuna göre kontrol, teftiş, denetim, soruşturma ve kovuşturmalarla, kanıtlarla saptanır; sorumluluk çeşitlerine göre de disiplin cezası veya yargı süreciyle hükme bağlanır.

Hak arama nasıl anayasal bir haksa, toplumsal denetim ve hesap sorma da anayasal hak. Birincinin gerekleri, koşul ve sonuçları Anayasanın ve hukukun yasama, yürütme ve yargıdan oluşan anayasal denetim düzenekleri içinde yer alır. İkincisi ise siyasal ve toplumsal örgütlenmeler ve denetim yollarıyla, “dayanışma ve direnme hakkı”na kadar uzanan genişlikte; hukuksal ve olgusal meşruiyete sahip.

26) Sermayenin inşaatçı kesimlerinden hesap sorulmadan, siyaset düzleminin sorumlulukları ortaya dökülmeden üç-beş müteahhit üzerinden suçlu avı başlatılıp toplum aldatılabilir mi?

Ali Rıza Aydın - Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü

Av. Özlem Şen

Yukarıdaki sorunun yanıtının girişinde belirtilen durumun sonucu olarak siyaset, merkez ve yerellerde hem siyasal iktidarlarla, hem de parlamentodaki ve belediye meclislerindeki muhalefetle bir yandan ölçütler belirleyip sınırlamalar yaparak diğer yandan piyasanın önünü açarak ve emek gücünü denetim altında tutarak sermayeyle, onun istek, çıkar ve gereksinmelerine göre belirleyici oldu. 

Kamu ihalelerinde de aynı durum var.

Bu süreçte ortaklaşa ve zincirleme sorumluluk söz konusu. İmar affı çıkaran (siyaset), aftan yararlanmak için başvuran (sermaye) ve başvuru karşılığında yapı kayıt belgesi veren ve affın koşullarının yerine getirilmesi konusunda hareketsiz kalan (idare) bu sorumluluk paydaşlığının bir örneği.

“Yapılı çevre üretimi” siyasi, hukuki, idari, cezai, mali yönleriyle; planlama, önlem alma, düzenleme ve denetim eylem ve/veya eylemsizlikleriyle; görev, yetki, sorumluluk ve kaynak paylaşımlarıyla; üretim araçları, güçleri ve ilişkileriyle kapitalizmin ekonomi politiği içinde yapılıyor. Buradaki bütünsellik sömürücü düzenin içinde ve sömürenlerin söz ve karar sahipliğinde.

Öte yandan AKP döneminde “inşaat patlaması” ülke ekonomisinin kilit önemdeki özelliklerinden biri oldu.1 Suçu ve suçluları bu özellikle birlikte değerlendirmek gerekiyor.

Türkiye Komünist Partisi tarafından yapılan suç duyurusunda, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm bakanlar, bakan yardımcıları, afet bölgesindeki vali ve kaymakamlar ile AFAD, BTK ve Kızılay gibi ilgili kurumların tamamı yaşanan tablonun birinci dereceden sorumluları olarak şüpheliler arasında yerini aldı. Suç duyurusunda şüphelilerin Türk Ceza Kanunu’nda yer alan “Kasten öldürme” başlıklı 81. maddesi, kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi, kasten yaralama (m.86,87), görevi kötüye kullanma (m.257) ve soruşturma kapsamında toplanan delillere göre resen tespit edilecek diğer suçlar bakımından cezalandırılması istendi.

Fiili durumdaysa, bu kadar geniş bir alanda, bu kadar çok yerleşim yerinde ve bu kadar yaygın yıkım ve can kaybında kimi sorumlular için kavuşturma ve soruşturma başlatılmış olmasına karşın bütünsel olarak okunup değerlendirilemeyen bir eylemsizlik var. Diğer deyişle failleri meçhul gösterme yeğleniyor. Üstüne o failler içinden seçilenlere enkaz kaldırma, yeniden yerleşme ve yapılaşma işleri veriliyor, afetten önceki politika afetten sonra da devam ettiriliyor.

Bu yapıda suç ve ceza esasları, ceza hukuku, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi ne kadar çalıştırılırsa çalıştırılsın, hukuksal sonuç doğuran bir suçu işleyen kimse yani fail ne kadar ortaya çıkarılırsa çıkarılsın buradaki bireysellik sorunların çözümü için yeterli olmuyor. Siyasal ve toplumsal olarak yapma/etme sorumluluğu bireysel sorumlulukla aşılamıyor. ‘Sorumlu’ kavramının, kişiyi suça iten toplumsal, ekonomik, siyasal etmenlerle birlikte ele alınması gerekiyor. Suça iten yapı esas alınmadan suça itilenle yetinmek çözmüyor. Kapitalizmin felaketlerine kapitalizmin sorumluluğuyla bakmak, failleri ve meçhulleri sömürü düzeniyle okumak gerekiyor. Bilimi ve toplumsallığı yok sayma, plansızlık, eşgüdümsüzlük, hukuksuzluk ve sorumsuzluk kamusu ve özeliyle tek noktada birleşiyor; kendisini faili meçhul gösteren kapitalizmde… 

27) Türkiye’de deprem mevzuatının mevcut aksaklıklardan dersler çıkarılarak değiştirilmesi gerekmez mi? Atılması gereken en önemli adımlar hangileri olmalıdır?

Ali Rıza Aydın - Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü

Deprem/afet mevzuatı, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamasından, yaşamın beden ve ruh sağlığı içinde sürdürülmesinin sağlanmasından; çevre koşullarını gözeten bir planlama çerçevesinde yerleşme, şehirleşme, yapılaşma ve barınmadan; toplum yararına aykırı olamayacak doğa ve mülkiyet kullanımından oluşan ekonomik, sosyal, kültürel ve fiziki planlama bütünselliğinde bireysel ve toplumsal yaşam hakkının sürdürülmesi amacına yönelik pozitif hukuk belgelerini kapsar. Bu bütünsellik diğer doğal olaylardan, teknolojik ve insan kaynaklı olaylardan, ideoloji ve siyasetten, yasama, yürütme ve yargıdan oluşan yetkili devlet organlarından, merkezi ve yerel yönetimlerden ve hukuktan ayrı düşünülemeyecek, “görev, yetki, sorumluluk ve kaynak” paylaşımı, planlaması ve eşgüdümünden oluşan çok yönlü ve disiplinli bir alanı içerir.

Anayasada bu konuda özel hüküm, güvence, buyruk, yasak yer almıyor. Depremin öncesinde, sırasında ve sonrasında, afete dönüşmesinde, afetin öncesinde, sırasında ve sonrasında yapılması gerekenler, düzenlemeler, önlemler Anayasada ancak genel hükümlerle ve yorumlarla değerlendiriliyor. Anayasadaki tek gönderme “Olağanüstü hal yönetimi” başlıklı 119. maddede “tabii afet” olarak yapılıyor, cumhurbaşkanının OHAL ilan edeceği durumlar arasında “tabii afet” de sayılıyor. Bu anayasal genellik, yasakoyucuya ve bağlı olarak idari düzenleme yapma yetkisi olanlara geniş ve esnek bir alan bırakıyor.

Mevzuat esnek, belirsiz, öngörülemez durumuyla bilimi yanlılaştırıyor ve hukuk güvenliğini ayrımlaştırıyor. Eşzamanlı olarak yasallık ilkesinin güvencesi de zedeleniyor, ortadan kaldırılıyor. İsteğe ve gereksinmelere koşut olarak yasaların sıklıkla değiştirilmesi, sıklıkla eklemeler yapılması bu ilkesizliğin dışavurumlarından biri. Örneğin yürürlükte olan, yerleşme ve yapılaşmaların plan, fen, sağlık ve çevre koşullarına uygun oluşumunu sağlamak amacıyla düzenlenen 1985 tarihli İmar Kanunu, yerleşme ve yapılaşmanın temel düzenlemesi olduğu halde sıklıkla el atılan yasalardan biri. Aşağıda tabloda görüldüğü gibi, 1985’ten sonra on yedi yıllık dönemde 8 el atma yapıldığı halde yirmi yılı aşan AKP döneminde birçok maddede değişiklikle, ek madde, fıkra ve sözcüklerle, geçici maddelerle altüst edilen bir yasa söz konusu. Bu dönemlerdeki anayasal denetimlerin, anayasaya aykırılıkların, anayasal denetimin amacına ulaşıp ulaşmadığının ayrıca not edilip incelenmesi gerekiyor.

Değişiklikler elbette içerik olarak, olumlu ve olumsuz yönleriyle kapsamlı bir çalışmanın sonucunda değerlendirilmeli. Kaldı ki, İmar Kanunu yanına eklenecek, dolaylı ve Yapı Denetim Kanunu ve Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu gibi doğrudan birçok yasa söz konusu. Bu genel yasaların yanına, bu yasaları uygulama dışı bırakan özel yasaları eklemek gerekiyor.

Bakılması gereken bir başka alansa KHK’ler ve başkanlı rejimin başladığı 2018 ortalarından bu yana devrede olan cumhurbaşkanı kararnameleri, kararları. Öte yandan uygulama yönetmeliklerini, genelgeleri, nazım ve uygulama imar planlarını, çevre düzeni planlarını, kanunlarla ilgili kurum ve kuruluşlara verilen planlama yetkilerini, bunlardaki değişiklikleri eklemek gerekiyor. 

Hemen her afetten sonra yapılan değişikliklerin kimi olumlulukları üzerinde geçmişte olduğu gibi 6 Şubat 2023 depremlerinden sonra da tartışmalar yapıldı. Ancak bu olumluluk başlıkları 6 Şubat ve sonrasının can ve mal kaybını, ağır yıkımını açıklamaya yetmiyor.

Hukukun esnekliği, belirsizliği, öngörülemezliği, güvensizliği, eksik ve aksaklıkları aynı zamanda Anayasayla
güvence altına alınan, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez “hukuk devleti ilkeleri”yle doğrudan ve vazgeçilmez olarak bağlantılı. Anayasal denetimde Anayasanın sözüne ve özüne uygun, soyut ya da somut norm denetimi yapılırken bu ilkeler de esas alınıyor. Ancak bu da yetmiyor. 

İmar mevzuatına aykırı yapılaşma ve imar afları yılların yarası ve sorunu.2 Devletin önce gözlerini yumduğu, sonra da elektrik, su, doğalgaz, kanalizasyon, yol, toplu ulaşım gibi parça parça hizmet götürdüğü; seçimlerde seçmen kütüğü oluşturduğu bu hukuksuz yapılaşma uygulaması kırsaldan kente göçün ve emekçilerin kente depolama gibi yerleştirilmesinin, özünde sömürünün temel düzeneği olarak çalıştırıldı. Hukuka aykırılık, hem göz yumularak hem de imar affı düzenlemeleriyle uzlaşmanın ve rant hesaplarının konusu yapıldı. Bir yandan sömürü evcilleştirildi, diğer yandan küçük rant alanlarının büyük rant alanlarına çevrilmesinin yolu açıldı.

6 Şubat depremlerindeki yıkımın büyüklüğünde bu imar aflarından birinin etkisi çok yüksek. İmar Kanununa 2018
yılında eklenen geçici 16. maddeyle afet risklerine hazırlık gerekçesiyle ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması amacıyla 31.12.2017 tarihinden önce yapılmış yapıların kayıt altına alınması ve sahiplerine yapı kayıt belgesi verilmesi öngörüldü. Yapı kayıt belgesinin geçerlilik süresi, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı yapının yeniden yapılması veya kentsel dönüşüm uygulaması koşuluna bağlandı ama bu koşullar yerine getirilmediği gibi yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulamasına kadar geçerli olacak geçici süre içinde yapı kayıt sistemine alınan yapıların depreme dayanıklılığı konusu malikin sorumluluğuna bırakıldı. Koşullu imar barışı süresiz ve koşulsuz imar affına dönüştürüldü ki burada devletin görevi kötüye kullanması yanında hareketsizliğini de sorgulanmak zorunda.

Eklenmesi ve kapsamlı olarak çalışılması gereken bir başka ana konu, yerleşme, şehirleşme ve yapılaşmanın plan, fen, sağlık ve çevre koşullarına uygunluğunun; doğal olaylar öncesi ve sonrasında risk azaltma ve yok etmenin; arama ve kurtarmanın; can kaybı ve yıkımların önlenmesinin; afet sonrası sağlıklı bir çevrede yaşamanın bütünsel olarak planlanması, düzenlenmesi, eşgüdümü ve denetiminin yönetimi. Bütünüyle kamusal bir hizmet, sorumluluk, denetim ve yarar söz konusu. Bu temel amaç ve görev ne özel mülkiyetin ne de piyasanın konusu olamaz.

Deprem coğrafyasında olan bir ülkede Anayasada “yapıdüzen”den ve “deprem”den söz edilmiyor. Ancak “yaşam hakkı”, “yerleşme özgürlüğü”, “çevrenin korunması”, “konut hakkı” gibi maddelerde sağlıklı, dengeli ve düzenli yerleşme ile böyle bir çevrede konut ve yaşam hakkı güvence altına alınıyor. Bu alanlarda devlete temel amaç ve görevler yükleniyor.

Başta İmar Kanunu olmak üzere, onlarca kanun, KHK, CBK, bakanlar kurulu kararı, cumhurbaşkanı kararı, yönetmelik, yönerge, genelge, tebliğ gibi devasa bir mevzuat ordusuyla ve de yargı denetimi sonucu ortaya
çıkan kararlarla devlet söz konusu alanda görevli, yetkili, sorumlu. Kamusal sorumluluk, özel kesimi ve yurttaşlara yüklenen ödevleri de kapsıyor. Ancak, Anayasanın ekonomi politiği gereği özel mülkiyet, özel girişimcilik, sözleşme özgürlüğü, özelleştirme, kamu-özel işbirliği, sermaye egemenliği hep önde ve baskın.

İmar Kanununun yetersizliği ve bu Kanundaki belediye ve mücavir alan içinde belediyelerden, dışında valiliklerden oluşan ilgili idarelerin ve Bakanlığın görev, yetki ve sorumluluk zaafları yıllar boyu tartışma konusu yapıldı; devletin denetim yapamadığı itiraf edildi. Çözüm için formül kamu yerine özelde, yapı denetimi özel tüzel kişilerinde bulundu. Önce KHK, sonra Yapı Denetim Kanunu çıkarıldı. 

Devlet kayıtlarındaki itirafa göre

“Yeryüzünün en aktif deprem kuşaklarından birisinin içerisinde bulunan toprakların %96’sı farklı oranlarda deprem tehlikesine sahip olan ve nüfusunun %98’i bu bölgelerde yaşayan ülkemizde, uzun yıllardır yürürlükte olan imar ve afetler mevzuatındaki çeşitli hükümlere rağmen uygulamada etkili bir yapı denetiminin sağlanamadığı açık bir gerçektir. Ülkemizde son 20 yıl içerisinde meydana gelen depremlerden sonra bu durumun olumsuz sonuçları açıklıkla görülmüş olmasına karşın, bugüne kadar yapı denetimi konusunda olumlu bir gelişme sağlanamamış, aksine hızlı nüfus artışı ve göçler, denetimsiz şehirleşme ve sanayileşme, yoğun kaçak yapılaşma ve sık sık başvurulan imar afları ülkemizdeki deprem ve diğer afet risklerini her geçen gün daha da artırmıştır.

17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde yaşanan depremler sonrasında meydana gelen can ve mal kayıpları, denetimsiz yerleşme ve yapılaşmaların yol açabilecekleri zararları bütün açıklığı ile yeniden gözler önüne sermiştir.

Ülkemizde yerleşme ve yapılaşmalara, 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmelik hükümleri ile getirilen denetime ilgili idarelerce uyulmadığı, yapılan araştırmalarda proje denetimi aşamasında dahi projelerin %91’inde tasarım, hesap ve çizim hataları olduğu, uygulamanın ise hiç denetlenmediği ve şantiyelerin %90’ında yönetmelik ve standartlara aykırı beton döküldüğü ve beton mukavemet değerlerinin projesinde
öngörülenden ortalama olarak %40 daha az olduğu tespit edilmiştir.

Bu araştırmalar ve yaşanan son depremler, 3194 sayılı Kanunda yapım işlerinde rol alan teknik uygulama sorumlusunun (fenni mesul); yapı projelerini ve uygulamalarını denetlemekle sorumlu olan belediyeler ve valiliklerin; uygulamayı hiç denetleyemediklerini bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur.

Ülkemizdeki yapı denetim sistemi ve yapım aşamasında görev alan fenni mesullerin sorumluluklarını yeniden düzenlemek ve kâğıt üzerinde denetlenmiş gibi görülen, ancak hemen hemen hiç denetlenmeyen yapıların teknik uygulama sorumlusu fenni mesullere verilecek cezalar ile ilgili yeni bir kanuni düzenleme getirmek zorunda olmuştur.”

2012’de Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu bu mevzuata eklendi.

Piyasaya teslim edilen imar ve yapılaşma modelinin amacına ulaşmadığı Van, İzmir, Elazığ ve 6 Şubat depremleriyle kanıtlandı.

Neoliberalizmin “şirket formuyla devlet yönetimi modeli” olan “stratejik yönetim”in, GZFT (güçlü ve zayıf yönler, fırsat ve tehditler) analizinin kamuya yerleştirilmesiyle ve özelleştirmelerle yetinmeyen düzen, devleti de özel gibi, şirket gibi dönüştürmeye, ticarileştirmeye, piyasalaştırmaya başladı.

Yönetimde ve hukukta liberalleşme, sermayenin kamu içindeki temsilinin yaygınlaştırılması, olağan dönemlerde ve afet dönemlerinde hem plansızlığa ve eşgüdümsüzlüğe, hem de hızlı ve etkin müdahale yapamamaya göz yumulmasına neden oldu. Kayıtsızlık adaletsizliği ve ayrımcılığı da getirdi. 

Şirketleşmeye, holdingleşmeye kadar büyüyen toplu konut müteahhitleri, küçük ve ortaları da büyüttü, taşeronları çoğalttı. Yerleşme ve yapılaşma; mülkiyetinden müteahhidine ve inşaatına, yapı denetiminden kira ve satış piyasasına kadar devasa bir sermaye ağına teslim edildi. Afet coğrafyası büyük fırsat olarak görüldü. İmar aflarından, “yık-yap”cılıktan, kentsel dönüşümden, özel yapı denetiminden, piyasalaştırılan yerleşme ve yapılaşmadan afet yönetiminin etkilenmemesi düşünülemezdi.

AFAD yönetimine geçiş de, Türkiye’de devletin piyasalaştırılmasının, ticarileştirilmesinin, şirketleştirilmesinin, kapitalizmin devleti olmasının, Batı kaynaklı stratejik yönetime geçişinin, en temel kamusal hizmetin GZFT analizi içinde boğulup kalmasının tipik örneklerinden biri. Kâğıt üzerinde parlatılan yıldızlarla sunulan AFAD, 6 Şubat
depremlerinden sonraki afetin altında kalırken merkezi ve yerel planlama ve yönetimin, kamuculuğun reddi üzerine kurulu piyasacı ve gerici yönetimin de çöküşünü kanıtladı.

İmar, yerleşme, yapılaşma mevzuatındaki kargaşa ve sıkça yapılan el atmalar afet mevzuatında da sürdürüldü. Görev, yetki, sorumluluk, planlama, eşgüdüm, yönetim alanlarında her afetten sonra oynandı. Kaynak konusu hep sorun oldu. Deprem vergileri, bağışlar çare olarak sunuldu.

AFAD ve KIZILAY çaresizlikle ortada duruyor. 2023 depremleri bu çaresizliği yansıtırken, kaynak çaresizliği de kamu kaynakları dışından aranmaya çalışıldı. Bağış kampanyalarını Afet Yeniden İmar Fonu Kurulması Hakkında Kanun izledi. Doğal afetler nedeniyle genel hayata etkili afet bölgesi ilan edilen alanlarda; imar, altyapı ve üstyapı çalışmaları için gerekli kaynağın sağlanması, yönetilmesi ve ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına aktarılması amacıyla Afet Yeniden İmar Fonu kuruldu; inşaat sektörüne yeni kaynak yaratılması kurumlaştırıldı. 


Siyasal temsilcileri ve yönetimi enkaz altında  kalan kapitalizm, enkaz kaldırma işinden bile kazanç sağlayacak kadar cüretkâr, fırsatçı. Devamında da yeniden yapılaşma adı altında zenginleşmeye devam edecekler. Düzen özelin ve siyasal temsilcilerinin elinden alınmadıkça, kader plancılarından kurtulmadıkça afetler, ölümler eksik olmayacak.

Hukuktaki boşluklar ve belirsizlikler, uygulamadaki ayrımcılık ve hukuksuzluklar, denetimsizlik önemli elbette. Ancak
başta Anayasanın düzenlediği kadar düzenlemediği, buyruk ve yasak getirmediği alan ve konular olmak üzere, yasaları ve idari düzenlemeleriyle hukuka bakıldığında yerleşme, şehirleşme ve yapılaşma özel mülkiyet öncelikli ve piyasaya teslim. Halk, mülkiyet devir ve büyümelerinin, sermaye birikiminin, rant ve kârın esas alındığı düzende yaşanmaya mahkûm ediliyor. En temel ve vazgeçilmez haklar piyasada.

Ekonomi politiği sömürü olan düzenin hukukundan, liberalleştirilen hukuktan söz ediyoruz. Sorun bu alanlardaki teknik düzenlemelerle çözülemeyecek boyut ve içerikte. Sorun ekonomi politikten soyutlanarak anlatılamaz, çözüm de buradan koparılamaz. Anayasanın ekonomi politiği de bu yapıyı yansıtıyor. Yerleşme, yapılaşma, doğal olayların afete dönüşmemesi, bunların planlanması, yönetimi, denetimi, eşgüdümü bu düzenin dışında değil.3

Hukuk tanımlıyor, düzenliyor ama aynı hukuk kamusal hizmeti ve toplumsal yararı eğitimden sağlığa, yerleşmeden yapılaşmaya, yönetimden denetime piyasaya, sermaye sınıfının yararına bırakıyor.

Aynı hukuk liberal anlayışı, sıkça değiştirdiği ihale düzeniyle sermayeye aktarmaları, doğa katliamlarını, barınma hakkının satış ya da kiralamaya teslimini, imar aflarını meşrulaştırıyor. Aynı hukuk insan yaşamının piyasaya ve dinciliğe tesliminin yolunu açıyor. 

Devlet ve hukuk sermayeye bağlı iken bu yapıdan kamu hizmeti ve yararı beklemek yanılsamadan başka bir şey değil.

Afet, ideolojisiyle, siyasetiyle, hukukuyla, yasama/yürütme/yargısıyla, merkezi ve yerel idaresiyle, eylemi ve eylemsizliğiyle, doğa ilişkisiyle ve toplumsal ilişkilerin eşgüdümüyle bütünsel ve çözümü de kamusal. Piyasayla, dinle, milliyetçilikle, ayrımcılıkla, sömürüyle çözüm olanaksız.

28) Deprem bölgesindeki emekçilerin çalışma ve sosyal güvenlik haklarına yönelik kapsamlı ne gibi önlemler alınmalı?

Atilla Özsever - Gazeteci, Yazar

a) Çalışmaktan kaçınma hakkı: İşyerinin depremde hasar görmesi halinde iş zorunlu sebeplerle durduğu için hasarlı bir işyerinde çalışma yapılamayacağı dikkate alınarak işverenin işçiyi çalıştırmak amacıyla çağırması yasal değildir. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun “Çalışmaktan kaçınma hakkı” başlıklı 13. Maddesi gereğince, iki tane
ağır deprem geçirmiş bir bölgede çalışan işçilerin risk değerlendirmesi yapılmadan çalışmama hakları bulunmaktadır. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 10. Maddesinde de, “İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden risk değerlendirmesi yapmak veya yaptırmakla yükümlüdür” hükmü düzenlenmektedir. Bu çerçevede işyerindeki risk değerlendirmesi işverene aittir. İşyerinde tüm gerekli ve yasal tedbirlerin sağlanması durumunda işbaşı yapılması mümkün olabilir. 

b) Deprem nedeniyle işe gitmeme, işten çıkarılmayı gerektirmez: İşçi, işverenin çağrısı durumunda işyerine gitmezse ve bu nedenle de iş akdi feshedilirse bu durum yasal olarak haklı fesih sayılmaz. Çünkü yaşanılan deprem felaketi, işe gitmeme açısından haklı ve meşru mazerettir. Evi yıkılmış, yakınlarını kaybetmiş bir işçinin işe gitmemesi haklı bir devamsızlıktır ve işverenin bu nedenle işçinin iş sözleşmesini haklı nedenle feshetmesi hukuka aykırıdır.
Kaldı ki işçi yakınlarını kaybetmemiş veya evi zarar görmemiş olsa dahi depremde enkaz altında kalanlara yardım etmesi veya yaşadığı travma nedeni de haklı ve meşru mazeret olarak kabul edilmelidir. Bu nedenle iş sözleşmesi feshedilen işçi isterse yasal şartlarının bulunması durumunda işe iade davası veya iş yerinde çalışmak istememesi durumunda da kıdem tazminatı ve diğer işçilik alacakları için dava açabilecektir. Dava açabilmek için önce yasal zorunluluk olarak ara bulucuya başvurulması gerekmektedir.

c) İşçi, deprem nedeniyle sözleşmeyi feshedip kıdem tazminatı hakkına sahiptir: İş yerinde, bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebeplerin ortaya çıkması durumunda İş Kanunu’nun 24. maddesi 3. bendi gereği işçiye haklı nedenle fesih olanağı tanınmaktadır. Deprem de bu zorlayıcı nedenlerden sayılmaktadır. Ayrıca işçinin bu çalışılmayan bir haftalık sürenin her bir günü için yarım ücret talep etme hakkı da bulunmaktadır. Bu husus da İş Kanunu’nun 40. maddesinde düzenlenmektedir. Bu süre sonunda işçi, iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir ve kıdem tazminatını almaya hak kazanır. Öte yandan depremde hayatını kaybeden çalışanın yakınları (hak sahibi kişiler), işverenden kıdem tazminatı talep edebilecektir. Bunun için vefat eden sigortalının işyerinde en az bir yıl çalışmış olması gerekiyor. Bu durumda çalışanın yakınları, sigortalının her tam yıl için 30 günlük giydirilmiş ücreti üzerinden kıdem tazminatı alabilecektir.

d) Depremzede işçiye iş göremezlik ödeneği: İşçinin işyerinde olduğu veya işyeri sınırları dışında olsa dahi işin yürütümüyle ilgili olduğu herhangi bir durumda, deprem nedeniyle ölmesi veya yaralanması, bedenen engelli bir hale gelmesi yasal anlamda iş kazası kapsamına girer. Bu çerçevede depreme maruz kalan ve tedavisine başlanan sigortalılara tedavi süresince; yatarak tedavilerde SGK’ya (Sosyal Güvenlik Kurumu) bildirilen günlük kazancının yarısı, ayaktan tedavilerde ise üçte ikisi geçici iş göremezlik ödeneği olarak verilir. (5510 SK.m.18) Bu kişilerden sürekli nitelikte yüzde 10 ve üzeri meslekte kazanma gücü kaybına uğrayanlara sürekli iş görmezlik geliri bağlanır. (5510 SK.m.19)

e) Malullük aylığı: Depremde yaralanarak sakat kalan çalışanlar, malulen emekli aylığı alabilecektir. Çalışma gücünün en az yüzde 60’ını kaybedenler, malulen emekli olup emekli aylığı almaya hak kazanırlar. Aylık bağlanabilmesi için de sigortalının en az 10 yıl çalışmış olması, toplam 1800 gün prim ödemesi yeterlidir. Keza çalışanın malul sayılabilmesi için çalışma gücünün ya da meslekte kazanma gücünün en az yüzde 60’ını kaybettiğinin SGK Sağlık Kurulunca tespit edilmesi gerekiyor. Ayrıca, deprem nedeniyle çalışanın başka birinin sürekli bakımına muhtaç derecede malul olduğuna karar verilirse 10 yıl sigortalılık süresi şartı aranmaksızın 1800 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olması aylık alması için yeterlidir.

f) Ölüm aylığı: Deprem nedeniyle işçi vefat etmiş ise, vefat eden işçinin SSK (4/1-A) sigortalısı olması hâlinde her türlü borçlanma süreleri hariç en az beş (5) yıldan beri sigortalı bulunması ve toplam dokuz yüz (900) gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olması şartlarının yerine gelmiş olması koşulu ile işçinin eşine, 25 yaşından küçük çalışmayan çocuklarına, ana ve babalarına ölüm aylığı bağlanabilmektedir. (5510 SK m.32-34)

g) Ölüm tazminatı: Borçlar Kanunu’nun 440. maddesi gereğince, işveren, işçinin sağ kalan eşine ve ergin olmayan çocuklarına, bunlar yoksa bakmakla yükümlü olduğu kişilere, en az bir (1) aylık; hizmet ilişkisi beş (5) yıldan uzun bir süre devam etmişse, iki (2) aylık ücret tutarında bir ödeme yapmakla yükümlüdür. Bir aylık ölüm tazminatının ödenmesi için, işçinin en az bir yıl süreyle çalışmış olması şartı yoktur, işçinin bir gün dahi olsa işyerinde çalışmış olması yeterlidir. İş sözleşmesinin türü (belirli süreli/belirsiz süreli, kısmi süreli/ tam süreli vb) ölüm tazminatı istenebilmesi bakımından önem taşımaz. Ödemenin vefat tarihinden itibaren hemen yapılması gerekir. Yakın tarihli Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararları uyarınca ölüm tazminatı ve kıdem tazminatı birlikte talep edilebilir.

h) Kısa çalışma ödeneği: Deprem nedeni ile ödeme güçlüğüne düşen işverenin işçilerin ücretlerini ödeyememesi halinde kısa çalışma ödeneği devreye girmektedir. Nitekim 22.2.2023 tarihli Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında alınan tedbirlerle ilgili Cumhurbaşkanlığı kararnamesine göre, kısa çalışma ödeneği devreye sokulmuştur. Bu kapsamda İşsizlik Sigortası Kanunu’nun kısa çalışma için aranan “zorlayıcı sebeplerden” biri olan deprem nedeni ile yıkık, acil yıkılacak, ağır veya orta hasarlı olduğunu belgeleyen iş yerleri için uygunluk tespiti beklenmeden işverenlerin başvurusu doğrultusunda kısa çalışma ödeneği verilecektir. Kısa çalışma ödeneği, işçinin son 12 aylık ortalama brüt ücretinin yüzde 60’ı oranında bağlanıyor. Ücret tutarı, brüt asgari ücretin yüzde 150’sini aşamıyor. Son 12 ayda asgari ücret üç kez değiştiğinden ve bu nedenle ücret ortalaması daha da düştüğünden kısa çalışma
ödeneği, asgari ücretli bir depremzede işçi için 3 bin 665 TL’yi buluyor. Öte yandan daha yüksek ücretle çalışanlar açısından ise, kısa çalışma ödeneği, brüt asgari ücretin yüzde 150’sini aşamayacağından 15 bin liraya kadar çıkabiliyor. Çalışan açısından kısa çalışma ödeneğinin verilebilmesi için de, son 120 gün çalışıyor olmak ve son 3 yılda en az 600 gün işsizlik sigortası primi ödemiş olma yükümlülüğü var. Kısa çalışma ödeneğinden yararlanılabilmek için işyerindeki faaliyetin tamamen ya da en az dört hafta süreyle durdurması gerekiyor.

i) Nakdi ücret desteği: 22 Şubat 2023 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde, kısa çalışma ödeneği koşulları oluşmayan ya da işyerinin durumu nedeniyle işsiz kalan ama işsizlik ödeneğine hak kazanamayanlara da nakdi ücret desteğinin verilmesi öngörülüyor. Resmi gazetedeki düzenlemeye göre, depremzede işçiye nakdi ücret desteği günlük 133,44 TL’dir. Bu ücret, aylık olarak da 4.003 TL’ye geliyor. Kısa çalışma ödeneği ile nakdi ücret desteği, 22 Şubat 2023 tarihinden itibaren üç ay süreyle geçerlidir. OHAL kararnamesi tekrar uzatılmazsa süre, 22 Mayıs 2023 tarihinde bitmektedir.

j) Sınırlı işten çıkarma yasağı: Yine 22.2.2023 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile istihdamın korunmasına ilişkin tedbir olarak pandemi döneminde olduğu gibi üç ay süreyle fesih yasağı getirilmiştir. Ancak bu fesih yasağı, İş Kanunu’nun 25. maddesinin 1. fıkrasının II. bendinde sayılan “Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri” sebepler dışında getirilmiştir. Bu madde (25. 1/ II) gereğince tazminatsız olarak işten çıkarmak mümkün olabilmektedir. Ayrıca, belirli süreli iş sözleşmelerinde sürenin sonlanması, işyerinin herhangi bir sebeple kapanması ve faaliyetinin sona ermesi gibi haller de fesih yasağı kapsamı dışındadır. Dolayısıyla getirilen fesih yasağı süreli fesihler için geçerlidir. Ancak ücretlerin dahi ödenme sıkıntısı yaşandığı, işçilere sürekli işe gelmemeleri halinde iş sözleşmelerinin haklı nedenle feshedileceğine dair mesajların gönderildiği bir durumda, feshin yasaklanması işçi lehine bir uygulama yaratmayacaktır. Dolayısıyla işçilerin iş sözleşmeleri haklı nedenle feshedilse dahi buna ilişkin alacak davası veya iş sözleşmesinin geçersiz nedenle feshine dair işe iade davası açılması gerekmektedir.

k) İşsizlik ödeneği: Deprem nedeniyle işyerinin zarar görmesi ya da işin devam edememesi gibi nedenlerle fesih yasağı getirilmediğinden işveren işçiyi işten çıkarabilir. Bu durumda çalışana İŞKUR tarafından işsizlik maaşı ödenir. Çalışanın işsizlik maaşından yararlanabilmesi için işten kendi isteği ile ayrılmaması, işveren tarafından işten çıkarılması gerekmektedir. Çalışanın adına son 4 ay içinde SGK’ya bildirilen prime esas kazanç dikkate alınarak işsizlik maaşı hesaplanmaktadır. En düşük işsizlik ödeneği, brüt asgari ücretin yüzde 40’ı, en yükseği ise brüt asgari ücretin yüzde 80’i kadardır. Bu koşullarda halen en düşük işsizlik maaşı 4.000 lira, en yüksek işsizlik maaşı ise 8.000 lira olarak ödenmektedir.

Kaynakça

Türkiye Barolar Birliği: Depremzedeler İçin Hukuk Rehberi, Şubat 2023;

Demokrasi İçin Hukukçular Emek Grubu: Depremzede İşçilerin Hakları, Evrensel, 27 Şubat 2023

Noyan Doğan: Depremzede Çalışanlara ve Yakınlarına Yol Haritası, Hürriyet, 23 Şubat 2023

6631 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu

4857 Sayılı İş Kanunu, 55510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu

4447 Sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu

  • 1. Melih Yeşilbağ, “Beton Blok Çatlarken: AKP Döneminde İnşaata Dayalı Birikim Rejimi”, Gelenek Dergisi, Sayı 124, Nisan 2014. Gelenek Dergisinin bu sayısında “Kent ve Siyaset” konusu ayrıntılı bir analize tabi tutuluyor. Giriş yazısında da belirtildiği gibi: “Gelenek’in bu sayısı için ‘Kent ve Siyaset’ temasını benimsemiş olmamız bu açıdan rastlantı değil. Bu başlık bir yandan kapitalizmin kendi krizlerini aşma çabasıyla kentsel mekânlara her zamankinden daha fazla yüklendiği, kapitalizme karşı gelişen direniş biçimlerinin kentle ilgili talepleri daha fazla öne çıkardığı ve özel olarak da Türkiye’de kent rantlarının AKP iktidarının kendi çıkar ağlarını oluşturmada varoluşsal bir öneme sahip olduğu bir durumda mevcudu, gideni ve gelmekte olanı anlamak açısından oldukça elverişli bir çıkış noktası. Bunun dışında sol bir siyasal stratejinin belirlenmesinde ‘kentleri’ başat ve hatta yegâne ölçek olarak belirleyen bazı siyasal/teorik eğilimlerin son dönemlerde yaygınlaştığı düşünüldüğünde böyle bir başlık aynı zamanda strateji tartışmalarına bulunduğumuz konumdan müdahil olmayı da mümkün kılıyor.
  • 2. Bu konuda bkz. Ali Rıza Aydın, “İmar aflarını getirenlere soruyoruz”, https://haber.sol.org.tr/haber/imar-aflarini-getirenlere-soruyoruz-3655…
  • 3. Kahramanmaraş merkezli depremlerin sonuçlarının tüm yönleriyle araştırılması, depreme dirençli yapı stokunun oluşturulması ve kentsel dönüşüm uygulamalarının etkinliğinin artırılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu ve (9.3.2023/1358 gün ve sayılı TBMM kararıyla) üye seçimi yapıldı (Bkz. 16.3.2023/32134 gün ve sayılı Resmi Gazete).