Bugün 6 Ağustos. Hiroşima’ya ABD tarafından atılan atom bombasının 79. yıldönümü. Nagasaki’ye 9 Ağustos'ta atılan bombayla beraber düşünüldüğünde bu saldırılarda toplamda yaklaşık çeyrek milyon insan korkunç bir şekilde öldürüldü. Sağ kalan Japonlar korkunç yaralarıyla ölümlerini beklerken, ortaya çıkan radyasyon, hastalık, salgın ve açlık sebebiyle uzunca bir dönem boyunca ülkede yıkım sürdü. Ancak acaba atılan bombalar gerçekten Japonya’ya karşı mı atıldı yoksa hedef başka bir ülke miydi?
İkinci Dünya Savaşı’na dair Batı kaynaklı tarih yazımı ve popüler kültür, Pasifik Cephesi'nde olanın çok dışında bir anlatım içerir. Avrupa’da zaferin kazanılmasıyla beraber Müttefik Devletler için artık odakta Japonya vardır. İmparatorluk hayalleri kuran Japonya, Çin’de işgal ettiği toprakların dışında Güneydoğu Asyanın neredeyse tamamında ve Pasifik Okyanusu'ndaki önemli takımadalarda hakimdir. Ancak ülke başta ham petrol olmakla beraber doğal kaynak olarak dışa bağımlıdır ve ABD ambargosu nedeniyle kıpırdayamaz durumdadır. Donanmanın ve hava kuvvetlerinin dışında tüm ordu birliklerini etkileyen bir çöküş hali hakimdir. Böyle bir durumda olan Japonya’ya karşı neden bir kitle imha silahı kullanılmıştır?
Pasifik Cephesi: Atom bombasının atılması gerekli miydi?
17 Temmuz-2 Ağustos 1945 tarihleri arasında toplanan Potsdam Konferansı’nda ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği liderleri bir araya gelmiş, savaşın ortaya çıkardığı sorunları irdelemişlerdi. Bu görüşmeler sırasında savaşa hâlâ devam etmekte olan Japon İmparatorluğu’na hitaben bir ültimatom kaleme alınmış ve 26 Temmuz 1945 tarihinde kamuoyuna açıklanmıştır. Ültimatomda Japonya’nın derhal kayıtsız şartsız teslim olması talep edilmekte, aksi durumda “ivedi ve korkunç bir felaketle” baş başa kalacağı uyarısı yapılmaktaydı. Burada dikkat çekici nokta Sovyetler Birliği ile Japonya arasındaki durumdu. Ültimatomda Sovyetler Birliği’nin imzası yer almamaktaydı çünkü iki ülke arasında 13 Nisan 1941 tarihinde imzalanmış olan tarafsızlık antlaşması yürürlükteydi.
İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde bu iki ülke silahlı olarak karşı karşıya gelmişti. Asya’da kurduğu kukla devlet Mançuoko üzerinden yayılmaya çalışan Japon Silahlı Kuvvetleri 29 Temmuz-11 Ağustos 1938 arasında yapılan Hasan Gölü Muharebesi'nde ve sonrasında 11 Mayıs-16 Eylül 1939 tarihleri arasında yapılan Halhin Gol Muharebesinde Moğolistan birliklerine ve Sovyet Kızıl Ordusu'na yenilmiştir. İşgal ettiği Çin topraklarını genişletmek ve Asya’da yeni sömürgelere ulaşmak isteyen Japon egemen sınıfları kuzeye Moğolistan-Rusya yönüne yönelmek yerine güneye yönelmek durumunda kalmış, bu bölgedeki Batı Avrupa ülkelerinin sömürgesi konumundaki ülkelere (Malezya, Singapur, Filipinler, Borneo, Sumatra, Yeni Gine) saldırmıştır. Japonya, güneye doğru harekâtına karşı petrol başta olmak üzere hammadde ambargosu uygulayan ABD ile adım adım savaşa gitmekte olduğu için aynı anda hem SSCB hem de ABD ile savaşta olmamak için imzalanan Sovyet-Japon Tarafsızlık Antlaşması'na büyük önem veriyordu. Dolayısıyla 9 Ağustos 1945 günü SSCB tarafından Japonya İmparatorluğu'na karşı ilan edilen savaş, Japonları çok şaşırtmıştı. Bu cepheden bir saldırı beklemeyen Kwantung Ordusu 9-20 Ağustos tarihleri arasında hiçbir direniş gösteremeden ezilmiş, 1,5 milyon Kızıl Ordu askeri Asya’daki tüm Japon varlığına yedi günde son vermişti. Yenilgi tam bir hezimet seviyesinde olduğu için Japon yönetici sınıfları o döneme kadar gündemlerinde olmayan teslim olma seçeneğini düşünmek durumunda kalmışlardı.
Bombanın hedefinde Sovyetler Birliği vardı
Durum bu şekildeyken ve Nazi Almanyası’nın mağlubiyetinden sonra savaşan tek Mihver Devleti olarak yalnız kalmış olan, bunun yanı sıra işgal ettiği Asya topraklarında tarifsiz bir askerî mağlubiyet almış olan Japonya’ya 6 Ağustos günü ilk atom bombası atılmış, insanlık tarihinde görülmemiş bir katliam gerçekleştirilmiştir. Burada atom bombasının atılmasının gerekçesi olarak Japonya ada topraklarına girişilecek bir çıkartmanın çok kanlı olacağı ve harekâtta zayiat verecek olan ABD askeri personelinin kayıplarının bu sayede önüne geçildiği iddia edilir. Ancak Japon Silahlı Kuvvetlerinin başarısızlıkları zaten Japon egemen çevrelerinde teslim olma seçeneğini kuvvetli bir şekilde gündeme getirmiştir. Bunun da ötesinde ABD yöneticilerinin atom bombasını kullanabilmek amacıyla barış görüşmelerine dair temasları reddettiği de bilinmektedir.
Başkan Harry Truman liderliğinde ABD, teslim olmak üzere olan bir ülkeye atom bombası atmaktan çekinmemiştir. Emperyalizm, savaşın ardından ortaya çıkacak olan yeni jeopolitik ortamda büyük prestij sahibi olan sosyalizmi kuşatmayı daha savaş sürerken kurgulamıştır. Atom bombası sayesinde ABD, SSCB karşısında koz elde ettiğini düşünerek örtülü bir tehdidi sürdürmeye çalışmıştır. Bu durum SSCB 1949 yılında kendi atom bombasını üretene kadar devam etmiştir.