Türkiye’nin anayasa tarihini ve AKP dönemindeki kırılmaları değerlendiren hukukçu Atilla Kart, "Ortada çözülecek bir sorun varsa, bu sorun kaynağıyla masaya oturarak çözülemez" diyor.
Özkan Öztaş
"Anayasa değişikliği", AKP iktidarının her kritik dönemeçte başvurduğu bir manivela halini aldı. Mevcut anayasanın darbe ürünü olduğu söylemi üzerinden meşruiyet devşirmeye çalışan iktidar, özellikle 2010'dan itibaren anayasal düzeni köklü şekilde dönüştürdü.
Ancak bu değişiklikler de AKP'ye yetmedi. "Yeni Anayasa" kapısı yeni "çözüm süreci"yle birlikte bir kez daha aralandı.
Bu noktada 1921'den başlayarak 2017 referandumuna ve sonrasına kadar uzanan tartışmaları tarihsel bir perspektiften inceliyoruz.
Bugün tartışılan bir konu da AKP'nin yeni bir anayasa yapma meşruiyetinin olup olmadığı.
CHP eski Konya Milletvekili Avukat Atilla Kart, konuya net bir çerçeve çizerek başlıyor ve temel tezi en başta ortaya koyuyor: "AKP'nin anayasa yapma meşruiyeti yoktur."
Anayasa tartışmalarına tarihsel bir perspektiften başlayalım. Geçmişteki anayasaları meşruiyet bağlamında ele alacak olursak nasıl bir tablo çizebiliriz?
1921 Anayasası, belli açılardan anayasa olmaktan ziyade bir belgedir. O dönem, savaş zamanı olduğu için Teşkilat-ı Esasiye gibi farklı bir niteliğe sahipti. Meşruiyet kavramını sadece 1924 veya benzeri anayasalar üzerinden değil, tüm anayasa tarihimiz açısından ele almalıyız.
Bu durumda, bir askeri darbe sonrası oluşan 1982 Anayasası'nın kendisi en çok tartışılan metinlerden biri. Hatta AKP, sık sık bu anayasanın darbe ürünü olmasını kendi değişiklikleri için bir meşruiyet zemini olarak kullanıyor. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
1982 Anayasası, bir darbe anayasasıdır. Adı üstünde, yaşadığımız ve bugün de halen geçerli olan anayasadır. Ancak bu anayasada 1995 ve 2001 yıllarında önemli değişiklikler yapılmıştır. Şunu söyleyeyim: 1982 Anayasası'nda 19 kez değişiklik yapıldı ve toplamda 184 madde değişti. Çoğu madde birkaç kez değiştiği için bu rakam şaşırtıcı gelebilir ama esas itibarıyla anayasanın üçte ikisi zaten değişti.
Özellikle temel hak ve özgürlükler bakımından en önemli değişikliklerden biri 23 Temmuz 1995'te, Hüsamettin Cindoruk'un meclis başkanı olduğu dönemde yapıldı. Partilerin iştirakiyle yapılan bu değişikliklerde, Başlangıç Metni'ndeki militarist ve ırkçı ifadeler değiştirilerek metin daha demokratik ve sivil bir hale getirilmesi amaçlandı.
Bu değişiklikler AKP döneminde de devam etti. Farkı neydi?
AKP'nin hemen öncesi de var. AKP iktidara gelmeden önce yapılan en önemli değişiklikler 2001 değişiklikleridir. Yine enteresandır, bu değişiklikler AKP'den önceki 1999-2002 DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti zamanında yapıldı. Hem hak ve özgürlükler hem de devletin BDDK gibi üst kurullarla teknik ve hukuki yapılanması anlamında çok tartışılan dönemlerdir. Bu kurumlar devletin katılımcılığını artıran ve teknik yapısını güçlendiren kurumlardı.
Peki, AKP dönemine geldiğimizde, özellikle AKP'nin ilk yıllarındaki anayasa değişikliklerini nasıl değerlendirmek gerekir?
AKP döneminde en önemli adımlardan biri 2004 değişikliğidir. Anayasanın 10. maddesi olan eşitlik maddesine ilaveler yapıldı ama en önemlisi 90. maddedir: Uluslararası sözleşmelerin iç hukuk mevzuatı haline gelmesi. Bu, AİHM sürecini ve temel hakları güçlendiren çok önemli bir gelişmeydi.
Bakın, 1995, 2001 ve 2004 değişiklikleri demokrasiyi ve temel hakları güçlendirmeyi hedefleyen çalışmalardı. Temel bir özelliği vardı: Toplumsal uzlaşmayı gözeten, dayatmayla gerçekleştirilmeyen, toplumun ortak beklentilerine cevap vermeye çalışan adımlardı. Kağıt üzerinde de olsa bu vardı ve gözetiliyordu. Ancak AKP döneminde 2010 Referandumu, 2007 ve özellikle 16 Nisan 2017 değişiklikleri ise anayasal darbe niteliğindedir.

AKP'nin yaptığı sonraki adımlardaki fark nedir o halde? Meşruiyeti neden tartışmalıdır?
Türkiye'de 2010 Anayasa Referandumu'ndan itibaren yapılan hem referandumlar hem de genel seçimler siyasi meşruiyet açısından tartışmalıdır. Süreçlere iktidar odaklı olarak müdahale edilmiştir. 10 Ağustos 2014'ten itibaren ise anayasal darbeler giderek mütemadi bir hal almıştır. Bunun en vahimi, rejimin değişmesi sonucunu yaratan 16 Nisan 2017 referandumudur.
16 Nisan 2017 tarihini bir kırılma olarak tarif edebilir miyiz o halde?
Evet. Bu, demokratik kazanımlarda ve Cumhuriyetin kazanımlarında tarihi bir kırılmadır. 2017'deki rejim değişikliği, AKP'nin siyasi müdahale isteğini yasal bir çerçeveye büründürmesidir.
2017'deki değişikliğin daha önceki değişikliklerden temel hukuki farkı nedir?
2010'daki değişiklikler de meşruiyet anlamında tartışmalıydı ama kuvvetler ayrılığını tümüyle ortadan kaldırmıyordu. Bugün ise Cumhurbaşkanı Meclis'e gelip konuştuğunda yasama, yürütme ve yargı kavramlarının nerede başlayıp nerede bittiği belirsizleşiyor. Bu tablonun en kritik adımı ise 15 Temmuz 2016 sonrası atılmıştır.
Darbeden sonra anayasadan ziyade Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) gündeme geldi değil mi?
15 Temmuz 2016 darbenin tarihidir ama 20 Temmuz 2016'da Türkiye'de yeni bir darbe dönemi başladı. Evet. Türkiye, KHK ile idare edilen bir ülkeye dönüştü. Bu da hukuki açıdan bir başka darbeydi.
Peki, 15 Temmuz sonrası ve özellikle 16 Nisan 2017 referandumuyla birlikte AKP'nin anayasa yapma meşruiyetini neden kaybettiğini somut örneklerle açıklar mısınız?
AKP'nin meşruiyetini sorgulatan birçok adım var. Örneğin, 15 Temmuz Darbe Araştırma Komisyonu'nun raporu önemli bir rapordu. Ama Meclis kayıtlarına yansıtılmadı, akıbeti belirsiz bırakıldı. Dokunulmazlıkların kaldırılması, yerel yönetimleri güçlendirme iddiasıyla yola çıkıp 2011'de beldeleri kapatarak tam tersini yapmak, İstanbul ve Ankara gibi AKP'li büyükşehir belediye başkanlarını istifaya zorlayıp arkasındaki yolsuzluk veya FETÖ bağlantılarının üstünü örtmek... Tüm bunlar demokratik kanalları yok eden adımlardı. Yani ortada bir suç varsa hukuki yollar devreye girer. İstifa ettirilerek üstü örtülmez.
En vahimlerinden biri de Devlet Denetleme Kurulu'na (DDK) icrai yetkiler verilmesidir. Eskiden sadece istişari yetkisi olan DDK, adeta paralel bir savcılık mekanizmasına dönüştürüldü. Bütün bu adımlar, anayasal denetim mekanizmalarını yok edip gücü tek bir merkezde topladı.
Bu tabloya bakınca, AKP'nin yeni bir anayasa tartışmasının başlatabilmesi için elinde epey birikmiş bir sorun ve kötü bir sicil var diyebilir miyiz?
Kesinlikle. Yeni bir anayasanın meşruiyetinden söz edilebilmesi için önce bir yol temizliği gerekir normalde. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 22. dönemden itibaren denetim ve yasama işlevini zaten kaybetmeye başlamıştı. Bugün "torba yasama" tekniği demokrasilerde olmayacak bir şekilde norm haline geldi. AKP'nin bugüne değin yaptığı tüm uygulamalar anayasayı ihlal eden uygulamalardı. Bu anayasa bugün ihtiyaçları karşılamadığından değil, AKP'nin işine gelmediğinden bu biçimde şekillendi. Evet anayasaya dair bir sürü şey tartışabiliriz. Birçok eksik var bu herkesin malumu. Ama bugün ülkenin bu halde olmasının sebebi anayasal pürüzler değil iktidarın uygulamaları. Tabloyu bu hale getiren bir öznenin tabloyu değiştireceğini düşünmek saflık olur.
Yasamanın işlevini yitirmesi "torba yasaları" norm haline getirdi dediniz. Bu durum yargıya nasıl yansıdı?
Evet. Normalde hukuk devletlerinde torba yasa gibi uygulamalar olmaması gerekir. Hal böyle olunca torba yargılamalar da oluyor. Ama sürecin bir de yargılama örnekleri var. Ergenekon ve Balyoz süreçleriyle başlayan "torba yargılamalar" bugün de devam ediyor. Bu tür yargılamalardan demokrasi ve maddi gerçek çıkmaz. Önce bir fail listesi oluşturuluyor, sonra o listeye göre delil toplanmaya başlanıyor. Bu karambolde gerçek suçlular kaybolup giderken, masum insanlar yıllarını kaybediyor.
Burada akla bir soru geliyor. Anlattıklarınız, "AKP ilk döneminde iyiydi ama sonra güç zehirlenmesi yaşadı" diyen eski AKP'li siyasetçilerin söylemlerini hatırlatmıyor mu?
Hayır. Aynı şey değil. Öncesi iyiydi de sonrası kötüydü demiyorum. AKP, iç ve dış dinamikleri olan bir projedir. 2002'de demokratik sistemin zafiyetlerini kullanarak yasal yollardan gelmiştir, evet. Ama gelişinde bile meşruiyet tartışması yapılmalıdır. Yüzde 34 oyla Meclis'in yüzde 60'ına sahip olması, demokrasinin kurumsallaşmamasının ve içselleştirilmemesinin bir sonucudur.
Son olarak, siyaseten yan yana gelmesi beklenmeyen kesimlerden bile "yeni anayasa" çağrısı yükseliyor. Neredeyse bir "anayasa değişsin" korosu var. Bu durumu neye bağlıyorsunuz?
Bütün bu sürecin sonunda ortaya çıkan fiili durum şu: Temel hak ve özgürlükler, basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı anlamında giderek daralan ve çürüyen bir alan var. Tüm bunlar toplumda belli bir düzeyde anayasa tartışmalarını besliyor. Ama iktidar gücü anlamında tırmanan bir güç söz konusu. İktidar gücünü pekiştirmek için tüm olanakları kullanıyor ve bunu yaparken de hiç bir kural tanımıyor. Buradaki sorun, AKP yönetim kadrosunun bu konjonktürü kullanma konusunda olağanüstü maharetli olmasıdır. Tırnak içinde söylüyorum; Goebbels ve Makyavel yöntemlerini olağanüstü bir başarıyla uygulayan bir kadro var.
Ayrıca Türkiye kamuoyu bazı temel kavramlar üzerine düşünmeli ve bu kavramlar hakkında kapsamlı bilgilendirmeler yapılmalı. Bu tür bir ortak zemin oluşturulmadığı sürece, her birey meselelere kendi kişisel tavrıyla yaklaşmakta ve bu da toplumsal bir uzlaşıyı imkânsız hale getirmektedir. Örneğin, “millet”, “yurttaşlık”, “anadilde eğitim” ile “anadil eğitimi” arasındaki farklar, Diyanet’in kurumsal yapılanması gibi konular; içeriği, tarihsel bağlamı ve çerçevesiyle birlikte ele alınmadan değerlendirilemez. Bu kavramların kapsayıcı olup olmadığı da yine bu tartışmalar ışığında belirlenebilir. Toplumun bu tür bir düşünsel sürece hazır hale gelmesi ve bu yönde hazırlanması gerekmektedir. Yani konu biraz da toplumu bilgilendirecek açıdan kavramsal olarak da tartışılmalı
Ama başta söylediğimi sonda tekrar edeyim. Ortada çözülecek bir sorun varsa bu sorun kaynağıyla masaya oturarak çözülemez. AKP'nin anayasa yapma meşruiyeti yoktur.
Ali Rıza Aydın: '1924 Anayasası aydınlanma ile gericiliğin birlikte yaşadığı metindir' | ![]() |