Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında (1) sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin anayasal denetiminde elliye yakın maddesinin Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmesi yerel seçimler kargaşasında gereken ilgiyi uyandırmadı. Oysa bu denetim Türkiye’nin içinde bulunduğu genel durumdan soyutlanamayacak işaretler veriyor; Anayasa, hukuk, hukuksuzluk kamu yönetimi ve daha birçok üst yapı araçları ve tekniklerinden daha kapsamlı incelemeyi gerektiriyor.
2017 Anayasa değişikliğiyle getirilen ve 2018 genel seçimiyle hukuken de iktidar olan başkanlı rejimde beş başlık önemliydi: (a) Meclisin hem yasama hem de denetim gücüyle işlevsizleştirilmesi, önemsizleştirilmesi; (b) Başkanın yasama, yargı, yerel yönetimler içinde olmak üzere tüm devlet organları, kadroları üzerinde ve de hukuk üzerinde güçlü kılınması; (c) Anayasal ve yargısal denetimin yalnızca bağlı oldukları düzen hukuku kurallarıyla oynayarak değil yeniden yapılanma, kadrolaşma ve ödül-ceza yöntemiyle sömürü düzeni adına/çıkarına sınırlı tutulması; (d) Seçme-seçime ve siyasi partiler dahil tüm siyasi faaliyetlerin, (dernek, vakıf, sendika, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu, basın-medya gibi) toplumsal denetim araçlarının ve bütünüyle emekçilerin sermayenin ve siyasal iktidarının denetimi altında tutulması; (e) Sermaye sınıfı adına hızlı, etkin karar alınması ve uygulanması; dinsel ve etnik ortakların özgürce davranmasına zemin hazırlanması, destek verilmesi…
Hemen her alanda “merkez” olan cumhurbaşkanının ve cumhurbaşkanlığının görev ve yetkisi, gücü genel kapsamıyla Anayasa ile belirlendi. Ama bu yetmezdi, “CB kararı” da kısmen Anayasa ve yasalar dayanak olduğu için yetmezdi. Anayasal güce dayalı “cumhurbaşkanı kararnamesi” (CBK) devreye sokuldu.
CBK’ler sınırsız değildi. Anayasayla “konu bakımından yetki sınırı” getirildi. CBK’ler “yürütme yetkisine ilişkin konularda” çıkarılabilecekti. CBK yetkisinde (Anayasanın ikinci kısmındaki “temel haklar ve ödevler”in “genel hükümler”i yazan birinci bölümü, “kişi hak ve ödevleri”ni yazan ikinci bölümü ve “siyasi haklar ve ödevler”i yazan dördüncü bölümü içeren) “yasak alan” vardı. Bir de (yasama organı ve yasalar kaldırılmadığı için) “Anayasada özel olarak yasayla düzenlenmesi öngörülen ya da yasada açıkça düzenlenen konularda CBK çıkarılması yasaktı.
Dikkat edilirse, konu bakımından getirilen yetki sınırını sıralarken “di’li, dı’lı geçmiş zaman eki” kullandım. Bu kullanıma Anayasa Mahkemesinin CBK’lere ilişkin kararları ve bunlar içinde ağırlığı artan “iptal” kararları neden oldu. İptal gerekçeleri, yasak alan ihlaline, yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda kararnameyle düzenleme yapılmasına, yasada açıkça düzenlenen konularda düzenleme yapılmasına kadar tüm anayasal yetki sınırlarını kapsıyor.
Anayasa tanımazlık “soL Haber”de sıklıkla vurgulandı ama konunun keyfilik derecesine varırcasına büyümesinin Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından karar altına alınıyor olması çok yönlü önemli. Bir kere AYM, başta 2010 Anayasa değişikliği, sonraki değişiklikler, yasa değişiklikleri, üye atama yöntemleri ve üye kaynağı olan kurumlardaki oynamalarla düzen adına tasarlanan bir kurum. İkincisi de AYM tarafından iptal edilen yasa ya da CBK kuralları, AYM tarafından iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarih ayrıca kararlaştırılmamışsa, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkıyor.
CBK’lerle ilgili anayasal denetim 2018 yılından bu yana sürüyor. Az sayıda madde, fıkra, tümce ya da ibareyi içerdiği için ve de denetimi yapılanlar içinde kısmi iptal kararı verildiği için öne çıkarılmadı.
Bu kayıtsızlıkta elbette AKP iktidarının “Anayasa” ve “hukuk devleti” bağının zayıf olmasının, Anayasanın birçok hükmünün ihlal ve ihmalinin yaygınlaştırılmasının, siyaseti ve toplumu hukuksuzluğa ve keyfiliğe alıştırmanın payı da var. Ancak büyük paylardan birinin “yasama organı”ndaki kayıtsızlık olduğu, yasama organının yasam yetkisini kullanmadaki işlevsizliği olduğu unutulmamalı. Bir de Türkiye’deki siyasetin ve siyasal örgütlenmenin büyük oranda düzen içinde eritilmesinin, sıkça kullanılan anlatımla AKP’lileşmesinin payı unutulmamalı. Yanına toplumsal denetim düzeneklerinin bozulması da eklenmeli.
Başkanlı rejim Anayasa’ya bir yama gibi eklendi ama anayasal bütünlük değil yama egemen oldu.
10.7.2018 günlü, (1) sayılı CBK, gündemde olan 26.10.2023 günlü (E.2018/118, RG: 27.2.2024) son AYM kararı dışında altı ayrı AYM kararına daha konu oldu. Bu kararlarda da iptal edilen hükümler var. Özetle, son kararla birlikte (1) sayılı CBK delik deşik. Zaten CB’nin kendisi de delik deşik etmişti, 2018’den bu yana 48 ayrı CBK ile birçok maddesi değiştirildi (1) sayılı CBK’nin. Öyle ki maddelerin altına (A), (B) gibi ek maddeler eklendi. 539 maddeden oluşan özgün CBK’nin madde sayısı artırıldı. (1) sayılı CBK’nin önemi başkanlı rejimin örgütsel, görevsel, kurumsal, kuralsal ve kadrosal yapısının, eşgüdümünün temelini oluşturması. (CBK, değişiklikler ve AYM iptal kararlarını bir arada görebilmek için mevzut.gov.tr adresine bakılabilir).
Uygula-gör-düzelt-ekle-kaldır keyfiliğinin yansıması olan değişiklikler AYM denetimini de etkiledi. Mahkeme inceleme kapsamımdaki birçok hükmü, “değişiklik nedeniyle konusu kalmayan kural” olarak tanımladı bu konuda “karar verilmesine yer olmadığı”na karar verdi.
AYM’nin yalnızca, iptal davası yoluyla ya da mahkemelerden yapılan itiraz başvurularıyla önüne getirilen konularla sınırlı denetim yaptığını, önüne getirilmeyeni denetleyemediğini anımsatmak gerekir. AYM konusunda eklenecek bir başka not ise (1) sayılı CBK’nin kapsamlı ilk iptal başvurusu 2018 yılında yapıldığı halde kararın beş yıl sonra 2023 yılında veriliyor olması. Bu süre içinde Anayasaya aykırı hükümler uygulandı, aleyhe ya da lehe sonuçlar doğuran iş ve işlemler yapıldı, zarar görenler, hak ihlaline uğrayanlar da oldu.
AYM’nin iptal ettiği hükümlerle ilgili 9 ay süre vermesi, yani iptal kararının 9 ay sonra yürürlüğe girmesi, iptal edilen hükümlerin uygulanmasına devam edileceği anlamına gelmemeli. AYM süreyi “bu hükümler uygulansın” diye değil, iptal kararının ortaya çıkardığı hukuksal boşluğun doldurulabilmesi için TBMM tarafından gerekli düzenlemelerin yapılması için verdi. Burada Meclise önemli bir sorumluluk düşüyor. Hem boşluğu ivedi olarak doldurmalı hem de işlevini yerine getirme yönünden kararlı olmalı. Meclis içi muhalefet de her zaman yaptığı gibi parmak sayısına sığınan, cılız, amaçsız faaliyetini terk edecek yeni ve yaratıcı yolları bulmalı. İzleyip göreceğiz.
Anayasal denetimin etkinliği elbette ilkin Anayasaya aykırılığı saptanan kurallar ve gerekçeleri konusunda özen göstermeyi gerektiriyor. AKP’nin bu konuda sicili biliniyor. Meclisinde sicili geri kalmıyor.
AYM’nin CBK’lerle ilgili iptal kararları, başkanlı rejim uygulamasına yönelik çok şey anlatıyor. Önemli olanlardan biri, CBK’lerde anayasal sınırlara, yetki yönünden Anayasaya uyulmaması. Bir ya da iki ihlal olsa, istisnai durum ya da yorum farkı denilebilir. Ancak bu kadar çok Anayasa aykırılığı istisnanın asıl duruma geldiğini gösteriyor. Hukuksal sakatlıklar açık seçik ortada iken CB’nin siyasal olarak yetki sınırını aşma konusunda rahat davrandığı, güç kullandığı görülüyor.
AYM’nin iptal kararı verdiği kuralların Anayasaya aykırılık incelemesinin içerik yönünden yapılmadığı (yapılanlar önemsiz sayıda, az) değerlendirildiğinde CBK keyfiliği daha net görülüyor. AYM iptallerini ağırlıklı olarak Anayasanın 104. maddesinin onyedinci fıkrasındaki konu bakımından yetkiye dayandırıyor ki bu bir yandan AYM’nin işini kolaylaştırıyor, diğer yandan “neler oluyor, anayasal kurumlar arasında çelişki mi, kavga mı, hesaplaşmamı” sorularını da anlamsız bırakıyor. Yetki yönünden ihlal çok açık ve düzenin AYM’si dahi buna göz yumamıyor.
Yetki kurallarına uymamak o kadar açık ki bir CBK, örneğin (2.5.2019 günlü, 34 sayılı) Türkiye Adalet Akademisi Hakkında CBK’nin tümü, “Anayasada özel olarak kanunla düzenlenmesi öngörülen” konu olması nedeniyle CBK çıkarılamayacağı” gerekçesiyle iptal ediliyor.
Başka okumalar elbette yapılabilir. AKP ve liderine özgü başkanlık rejiminin düzene özgü duruma getirilmesinin istenmesi olabilir. Sermaye sınıfının başkanlı rejime sıcak bakması bu yeni tasarım için önemli bir gerekçe. Kapitalist/emperyalist düzenin AKP memnuniyetsizliğini açık dile getirmemesine karşın, 31 Mart sonrası için yeniden tasarlanan düzen içi ekonomik, siyasal, sosyal ilişkiler yönünden bir hizaya getirme çabası göz ardı edilmemeli. Siyasal iktidarlar kalıcı değil ama kurumlar ve kurallar, yönünden biçimsel olmasa bile özde, düzen yönünden hep kalıcı olmalı.
Başkanlı rejimi ve bu rejim içinde siyaseti kontrol altında tutma ve disiplin etme, sermaye sınıfı yönünden hiç de yadsınacak bir durum değil. TÜSİAD’nin “hukuk güvenliği”ne verdiği önem “sermaye sınıfının güvenliği”. Yargı paketleri de (sekizincisi gündemde) bu güvenlik araçlarından biri.
Bakılacak yer, kurumlararası çelişki ya da çatışmalar değil. Sermaye sınıfının geleceği tasarlama girişimleri, sömürü düzeninin nasıl biçimleneceği de dikkatle izlenmeli. Asıl olan emekçilerin kendi düzenlerini kurma kararlılığı, ilkeli ve örgütlü savaşımları.