'Aşılar ancak yaygın kullanılırsa etkili olur'

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Selim Badur, bağışıklık ve aşı tartışmalarına ilişkin soL'un sorularını yanıtladı.

Mehmet Kuzulugil

Covid-19 aylardır dünya gündemindeki yerini koruyor. Salgının kendisi, geliştirilecek aşılar, yayılması, tedavisi, yanlış tedavisi, "ikinci dalgası" derken özellikle kendi ülkemizde ilk kez bilimsel bilginin ağır bastığı bir toplumsal gündemimiz oldu.

Bağışıklık, antikorlar, virüsün evrimi, genetik, kalıcı bağışıklık, toplumsal bağışıklık...

Bu kavramlara dönük ilgiyi ve neredeyse günlük hayata girişlerini biraz da şaşkınlıkla izliyoruz.

Aşı ve bağışıklık bu yaygın "bilimsel" ilginin özellikle yoğunlaştığı konu oldu. Bu konularda salgın döneminde oldukça aydınlatıcı açıklamalarda bulunmuş bir virologla görüştük. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Selim Badur, salgının ilk günlerinde bilim dışı yaklaşımların hayret verici yayılmasının gerilediğini ama dünyada hala bilimsel dayanağı olmayan haberlerin yayılabildiğini ve toplumun azımsanmayacak bir kesiminin bilim dışı davranışları sürdürebildiğini söyledi.

Aşı bulunursa kullanmam diyenlerin ABD'de yüzde 40'ı bulduğunu söyleyen Badur "maske karşıtlarına" da işaret etti.

Badur, virüse karşı yapılan aşı geliştirme çalışmalarıyla ilgili sorularımızı yanıtlarken, henüz etkin bir aşının ne zaman kullanılabileceğinin belli olmadığını söyledi ve teorik olarak aşının kalıcı ve tüm bireylerde aynı ölçüde etkili olmama ihtimalinin bulunduğunu anlattı.

Yine Badur'a göre yeniden enfeksiyon, yani bir kez Covid geçirdikten sonra SARS-nCoV-2'ye yeniden yakalanma vakalarının gözlenmiş olması, kalıcı bağışıklık açısından olumsuz bir veri ama dünya üzerinde az sayıda görülen bu vakaların tam bir incelemesi de yapılmış değil.

Badur'un aşı çalışmalarıyla ilgili önemli yorumuysa şu: Eğer toplumda yeterli bir yaygınlıkta aşılama yapılamazsa, aşı toplumsal bağışıklığın sağlanması ve giderek tüm toplumun bireylerinin korunması için yeterli olmayabilir.

'İlk günlerdeki kadar olmasa da hâlâ bilim dışı davranışları görmekteyiz'

Covid-19'la ilgili ilk ayların bilgisizlik-umursamazlık-yanlış bilgilenme-panik döngüsünden biraz uzaklaştığımızı düşünüyorum. Bu bilgi kirliliğine engel olmuyor ama biraz yol aldık sanki. Diyetisyen, diyanet yetkilisi ve astrologların televizyon programlarında salgını yorumladıkları günler geride kaldı mesela. Katılır mısınız? Ya da toplumun şimdi biraz daha aydınlanmış olduğu bir konu sayılabilir mi?

Pandeminin ilk günlerinde konunun uzmanı olmayan, söz konusu küresel salgına “bu virüs sarı ırka özgüdür, bize etki etmez; burnunuza tuzlu su çekin, yeterlidir; gripten farkı yoktur, abartmaya gerek yok" diyen bazı kişilerin ülkemiz görsel basınında boy gösterdiklerini görüyorduk. Zaman içinde bu kişiler ekranlardan kayboldu; geldiğimiz noktada “ağzınızı karbonatla çalkalayın yeter” diyenler çıksa da, eskisi kadar ortalarda görünmüyorlar. Ancak bu tip bilim-dışı yaklaşımlara başka ülkelerde de rastlandı ki, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) nisan ayında yayınladığı bir raporda, “tuzlu su kullanmak, sarmısak tüketmek SARS-CoV-2 ye etkili değildir” şeklinde uyarılara yer verdi. Aslında küreselleşen dünyada “bilim karşıtı” söylevlere sıklıkla rastlamaktayız; aşı karşıtlığı ile somutlaşan bu yaklaşım doğrultusunda “bu salgın yapay olarak çıkartılmıştır; 5G uygulamaları bu sorunu yaratmıştır; etken virüs laboratuvarda üretilmiştir” şeklinde, bilimsel dayanağı olmayan çok haber yayıldı. Elbette bu yaklaşımları ciddiye almak mümkün değil. Öte yandan hazırlanacak SARS-CoV-2 aşısını kullanmam diyen bir kesim var: örneğin ABD’de bu şekilde düşünenlerin toplumun %40’ını, Fransa’da % 26’sını oluşturduğu anketler ile gösterildi. Öte yandan “maske kullanmak istemiyoruz” diyen grupların bir çok ülkede protesto mitingleri düzenlediklerini; alınması önlemlere karşı çıktıkları da bilinen bir gerçek. Sonuçta pandemi sürecinin ilk günlerindeki kadar olmasa da, hala bu tür bilim dışı davranışları görmekteyiz.

'Bu soruya henüz olumlu bir yanıt yok'

Covid-19'la ilgili herkesin takip ettiği konular aşı ve bağışıklık. Aşıya geçmeden, Covid-19'un geçiren hastalarda sağladığı bağışıklık hakkında yeni bulgular var mı?

Bu sorunuza ne yazık ki olumlu, somut verilere dayanan bir yanıt veremeyeceğim. 

Henüz etken ile karşılaşan bireylerde oluşacak koruyucu bağışık yanıtın ürünleri olan antikorların işlevleri, nötralizan özellikleri ve kalıcılıkları konusunda çok çelişkili bulgulara rastlamaktayız. Genel anlamda bağışık yanıt ürünü olan antikorların, aynı etken ile sonraki karşılaşmalarımızda bizi koruması lazım; bu bilimsel doğrunun pratiğe yansımasını kızamık ya da hepatit B enfeksiyonlarından sonra somut olarak görmekteyiz. Buna karşın, hepatit C, HIV ya da Influenza virüslerine karşı oluşan antikorların koruyuculuğu ilk grupta yer alan hastalıklarda olduğu gibi net değil. Doğal, geçirilen bir enfeksiyon sonrası ortaya çıkan bu tablo, elbette aynı etkenler için hazırlanan aşılar için de geçerli oluyor. Bildiğiniz gibi henüz hepatit C ya da HIV için elimizde etkili bir aşı yok. Kısacası doğada gerçekleşmeyen koruyuculuk özelliğinin olmaması, pratikte aşı eldesi konusunda da sorun yaratıyor.

SARS-CoV-2 için hazırlanacak aşılar ile uyarılacak bağışık yanıtın ürünleri olan antikorların ne boyutta işlevsel olduklarını, sürdürülmekte olan Faz III çalışmalarının sonuçları ile öğreneceğiz.

Öte yandan sayıları az da olsa re-enfeksiyon sorunu yaşayan hastaların bildirildiğini de görmekteyiz. Konu ile ilgili olarak yayınlanan 30 kadar çalışmada, COVID-19’a yakalanan, tedavi gören, iyileşerek taburcu olan bu kişilerde, bir süre sonra tekrar ortaya çıkan COVID-19 tablosu bildirildi. Ancak bu gelişmenin nedenleri henüz netlik kazanmadı. Acaba ilk enfeksiyon sırasında latent (uykuda) kalan bir etken mi söz konusu; ya da farklı özellikte (örneğin mutasyona uğramış) farklı bir SARS-CoV-2 ile mi enfekte oldular? Ve nihayet acaba ilk enfeksiyon sırasında bu kişilerde oluşan antikorlar, ikinci kez aynı etkenle karşılaşıldığında görevlerini yapmıyorlar mı? ya da bir süre sonra ortadan kaybolmaktalar mı? Bu soruların henüz net bir yanıtı yok. Ancak bu tip olguların sayısının az olduğunu ve sürdürülmekte olan aşı çalışmalarında herhangi bir değişikliği gerektirecek boyutta olmadıkları bugün için kabul edilen yaklaşımdır. 

Saptanan değişimler 'mutasyon' değil 'varyasyon'

Virüsün gerçekleşmiş ya da teorik olarak olası olan evrimi kalıcı bağışıklığın önünde önemli bir engel oluşturuyor mu? Başka hastalık yapan unsurlarla karşılaştırdığınızda, SARS-nCoV-2 bize evrimleşmesiyle de meydan okuyor mu?

Coronavirus ailesinin bir üyesi olan SARS-CoV-2’nin RNA virüsü olduğunu ve nükleik asit olarak RNA içeren virüslerin mutasyonlara yatkın olduğunu biliyoruz. Buna karşın, şimdiye dek gerçekleştirilen genetik analizlerde virüsün davranış değişikliğine neden olacak, ona daha güçlü hastalık yapma özelliği kazandıracak, daha hızlı yayılımına yol açacak bir farklılaşma gösterilmedi. Nitekim moleküler biyoloji uzmanları şimdiye dek saptanan genetik değişmeleri, davranışta major farklılıklara yol açmamaları nedeniyle “mutasyon” olarak değil de “varyasyon” olarak tanımlamaktalar. (Şimdiye dek yapılan çalışmalarda saptanan en önemli varyasyonlar virüs genomunun S bölgesinde D614G değişikliğ ve ORF bölgesinde saptanan bir delesyon; ancak bu iki değişimin çok ciddi sonuçları olmadığı, etkenin davranışını etkileyen önemli farklılaşmalara yol açmadığı saptandı).

'Aşı sürecinde asıl sorun uygulanmasını kabul etmeyecek gruplar'

Grip aşıları neden her yıl yenileniyor?

Bir aşının her zaman kalıcı antikorlar üretmeyebileceğini söylediniz. Bir de aşının "muhatabı" olan virüsün evrimi var. Grip aşılarının her yıl yenilenmesi ya da her yıl tekrar aşı olmamız bunlarla mı ilgili?

Grip aşısı kuzey yarım kürede her sonbahar gündeme gelen, üzerinde çok fazla spekülasyon yapılan bir konudur. Herşeyden önce şu bilgiyi yinelemek yararlı olacaktır: grip aşısı size pandemi etkeni olan SARS-CoV-2’ye karşı korumaz; ikisi ayrı virüslerdir ve aralarında herhangi bir çapraz koruma söz konusu değildir. Peki bu süreçte Grip aşısı neden gündemde? Bu aşının yaşamakta olduğumuz dönemde iki dolaylı yararı olacaktır. Birincisi COVID-19 nedeni ile zaten çok yoğun olan hastanelere ek olarak grip hastalarının da başvurmasını önlemek için; bir de aynı kişiye SARS-CoV-2 ile birlikte grip etkeni olan Influenza virüsleri bulaşır ise, her iki etkenin birlikte oluşturacakları klinik tablonun ağır seyretmesinden korkulduğu için.

Bu arada COVID-19 ‘a karşı alınan önlemlerden maske kullanımı ve fiziksel mesafe uygulamalarının Influenza virüsünün dağılımına etkisi sonucu, 2020 yılı sonbaharında grip aktivitesinin kısmen de olsa  önceki yıllardan daha hafif seyretmesi şaşırtıcı olmayacaktır.  

Grip aşısının özellikleri, uygulama önerileri ve etkisi çok tartışılan bir konudur. (Örneğin “ben grip aşısı oldum ve buna bağlı olarak gribe yakalandım” diyenlere rastlıyoruz. Ülkemizde kullanılan grip aşıları ölü aşılardır ve enfeksiyona neden olamazlar. Bunun olması için “ölü virüsün”, canlanması lazımdır ve bu da pek mümkün değildir !). Peki Grip aşıları etkilimidir ve neden risk gruplarının her yıl aşılanması önerilir? Herşeyden önce grip aşısının özellikle bu enfeksiyon için risk taşıyan kişilere (yaşlılar, sağlık çalışanları, gebeler, kronik -süregen- hastalığı olanlar gibi) uygulanması önerilmektedir. Bu özellikteki bireylerin aşılanması ile hastalıktan korunmaları, aşılanmalarına rağmen enfekte olsalar bile hastalığı hafif geçirmeleri hedeflenmektedir. Grip aşısının etkisi çeşitli faktörlere bağlı olarak değişkenlik gösterir; bu faktörlerden en sık dile getirilen konu aşının içinde bulunan ve o sezon dolaşıma giren virüs tipinin örtüşmesidir. Bu konu gündeme geldiğinde aşıdaki ve dolaşımdaki virüslerin uyumsuzluğu söz konusu olduğunda aşının tamamen etkisiz kalacağından bahsedilir. Ancak grip aşılarında Influenza A/H1N1 ve H3N2 antijenik tiplerinin bulunduğunu; insanlara adapte olmuş ve yine insanlarda mevsimsel gribe yol açan bu iki tipe karşı aşılama yapıldığını biliyoruz. Örneğin H3N2 virüslerini ele alır isek, H3N2/HongKong antijenik alt-tipi dolaşımda iken, eğer aşı içinde H3N2/Kansas alt-tipi var  ise, aşının %80’lerde olan etkinliği, %60’lara düşer, tamamen ortadan kalkmaz. Peki bu durumda neden her yıl aşılanma önerilmektedir? Bu sorunun yanıtı grip aşılarının koruyuculuğunun göreceli olarak kısa sürmesindendir. Kızamık hastalığını ele alalım: çocukların kızamık geçirdikten sonra iyileşerek ömür boyu bağışıklık kazandıklarını biliyoruz; benzer şeklide uygun aşılama ile kazanılan kızamık bağışıklığı ömür boyu kalıcıdır. Ama grip öyle mi? Bir kez grip geçiren, aynı yıl içinde ikinci kez ya da (çok şanssız biri ise) defalarca gribe yakalanabilir; bu durumun aşıya yansıması ise, grip aşısı koruyuculuğunun 8-10 ay süreli olmasını beraberinde getirmektedir.

Grip örneğinde olduğu gibi, her enfeksiyon hastalığı etkeninin benzer bağışıklık sağlamadığı; bununla ilintili olarak  aşılarının koruyuculuk süresinin de aynı olmayacağı açıktır. 

Henüz test aşamalarını geçerek yaygın kullanıma geçirilmiş bir aşı yok. İlk soru, olacak mı? Daha doğrusu çeşitli nedenlerle "olamaması" ihtimali var mı? "Şubata hazır olur değil mi?" gibi sorularla daha çok karşılaşıyorsunuzdur ama galiba "hiç olmama ihtimali de var mı" sorusu da anlamını yitirmiş değil. Bununla birlikte diğer bir soru, elimizde bir aşı olması demek onun yüzde yüz ve süresiz koruma sağlaması anlamına gelecek mi?

Teknolojinin gelinen aşamasında bir dizi yeni yöntem kullanarak (Viral vektörler ya da mRNA yaklaşımları gibi) aşı eldesini başarılı biçimde gerçekleştirmek mümkün. 200’den fazla aşı çalışması küresel çapta devam etmekte; bunlardan 40 kadarı insan deneyleri aşamasında ve bir kısmı ile Faz III çalışmaları yürütülmekte. Sorunuzun net cevabını ancak Faz III çalışmaları tamamlanınca verebiliriz. Faz III çalışmaları, hazırlanan aşının etkili olup olmayacağını gösterecek; 10.000’lerle ifade edilen gönüllülerde sürdürülen bu çalışmalar sonunda aşının kullanıma girip giremeyeceğini öğrenmiş olacağız. Aşıların uygulanması sürecinde bizi bekleyen asıl sorun bu aşının uygulanmasını kabul etmeyecek olan gruplar; bunların oranı aşı ile elde edilmesi planlanan toplumsal bağışıklığın oluşumunu etkileyebilir. Öte yandan aşının uygulanması sonucu, bazı bireysel genetik özelliklere bağlı olarak aşıya yanıtı düşük düzeyde olacak kişiler de çıkacaktır. Ancak yaşanma olasılığı bulunan bu olumsuzlukları abartmadan, konuya halk sağlığı açısından bakmak, ve aşıların etkili olacağını varsayarak karamsarlığa kapılmadan gönüllülerde yapılan çalışmaların sonuçlarını beklememiz uygun olacaktır.

Aşı testleri, "fazlar", kontrol grupları vs. hakkında da epey bir şeyler öğrendik aslında toplum olarak ama şu sorunun yanıtını çok iyi bilmiyoruz: Testler, herhangi bir aşamasında, aşı verilmiş kişilerin bilinçli olarak enfekte edilmesini içeriyor mu? Yani binlerce kişiye aşı yapılıp, sonra onlara virüs "enjekte" edilerek sonuca bakılması herhalde söz konusu olamaz? Her şey bir yana kontrol grubunun "aşı" gibi bir önlemi de yok!

Şu an sürdürlen Faz III çalışmalarında, gönüllülerin bir bölümüne aşı adayı, diğer bölümüne ise plasebo dediğimiz, etkili madde içermeyen preparat verilmektedir. Belirli bir süre sonunda (2-6 ay) hangi grupta ne kadar enfeksiyon belirtisi oluşacağına bakılarak sonuçlar değerlendirilecektir. Geçecek süre zarfında enfeksiyonun yaygın olduğu toplumlarda, çalışmaya katılan tüm bireylerden bir bölümünün virüs ile temas etme olasılığı bulunduğundan, geçen süre sonunda aşı ve plasebo uygulanan gruplardaki fark değerlendirilerek, aşının etkisi ve geçerliliği anlaşılacaktır. Bugün sürdürülmekte olan çalışmalarda, aşıyı yapılanlara canlı virüs vererek, “acaba aşı koruyucu olacak mı” sorusunun yanıtını arama yoluna gidilmemiştir.