Bu ülkeyi yabancı işçiler mi çökertecek?

Türkiye’de sermaye düzeni, esnek ve kuralsız çalışma düzenini işletmek için her tür olanağı devreye sokar.

Haber Merkezi

AKP Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay, Suriyeli işçiler için, "çok önemli bazı yerlerden Suriyelileri bir çekin, Suriyeliler bir gitsin ülke ekonomisi çöker" yorumu yapmıştı. Ardından, AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Yerel Yönetimler Başkanı Mehmet Özhaseki de yine Suriyeli ve Afgan sığınmacılara ilişkin “Bazı şehirlerde sanayiyi onlar ayakta tutuyorlar, işçi bulamıyorlar bu adamlar çalışıyor” dedi.

AKP’lilerin açıklamalarının nesnel veriler ya da göstergelerde bir dayanağının bulunamayacağını, hem onların hem de, göçmen işçilerin bu ülke için tehdit olduğunu ileri süren karşı argümanların afaki gündemler olduğunu anlamak güç değil. 

Öte yandan, ülkemizde bulunan yabancı işçilerin gerçek durumu ve çalışma koşullarının da ortaya konması önemli.

Önce terimleri tekrar yerli yerine oturtmak gerekiyor. Göçmen, sığınmacı ve mülteci kavramları birbirinden tamamıyla farklı şeyler anlatıyorlar.

Göçmen, en geniş tanım, Birleşmiş Milletler, göçün nedeni ve hukuki statüsünden bağımsız olarak ikamet ettiği ülkeden ayrılarak başka bir ülkeye giden kişilere bu tanımlamayı kullanıyor.

Sığınmacılık, ülkesini terk etmiş ve uluslararası koruma arayan, ancak başvuruda bulunduğu ülkede yetkili makamlarca başvurusu henüz sonuçlandırılmamış kişilere deniyor.

Mülteci ise, BM’nin Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşmesiyle tanımlandığı şekliyle; "ırkı, dini, milliyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan, bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişidir." Statüsünün hukuki olarak tanımlanmış olması gereklidir.

Bunlara göre, her sığınmacı mülteci olarak tanınmaz, ancak her mülteci korunma başvurusunu ilk yaptığında hukuki statü alana kadar sığınmacıdır. Her göçmenin sığınmacı ya da mülteci olmadığını bilmek gerekir. Ancak her mülteci göçmendir.

Bu kavramlardaki hukuksal ve siyasi hassasiyeti göz önünde tutarak, biz “yabancı işçiler” kavramını tercih edelim. 

Türkiye kapitalizminin çalışma rejiminde yabancı işgücünün varlığı, Osmanlı dönemine kadar uzanır. Biz bu tarihsel öyküyü bir başka yazıya bırakıp, 2000’li yıllar ve AKP hükümetleri dönemini gözden geçirelim. 

Türkiye’de yabancıların işçi olarak çalışmalarını 2003-2016 yılları arasında 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun düzenledi. 2016 yılında bu kanunun yerini 6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanunu almış,  ancak bir önceki dönemin 4817 sayılı kanunu uyarınca çıkarılan “Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliği” yürürlükte kaldı. Sadece 2010 yılında yönetmelikte; “İçişleri Bakanlığınca mülteci veya sığınmacı statüsü verilmiş yabancılardan ikamette süre koşulu aranmaz. Bu statüde bulunanların çalışma izin talepleri değerlendirilirken (…) çalışma izin işlemlerinin en kısa sürede neticelendirilmesi için gerekli tedbirler alınır.” şeklinde bir değişiklik yapıldı.

2000’li yıllarda Türkiye’deki yabancı işçiler açısından ilk önemli gelişme, 2007 yılında Bulgaristan ve Romanya’nın Avrupa Birliği’ne katılması oldu. Bu gelişme sonrasında Türkiye’deki Bulgar ve Rumen işçiler ülkelerine dönerek, çalışmak için AB’nin diğer ülkelerine gitmeye başladılar.

İkinci büyük ve önemli gelişme ise, 2011 sonrası Suriyeli göçmenlerin ülkeye gelmeye başlaması ile yaşandı. 2013 yılında,  6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ülkeye giren bazı yabancılarla ilgili bir düzenleme getirdi. Bu kısmı Sendika Akademisinin raporundan aktaralım:

Kanunun 91. maddesi, özellikle Suriyeli göçmenleri ve onların çalışma olanaklarına ilişkin düzenlemeyi içeriyordu. İlgili hüküm şöyledir: “Geçici koruma: Madde 91. (1) Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir. (2) Bu kişilerin Türkiye’ye kabulü, Türkiye’de kalışı, hak ve yükümlülükleri, Türkiye’den çıkışlarında yapılacak işlemler, kitlesel hareketlere karşı alınacak tedbirlerle ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlar arasındaki iş birliği ve koordinasyon, merkez ve taşrada görev alacak kurum ve kuruluşların görev ve yetkilerinin belirlenmesi, Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” 

Aynı rapora göre, Türkiye’deki sığınmacı Suriyelilerin sayısı 2012 yılında 14 binden,  2013 yılında 225 bine çıktı. Bu sayı, 2014 yılında 1,5 milyon, 2015 yılında 2,5 milyon, 2018 yılında 3,6 milyon oldu. 21 Nisan 2021 tarihi itibariyle de resmi olarak Türkiye’de 3.671.811 Suriyeli sığınmacı olduğu bilgisi yayınlandı.

Buraya kadarki kısmıyla aktardıklarımızda bazı noktaların altını çizmekte fayda var. 

Birincisi, farklı kavramları, tek başına yabancı işçi tanımlaması ile kapsamak doğru olsa bile, Suriyeli ve veya Afgan göçmenler söz konusu olduğunda, ülkelerini terk etme nedenlerini ve ülkemize sığınma zorunluluklarını unutmamak gerekiyor. Bu insanların, Türkiye’ye gelme nedenlerinin çalışmak ya da para kazanmak olmadığını, ülkelerinden ayrılmak zorunda kalarak geldiklerini ve yaşamlarını sürdürebilmek için çalışmak zorunda kaldıklarını bilmeliyiz. Bu durum, göçmenlerin işçilik statüsü elde etmelerinin onlar için yaşamsal önemini anlamamıza ve aslında istihdam ilişkisinde ne meslekleri ne eğitimleri ne de vasıfları açısından pazarlık güçlerinin olmadığını görmemiz demektir.

İkincisi, yine Suriye ve Afganistan örneklerinde yaşandığı gibi yüksek sayılarla ve hatta kitlesel göç durumlarında, göç alan ülkenin ve uluslararası kurumların belirledikleri ve mevzuat ile düzenlemesini yaptıkları kurgunun taşıdığı önemdir. Mültecilik statüsünün tanınması, oturma ve çalışma izinleri düzenlenmesi göçmenlerin yaşamlarını ve geleceklerini tümüyle belirleyip değiştirebilecek kapsamdadır ve büyük otorite ve güç kaynağıdır. Bu gücün sermaye düzeninde kullanılacağı yer ve niteliği bellidir.

Üçüncüsü, eşitsiz ve orantısız bir ilişkiler bütünü ile karşı karşıya kalan göçmenlerin kendileri ve aileleri için hayatta kalmanın yollarını her şeyi göze alarak zorlamalarının doğal bir sonuç olduğunu anlamak gerekir. Bu durum, kaçak çalışma, çocuk işçilik gibi ağır sömürü ve kuralsızlığa alan açmakla sonuçlanır. 

Türkiye’de Suriyeli işçilerin bugün geldiği noktanın nasıl örüldüğünü anlamak için, Sendika akademisinin raporuna geri dönelim. Rapora göre:

Türkiye’ye geçmişte gelen yabancı işçiler, bir süre kaldıktan sonra ülkelerine geri dönmüşlerdi. Suriyeli işçilerin büyük bölümü ise Türkiye’de kalma eğilimindedir.

Yürürlükteki kanuna uygun olarak yabancılara verilen çalışma izinleri yıllar içinde arttı. 2003 yılında yalnızca 804 kişiye süreli çalışma izni, 50 kişiye süresiz çalışma izni ve 1 kişiye de bağımsız çalışma izni verilmişti.

2009 yılından itibaren süreli çalışma izni verilen kişi sayısı hızla artmaya başladı. 2009 yılında 13,9 bin kişiye süreli çalışma izni verilmişken, bu sayı 2011 yılında 17,3 bine, 2012 yılında 32,2 bine ve 2013 yılında 45,7 bine yükseldi. Özellikle Suriyelilere süreli çalışma izninin verilmesiyle, 2019 yılında bu rakam 145,2 bin oldu.

Bu sayılardan Türkiye’de süreli çalışma izniyle kaç kişinin çalışmakta olduğunu tespit edebilmek mümkün değildir. İlgili yasada belirtildiği gibi, ilk kez bu izni alanlara en çok bir yıl süreli çalışma izni verilmektedir. Ancak daha sonraki yıllarda daha uzun süreli çalışma izni verilebildiğinden, günümüzde süreli çalışma izniyle yasal olarak çalışmakta olan yabancıların sayısının birkaç yüz bin civarında olduğu tahmin edilebilir. Buna karşılık, kaçak çalışan yabancıların sayısının birkaç milyonu bulduğu düşünülmektedir.

Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi açısından yabancı işçilerin kalkındırma ya da çökertme gibi bir etkilerinin olup olmadığını tartışmadan önce bu nesnel durumu ve ilişkileri iyi bilmek gereklidir.

Türkiye’de sermaye düzeni, esnek ve kuralsız çalışma düzenini işletmek için her tür olanağı devreye sokar. küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinde ve inşaat, merdiven altı konfeksiyon gibi kuralsız, esnek ve kaçak çalıştırmanın yaygın bulunduğu sektörlerde, yabancı işçilerin güçsüzlük ve çaresizliklerini sonuna kadar değerlendirmeyi bilir. Burada büyük sermaye, orta-küçük ölçekli sermaye ayrımı da bir noktadan sonra önemini kaybetmektedir. Parçalı üretimin yaygınlaştığı, merdiven altından herkesin bildiği büyük tekellere uzanan bir zincir olduğunu ve zaman zaman rekabet halinde olsalar bile büyüğüyle küçüğüyle sermayenin temel konularda çıkar ortaklığıyla hareket ettiğini bilmemiz gerekiyor.