Büyümez işçi çocuklar

Yaz aylarında artan iş kazalarında yaşamını kaybeden çocuk işçiler ülkenin bir gerçeğini gözler önüne seriyor. Çocuklar, aile ekonomilerine katkı sunmak için küçük yaşlarda hayata veda ediyor.

Özkan Öztaş

Son 11 yılda 671 çocuk işçi öldü. 

Evet, konu rakamlarla telafuz edilince birçok şey de manasını kaybediyor. Sayılar ve rakamlardan öte resmi olmayan sayıları da dahil edince sayısı bine yakınlaşıyor. Cıvıltısı, sesi ne neşesiyle birlikte koca bir çocuk ordusu her geçen gün iş cinayetine kurban gidiyor. 

Ellerinde makina yağı, meyve dalı, çimento izi ve topladığı boş tabaklarla aramızdan silinip giden kocaman bir ordu. İş cinayetiyle yaşamına veda eden yaklaşık 1000 çocuk ancak MESEM kapsamında çıraklık eğitimini de dahil edildiğinde Bir Buçuk Milyon çalışanıyla bir koca ordu. Resmi verilere göre Avrupa'daki 16 ülkeden daha kabalalık bir nüfus.

Sadece geçtiğimiz hafta aramızdan ayrılan 4 çocuk işçi bu konuya daha yakından bakmamız gerektiğini gösteriyor. Son bir hafta içerisinde 15 yaşındaki Esmanur'u, 18 yaşındaki Elif'i, 17 yaşındaki Fatih'i, 15 yaşındaki Alperen'i iş cinayetlerinde kaybettik. 

Esmanur 15 yaşında bir tarım işçisiydi. Ablasıyla brilikte Urfa'nın Viranşehir ilçesinden çalışmaya gittiği Bursa'da traktörün devrilmesi sonucunda hayatını kaybetti. Ablası Elif de aynı traktördeydi. İkisi birlikte hayata veda etti. Ankara'da 15 yaşındaki Alperen Kocayavuz çalıştığı inşaatın 6. katından asansör boşluğuna düşerek, Kayseri'de 17 yaşındaki Fatih Curlu ise yem karma makinesi ile traktör arasında sıkışarak hayatını kaybetti. 

Yaz ayları geldiğinde iş kazalarında hayatını kaybeden çocuk işçlerin sayısındaki artış artık takvimin olağan bir sonucu gibi algılanıyor. Okullar kapanınca aile ekonomisine katkı sunmak için çalışan çocuklar aynı zamanda en çok kazaya maruz kalan kesimi oluşturuyor.

Süpürge sapından koltuk değneği

Upton Sinclair'in Şikago Mezbahaları kitabında yer alan çocuk işçilerin imgesi bugün bakıldığında belki de sıra dışı geliyor olabilir. Ancak ne yazık ki 1906 yılında kaleme alınan bu romanda bahsi geçen vahşi kapitalizmin çalışma koşullarındaki çocuk işçiler bugünün devam etmekte olan bir gerçeği. 

Roman'daki küçük Juozapas, bir tramvay kazasında bir bacağını kaybetmiş, süpürge sapından bir koltuk değneği yaparak hayatta kalmaya çalışıyordu. Açlık, çöpten ekmek toplamak zorunda kalanların tek bahanesi değildi romanda. Bir diğer karakter, küçük Stanislovas, 16 yaşında olmasına rağmen yaşını yüksek söyleyerek iş bulmaya çalışan bir çocuk işçiydi. 

Ve fakat Türkiye'de bugün durum 100 yıl öncesinden çok da farklı değil. Patronların ucuza ve sigortasız çalışan ucuz iş cennetinin daimi kadrosunu oluşturuyor çocuk işçiler. 

İSİG verilerine göre Türkiye, çocuk işçi ölümleri konusunda dünya sıralamasında üst sıralarda yer alıyor. Resmi veriler de, Türkiye'de her yıl yüzlerce çocuk iş kazalarında hayatını kaybettiğini gösteriyor. 2019-2021 yılları arasında yapılan araştırmalar, çocuk işçi ölümlerinin özellikle tarım, inşaat ve tekstil sektörlerinde yoğunlaştığını gösteriyor. Tarım sektörü, çocuk işçi ölümlerinde başı çekerken, inşaat ve tekstil sektörleri de yüksek risk taşıyan alanlar arasında bulunuyor.

Bununla birlikte iş kazalarında sakat kalan çocukları daha kolay bir hayat beklemiyor ne yazık ki. Yaranalan, sakat kalan ve engelli bireyler olarak hayatında devem etmek zorunda kalan çocukların maruz kaldıkları ortak şey ise işçi güvenliğinin alınmadığı çalışma koşulları. Bazen bir baret, bir halat ya da iş ayakkabısı şantiyelerde lüks kalıyor. İş alanında uzmanlığı ve deneyimi olmayan çocuklar ise alınmayan önlemleri canıyla ödüyor. 

Türkiye'de durum Avrupa'daki ülkelere göre daha vahim

Avrupa'nın gelişmiş ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye'deki çocuk işçi ölümleri çok daha yüksek oranlarda. Örneğin, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde çocuk işçi ölümleri neredeyse sıfır düzeyindeyken, Türkiye'de bu oran oldukça yüksek. Avrupa Birliği  ülkelerinde, çocuk işçiliği yasal düzenlemeler ve denetimlerle Türkiye'ye kıyasla sayıca daha az. AB genelinde çocuk işçi ölümlerinin sayısı ise istisna durumunda. Bu da Türkiye'nin bu alandaki eksikliklerini daha da belirgin hale getiriyor.

Ancak ilgili yasal düzenlemeler işçileri ya da çocuk işçileri korumaktansa daha çok patronların gündelik ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde ilerliyor. Geçtiğimiz hafta iş kazalarında yaşamını kaybeden dört gencin haberleri kamuoyunda yer aldığı sırlarda Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin basın toplantılarında caka satıyor gazetecilere laf yetiştiriyordu. Çünkü MESEM projesi adıyla çıraklık dönemlerinde Meslek Lisesi öğrencileri, bir fazla iş eldivenine masraf kalemi olarak bakan patronlara emanet ediliyor. Dolayısıyla da mevcut düzenlemeler ucuz iş gücünü garanti almaktan başka bir manaya gelmiyor. 

Bakanlık MESEM kapsamında yaklaşık 1,5 milyon öğrencinin olduğu açıklandı. Bu öğrencilerin yaklaşık 300 binini ise 18 yaşın altındaki çocuklardan oluşuyor. Yani çocuk işçilik "Bir gün okulda dört gün iş yerinde eğitim alma" projesiyile yasal ve meşru bir hale getirilmeye çalışılıyor

Ancak öncesi de var.

Çocuk işçiliğinin yasal sınırlarla belirlenmesi ve patronlar lehine düzenlemeler yapılması 12 Eylül darbesi ile hayata geçirilen ekonomik politikalara kadar uzanıyor. Meşhur 24 Ocak Kararları olarak bilinen ekonomik politikalar, 1990’lı yıllardan itibaren eğitimin metalaştırılması ve sanayi-eğitim işbirliği politikalarıyla devem etti.

2006 yılında MEB-Koç Holding işbirliği ile “Meslek lisesi memleket meselesi” kampanyaları ile öğrencilerin sanayi için ara eleman olarak yetiştirilmeye başlanması Türkiye kapitalizminin ihtiyaçları doğrultusunda eğitimin nasıl eğilip büküldüğünün bir göstergesi. TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken’in "Bizim çıraklarımız çocuk işçi değildir, onlar ustalarından meslek öğrenen öğrencilerdir" sözleri bu dönemin akıllarda kalan bir diğer ifadesiydi.

Denetlenmeyen, iş kazalarının çoğu zaman gizlendiği ya da ölümle sonuçlandığı durumlarda sadece kamuoyuna yansıdığı bu alan, çıraklık eğitimi adı altında çocuk işçileri patronlara rehin bırakmaktan farksız bir durum yarattı. Bugün birçok çocuk işçi sanayi iş kolunda ya da tarımda eğitim hayallerinin bir çıktısı olarak değil, hayatta kalmanın ve aile ekonomisine katkı sunmanın zorunluluğu olarak çalışıyor. 

Emek mücadelesinde ve haklarını öğrenmek konusunda zayıf halka: Çocuk işçiler

Çocuk işçilerin emek mücadelesinin en az devinen toplamını oluşturuyor haliyle. 

Gerek 18 yaşının altındaki çocukların meslek örgütleri tarafından kapsanamıyor oluşu, gerek ilgili çalışma koşullarının eğitimin bir parçası olarak programlanması bu süreci zorlaştıran temel unsurları oluşturuyor. Geçtiğimiz günlerde gündem olan, 18 yaşını doldurur doldurmaz Antalya'da çalışmaya giden ve patronları tarafından maaşı verilmeyip günlerce işkenceye maruz kalan Vedat Kurt bunun en canlı örneklerinden biri. 

Kurt, 18 yaşında maruz kaldığı işkencelerin ardından patronlarını 22 yaşında şikayet edebilmiş ve işkence gördüğüne dair ele geçirebildiği fotoğraf ve belgelerle şikayetini savcılığa iletmişti. Arada geçen koca zaman hukuki olarak yetersizlikler, yalnızlıklar ve tek başına olmanın verdiği sorunlar olarak listeleniyor. 

Hal böyle olunca da çocukların "meslek yaşamında" maruz kaldıkları küfür, şiddet, hak gaspı gibi vakalar hayata yeni başlayan gençler için normalleşen ve çalışma hayatının olağan akışındaki olaylar gibi algılanıyor. 

Çocuk işçiliğinin yasaklandığı ve sıfırlandığı tek deneyim: Sosyalizmin Çocuk Hakları Sözleşmesi

Çocuğu her şey bir yana bir birey olarak görmeyen kapitalizm, belki de en çok 1917 Ekim Devrimi'nin ardından kendine çeki düzen vermek ve göstermelik de olsa bazı yasalar çıkarmak zorunda kalmıştı. 

1917 Ekim Devrimi'nden hemen sonra hayata geçirilen faaliyetlerden biri çocuklarla ilgili olmuştu. Sovyetler Birliği döneminde, çocuk işçiliği ile mücadele önemli bir devlet politikası olarak ele alındı. Özellikle 1920'lerde ve 1930'larda Sovyetler, çocuk işçiliğini tamamen ortadan kaldırmak amacıyla geniş çaplı eğitim ve sosyal refah programları uyguladı. Tüm çocukların okula gitmesi zorunlu hale getirildi ve çocuk işçiliği yasaklandı. Bu dönemde, çocukların eğitim alması ve sağlıklı bir şekilde büyümesi için devlet tarafından çeşitli destekler sağlandı. 

Ekim Devrimi'nden sadece birkaç ay sonra ortaya çıkan Moskova Çocuk Hakları Bildirgesi, aralarında pedagogların, psikologların ve eğitim uzmanlarının yer aldığı alanında uzman bir ekip tarafından hazırlanmış ve tarihin en kapsamlı ve nitelikli çocuk hakları bildirgesini var etmişti. 

1924 yılında Cenevre'de yayımlanan Çocuk Hakları Bildirgesine kıyaslamanayacak düzeyde ileri olan program adete sosyalizmin çocuklar için programlanmış bir cumhuriyetini ortaya koyuyordu. 

Moskova Çocuk Hakları Bildirgesi'nde yer alan maddelere göre, her çocuk, ebeveynlerinin sosyal durumundan bağımsız olarak, bedensel bütünlüğünün korunması ve geliştirilmesi için uygun yaşam koşullarının sağlanması hakkına sahipti. Bu koşulların sağlanması, ebeveynlerin, toplumun ve devletin sorumluluğundadır ve ilgili yasal kurumlarca düzenleiyordu. Çocuklar hiçbir koşulda ebeveynlerinin, toplumun veya devletin mülkiyeti olarak görülmüyor ve kendi bireyselliklerine uygun eğitim alma ve yetiştirilme haklarına sahiplerdi. Her çocuk, özgürce eğitim alma hakkına sahipti ve bu hakları kullanırken maddi koşullarının korunması garanti altına alınmıştı. Çocuklar, toplumsal çalışmalara katılma hakkına sahiplerdi ancak bu katılım onların ruh sağlığını ve zihinsel gelişimini olumsuz etkilemeyecek şekilde düzenlenmişti. Her çocuk, görüşlerini özgürce ifade etme ve başkalarıyla sosyal bağlar kurma hakkına sahipti ve hiçbir çocuk cezalandırılamaz, tutuklanamazdı. Ve tüm bu çocuk hakları  toplum ve devletin örgütlü gücüyle garanti altına alınmıştı.

Büyümüyor işçi çocuklar

Nâzım'ın Hiroşima şiirinde "Büyümez ölü çocuklar" ifadesi bugün belki de en çok yaşamını iş cinayetlerinde kaybeden çocuk işçileri anlatıyor. 

Bu düzende çocuk işçiliği, düşük maliyetli iş gücü sağlaması nedeniyle özellikle tercih ediliyor. Özellikle de Türkiye gibi kâr hırsının her şeyi belirlediği ülkelerde, çocuk işçiler düşük ücretlerle ve kötü çalışma koşulları altında çalıştırılıyor. Bu durum, işletmelerin maliyetlerini düşürmesine ve rekabet avantajı elde etmesine yardımcı oluyor. Ancak, bu durum çocukların eğitim haklarından mahrum kalmasına, sağlık sorunları yaşamasına ve gelecekteki yaşam kalitelerinin düşmesine sebep oluyor. 

Türkiye'de çocuk işçi ölümleri, sadece istatistiksel bir veri değil, aynı zamanda toplumsal bir yara. Bu konuda alınacak önlemler ve yapılacak düzenlemeler, çocukların sağlıklı ve güvenli bir geleceğe sahip olmaları için büyük önem taşıyor. Sosyalizm deneyimi, bu sorunun çözülebileceğini ve çocukların korunabileceğini göstermektedir. 

Bu düzen değişene kadar çocuk işçiler ordusu büyümeye davam edecek gibi görünüyor.