Kanı Fener'e kaynayan Nâzım'ın da dediği gibi “Sporda da olsa, halka dayanalım vatandaşlar! Halka, kapılarımızı geniş açalım iki gözüm!”
mehmet erçetin
“Hep kazanmışsınız dede. Anlattıklarınızdan bu anlaşılıyor. Güçlü olduğunuzdan kazanmışsınız. Ya insanlar sizden daha güçlü olursa. Ya bir kez yitirirseniz?”
Erol Toy'un ilk basımı 73'te yapılan ve fiili olarak yasaklanan kitabı İmparator, ünlü “Çokzâdelerin” doğumunu, yükselişini ve iktidarını anlatıyor. Fehmi Çok, Ankara'da iki adımlık bir bakkaliyeden uluslararası bir holdingi adım adım inşa ediyor, hayat hikayesine tanıklık eden torunundan ise yukarıdaki sözleri işitiyor.
Bugünden bakınca hikayede şaşkınlık yaratan bir taraf olduğunu söylemek zor. Yetenekli ve genç bir tüccar arkasında atik ve genç bir Cumhuriyet buluyor. Biraz şans biraz zeka derken dönemin elverdiği boşluklar hızlı bir yükselişe, farklı dilden “dostlar” edinmek yükselişin yerini yerleşmeye bırakmasına yol açıyor. Kitaptaki mahlasıyla Fehmi Çok, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte büyüyen bir sermaye öncüsünün portresi. Aradan bir insan ömrü kadar vakit geçer geçmez öncülük ev sahipliğine dönüşüyor.
Ne hikaye ama!
İmparatorun doğumu
Artık Cumhuriyet'in varlığı tartışılır, onun yerine genci yaşlısı, zekisi akılsızı, mavi gözlüsü siyah jiplisiyle bolca tüccar var.
Benim gibi taraftarlık mefhumuyla lanetlenmiş sporseverler farkında ki profesyonel futbol, artık yalnızca bu tüccarların bir iş kolu. Türkiye'ye özgü bir durumdan bahsedilemez. Türkiye Futbol Federasyonu'nda ve profesyonel kurullarında görülen çürümenin aynısı dünyanın geri kalanına da yayılmış durumda. Zaten ortada bahis gibi dev bir parasal döngü ve özel şirkete dönüşmüş, hatta devlet eliyle yönetilen kulüpler varken aksi imkansız. Yeni kuşak arasında amatör sporlara duyulan ilginin artmasını belki de biraz buradaki sahteliğe bağlamak gerekli.
Lakin futbola dair “sahada kazanılmıyor” algısı ne ölçüde geçerli olursa olsun, bu sporun popülerlik ve izlenilirlik açısından rakipsiz olmaya devam ettiği bir gerçek. Bahsettiğimiz ölçekte toplumsallaşan bir şeyin politikleşmemesi ise imkansız.
Bu alandaki kirliliğin, gerçeklikten kopuşun, hiçbir aşamanın adil olmadığına dair hislerin toplumsal izlerini sürmek bu bağlamda mümkün. Adaletin ve gerçekliğin olmadığı bir şeye tutkuyla bağlanmak, aynı anda zaferlerin sahici, mağlubiyetlerin sahte olduğu inancını yaratabiliyor. Burjuvazi, evrensel olarak elini attığı her şeyi kirletmeyi, kendi anlatısı açısından kullanışlı hâle getirmeyi sürdürüyor. Fenerbahçe Koç ilişkisinde ise bunun fazla açık ve doğrudan yaşandığını görüyoruz.
Çünkü Çok'ların varisi iktidar sırası gelmeden önce Fenerbahçe'yi deneme tahtası hâline getirmeyi seçti.
İmparatorun çıkışı
Ali Koç hakkında ne bildiğimizi düşünerek başlayalım: Kendisinin milliyetçi, MHP'ye oy veren ancak bir yandan Batı'dan ziyade Doğu'ya dönük bir ticari vizyonu olan, zaman zaman açıklamalarında daha adil kapitalizm gerekli ihtiyacını dile getiren bir sermayedar olduğunu biliyoruz. Cümlenin başını okumazsanız soyadın Koç değil Sancak olduğunu zannedebileceğiniz köşeli bir profil.
Peki Fenerbahçe hakkında ne biliyoruz? İstanbul'daki üç kulübün sportif açıdan diğer takımlarla karşılaştırılamaz olduğu aşikâr. Ancak 2011'den itibaren saha dışındaki olaylar sebebiyle bunların içerisinde en sansasyonel olan Fenerbahçe oldu. Süper Final'de tribünlere polis saldırısı, Aziz Yıldırım'ın Fethullahçılar tarafından tutuklanması, otobüsün kurşunlanması derken Fenerbahçe, düpedüz politik bir fenomene dönüştü. Ve burada siyasetin geri kalan alanlarında görmediğimiz, ilginç bir unsur var: Politik skalanın herhangi bir noktasına düşen insanlar, son derece politik olan bu başlıkların tamamında taraftarlık olgusu sebebiyle bir uzlaşı geliştirdi.
Kadrajlarımızı tekrar Çokzâdelere çevirelim: Yönetme, müzakere etme, bir adım sonrasını düşünme pratikleri olmayan veliahtınız için en ideal eğitim sahası burası değil de nedir? Hem egemen siyasete öfkeli hem birbirine duygusal sebeplerle bağlı, her zaman irrasyonel düşünen, başarıya (yani bugünün futbolunda paraya) aç kabaca 25 milyonluk Türkiye laboratuvarı.
Bırakın holding veliahtını, indirecek mesihiniz olsa ilk görev yerini burası seçersiniz.
İmparatorun düşüşü
Nitekim öyle oldu, Ali Koç, uzun süredir yönetim kurulunda bulunduğu Aziz Yıldırım'ı 2017 kongresinde darmadağın etti. Ancak başkanlığa seçilirken söz verdiği “modern” vizyonunun zerresini uygulamadı. Yılda 2-3 teknik direktör değiştirdi, kurduğu takım neredeyse küme hattına düştü, bahsedilen altyapı projelerinin, tesislerin hiçbiri yapılmadı ve nihayetinde Fenerbahçe sportif açıdan korkunç bir 6 yıl geçirdi.
Projenin geçtiğimiz yaza dek sermaye sınıfı açısından son derece başarısız olduğunu söylemek mümkün. Nitekim bu sebeple “sportif başarıya” dönük vizyon ortadan kalktı, çarpıtma, kuralsızlık ve alışıldık patron tehditleri başladı. Ali Koç, Nisan'da stadyumda on binlerce kişiyi “adalet” için toplayıp kendi seçim çalışmasını hazırladı, ısrarla savunduğu iki dönem kuralını çiğnedi ve tekrar hayal satarak Fenerbahçe'yi adeta kendisine "borçlu" çıkardı. Kongrede öyle bir hava esti ki sanki Koç Fenerbahçe'ye değil, Fenerbahçe Koç'a muhtaçtı.
Dede Fehmi Çok da 70'lerde yükselen işçi hareketlerine karşı benzer şantaj yöntemlerini kullanmış, basını dolaylı yoldan satın almış, meclis partilerinin tamamını kontrolü altında tutmuş, krizden büyüyerek çıkmanın “kitabını” yazmıştı.
Şimdi ne mi olacak?
Türkiye'nin en zengin insanının sahaya atladığı, arkadan yumruk yediği, kiminin sahada hakemi yumrukladığı, kiminin yanaklarını okşattığı futbolumuzda başarı için tahmin yapmak zar atıp düşeş beklemekle aynı şey. Kulüplerin başına çökmüş irili ufaklı patronların ise gözünün “karizmayı çizdirmemek” için yaka paça kavgaya tutuşacak kadar karardığı aşikâr. Zaten kavgaları da henüz bizimle değil.
Ancak bilmeleri gerekir ki bizde “İmparatorlara” teslim edecek değer yok. Kanı Fener'e kaynayan Nâzım'ın da dediği gibi “Sporda da olsa, halka dayanalım vatandaşlar! Halka, kapılarımızı geniş açalım iki gözüm!”