Almanya’da çifte yurttaşlık seçimlerde AKP’ye yarar mı?

Almanya’nın göç politikalarındaki değişim, Alman devletini Türkiye’deki seçimlerde söz sahibi yapabilecek özellikler taşıyor.

Tevfik Taş

Geleneksel kan bağı esasına dayalı burjuva ulus devletçiliğinin yurttaşlık hukuku ile uyumsuzluğuna dair açıklamaların genel kanının aksine, “küreselleşen dünyanın çokkültürlülüğü mutlak kılması”ndan değil, yedek ve artık işgücü ihtiyacının sistemin doğasına olan zorunluluğundan kaynaklandığı ekonomi-politiğin abc’si sayılmalı.

1913’deki “kan bağı esasına” dayalı yurttaşlık yasasını 1999 sonunda değiştiren Almanya, bu karar ile uluslararası işgücü rekabet piyasasındaki basınca daha fazla dayanamayacağını deklare etmişti. Avusturya gibi farklı etnisiteler ile yaşamak zorunda kalmamış olması ya da Belçika, Hollanda, Fransa, Portekiz, İspanya, Birleşik Krallık gibi devletlerden farklı olarak sömürgecilik trenini kaçırmış olması Alman sermayesinin işgücü piyasası başlığında “muhafazakâr kalması”na yol açmıştı. Bununla birlikte özel ikili anlaşmalar ile savaş sonrasındaki yedek işgücü ihtiyacını görece karşılayabilen Almanya, kalifiye işgücü talebi için de 90’ların sonunu beklemişti.

Göç politikası emek sömürüsü ile şekilleniyor

Hristiyan Birlik partilerinin “çalışsınlar ama yurttaşlık talebinde bulunmasınlar” direncine karşı çifte yurttaşlık yasaları gündeme geldi ve ülke 2006 yılı itibariyle resmi olarak kendisini “göç ülkesi” olarak tanımladı. Her şey iş piyasaları rekabetinde emeği baskılamanın ve yeni sömürü alanlarının güzel hatırına reforme edildi.

Ancak sınıf siyasetinde tek bir sermaye aklı ve çıkarı olmadığı için, Alman yurttaşlığına geçme hakkı tanınan göçmenlerin dışlanması hız kesmedi. Hatta daha da güçlenerek büyüdü. Dönemin önde gelen Hristiyan Demokrat Birlik partisi ileri geleni Roland Koch, çifte yurttaşlığa karşı kampanya yürüttü. Sözü geçen kampanyanın mottosu şuydu: “Yüzde 50 Alman olunmaz!” Hukuk çarpıtılarak “bir kişi, bir oy” ilkesinin anayasa ilkesi olduğu ve bu ilkenin çifte yurttaşlık ile zedelendiği ileri sürüldü.

Ardından 2000 yılından sonra Almanya yurttaşlığına geçmek isteyenlere “tek pasaport” dayatması gündeme getirildi. Yalnızca gündeme getirilmekle de yetinilmedi bir gecede kazanılmış haklar budandı. Tabii bu yasanın asıl muhatabı Türkiyeli göçmenlerdi. Avrupa Birliği'nin sözde özgürlükçü sınır ve yurttaşlık siyaseti Almanya'da revize edilerek, önkoşullu olarak uygulamaya sokuldu. ABD, Japonya ve AB yurttaşları dışında Mısır, Suriye, İran gibi pek çok ülkenin yurttaşları da kendi pasaportlarını koruyarak Almanya yurttaşlığı hakkını korudular. Türkiyeli nüfusun Almanya'daki fazlalığı gerekçe gösterilerek yasalar keyfi şekilde eğilip büküldü. Elbette Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendi yurttaşlarının haklarını koruma konusundaki isteksizliği de bu süreçte son derece etkili oldu.

Almanya’da göç siyasetinde revizyon

Almanya'da iktidardaki sosyal demokrat/liberal hükümet, Almanya'nın göç siyasetinde revizyona giderek, kalifiye işgücü talebini karşılamayı umuyor. Bu amaçla üzerinde çalışılan yeni yurttaşlık yasası kapsamında köklü reformlara gidilerek, düzenin ihtiyaç duyduğu kalifiye ve yedek işgücü sorununu bertaraf etmeyi umuyor.

İşi olup, beş yıl oturumu olan göçmenlere yurttaşlık kapısı aralanıyor. Hatta kimi özel durumlarda (evlilik ya da mesleki beceri durumunda) bu süreç üç yıla kadar kısaltılabiliyor.

Türkiyeli göçmenler açısından durumun bir de siyasi boyutu var. 2000 yılı sonrasında yurttaşlık hakkı elde edenlerin eski pasaportları iptal edilirken, yeni düzenleme ile “iki pasaport” edinmeye olanak tanınacağı ifade ediliyor. Bir milyondan fazla insanın Türkiye’de oy kullanabileceği gibi bir durum ortaya çıkabilir. Bu durumdan AKP’nin azami yarar sağlamak isteyeceğini bir ön veri olarak kabul etmekte yarar var. Sözü geçen yurttaşlık reformunun Türkiye’deki seçimlere yetişip yetişmeyeceği hâlâ netlik kazanmış değil.

Diğer yandan iktidardaki sosyal demokrat SPD ile Yeşiller partilerinin de bu süreçte “kazançlı” çıkacaklarına kuşku ile bakmak gerekiyor. Türkiyeli göçmenlerin sınıfsal kompozisyonları büyük oranda değişmiş durumda. İlk kuşak göçmen kitlesinin “sol” diye bilinen sosyal demokratlara sempatiyle baktığı hiç kimse için sır değil. Ancak bu süreç büyük oranda başkalaştı. Türkiyeli göçmenlerin ilgi duyup, saf tuttuğu siyasi yönelim içinde dünden farklı olarak Alman faşizan partileri de dahil olmak üzere parçalılık dikkat çekicidir.

Hristiyan Birlik partileri içinde siyaset yapan hatırı sayılır bir kitle var. Bu durum, geleneksel Alman sağının Türkiyeli göçmenlere bakışını da değiştiriyor. Kürt siyasetinin daha çok Die Linke ve Yeşiller ile ilişkili olması sosyal demokrat SPD'yi zora sokuyor. SPD, izlediği Türkiye siyaseti yüzünden “küstürdüğü” Türk seçmeni kazanmak için hem nalına hem mıhına siyasetine hız verebilir.

Alman devleti de Türkiye’deki seçimlerde söz sahibi

2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Almanya’daki sandıklardan en yüksek oy AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a çıkmıştı (% 64,8 yani 421 bin oy) İkinci sırada Muharrem İnce (% 21,9 yani 142 bin oy), üçüncü sırada ise Selahattin Demirtaş (% 10 yani 65 bin oy) listelere yansımıştı. Aynı seçimin milletvekili seçimlerinde ise, Cumhur İttifakı % 65,1, Millet İttifakı ise % 19,7 oranlarına sahipti.

Bu tablonun geçmişte kalmış olması bir yana, 2018 seçimlerinde katılım oranı % 45,7 ile sınırlı bir düzeydeydi. Bu oranın yükselmesi ve yüzde bir gibi bir oranda 2023 seçimlerine yansıması durumunda sonuç tablosu üzerinde etkili olacak bir toplamdan söz edilebilir.

Şimdi top Alman hükümetinin elinde… 2023 seçimlerinde artık yalnızca Almanya’da yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyanlar değil, doğrudan doğruya Alman devleti de var.