Ahmet Büke ile Kırmızı Buğday üzerine: 'Sınıfın hikâyesini anlatmayı bir görev sayıyorum'

"İşçi sınıfının bir hikâyesi anlatılmıyorsa, işçi sınıfı yoktur" diyen yazar Ahmet Büke, son kitabı Kırmızı Buğday'ın okurlarıyla İzmir NHKM'de buluştu.

Haber Merkezi

Ahmet Büke, dün İzmir Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde (NHKM) okurlarıyla bir araya geldi.

NHKM'deki söyleşide, Büke son romanı Kırmızı Buğday odağında tarih, sınıf, edebiyat ve kurucu anlatılarla ilgili görüşlerini dile getirdi. Moderatörlüğünü Bekâm Örün'ün üstlendiği söyleşide, Büke halka karşı sorumluluğunun altını çizerken, sınıf çatışmasını merkeze alan anlatının önemini vurguladı.

Edebiyatın sınıfla, tarihle ve ideolojiyle olan ilişkisini merkeze alan söyleşi, Büke'nin kurmaca anlayışından anlatı geleneğine, dilden ideolojik çatışmalara kadar geniş bir yelpazeye yayıldı.

'Sınıfa karşı sınıf' perspektifini merkeze alan bir anlatı

Söyleşide Kırmızı Buğday'da geçen "Ehtiyar kün öldü, bala kün doğamadı" ifadesinin tarihsel bağlamı üzerine duruldu. Büke, Gramsci’nin bir sözünü anımsatan bu sözün yazma sürecinde kendini çağırdığını, romanın geçtiği dönemin de zaten devrimler sürecinde bir geçiş dönemi olduğunu vurguladı. Eski dünyanın çöktüğü, yenisinin ise henüz belirsiz olduğu bu tarihsel atmosferin, anlatının ruhunu belirlediğini ifade etti.

Yazar, romanın odağına yerleşen çatışmanın, klasik cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında sıkça rastlanan "halkın geri bırakılmışlığı ve cehaleti" teziyle de farklı bir yerde durduğunu vurguladı. Kırmızı Buğday, Cumhuriyet'in erken dönem romanlarındaki gibi "münevverlerin eğitim için halka gitmesi" motifini değil, sınıfa karşı sınıf perspektifini merkeze alan bir anlatı kuruyor.

Büke de "Romanlar genellikle aydınların, askerlerin, üst sınıfın gözünden yazılır. Ama reaya ne yaşıyor, bu yazılmaz. Kırmızı Buğday'da bunu anlatmak istedim" diyor.

'Bu topluma, bu dile, bu sınıfa bir borcum var'

Ahmet Büke, edebi üretimini sadece bireysel bir anlatı arayışı değil, aynı zamanda tarihsel ve sınıfsal bir sorumluluğun parçası olarak gördüğünü şöyle ifade etti:

"Bir kere borcumuz var diye düşünüyorum. Bu topluma, Türkçeye bir borcum olduğunu hissediyorum. O yüzden hep daha iyi yazmak, ödenmeyecek bir borcu ödemeye çalışmak önemli. Bir de yaşadığım, ait olduğum bir sınıf var. O sınıfın hikâyeleri anlatılmıyor, yok. En öfke duyduğum şey bu. Bir şeyi yok etmek istiyorsanız öldürmezsiniz, hikâyesini ortadan kaldırırsınız. Hikâyesizlik... İşçi sınıfının bir hikâyesi anlatılmıyorsa, işçi sınıfı yoktur. O yüzden halkın, yoksul insanların hikâyelerini anlatmayı bir görev olarak görüyorum. Hasbelkader de elim kalem tuttuğu için bunu yapmalıyım diyorum."

Parayla terbiye: Zeytin paralarından bugünkü ayni ödemelere

Romanın ayrıntılarından biri olan, ağalar tarafından bastırılıp zeytin işçilerine verilen ve yalnızca ağanın dükkânında geçerli olan, ihtiyaç halinde değerinin çok altında kırdırılan metal para söz konusu olduğunda Büke şöyle dedi:

"Bu uydurduğum bir şey değildi. Bu paraların gerçekten basıldığını biliyordum ama nasıl olduğuna dair somut bilgim yoktu. Sonra bir arkadaşım bu paralardan bir tanesini bana ulaştırdı."

Bu detaydan hareketle Büke, bugün emekçilere verilen "Sodexo" benzeri aynî ödemelere dikkat çekti: 

“Kısacası emeğin karşılığının bir kısmının aynî olarak ödenmesi… Bugün bütün çalışan arkadaşların cebinde vardır. 'Sodexo', market kartlarımız. Aslında o. Emeğinizin bir kısmını işveren size aynî olarak veriyor. Hatta diyor ki 'şunu alamazsın, bunu alamazsın'. 'Ona sadece yemek alabilirsin. Market alışverişi yapamazsın', diyor. Şimdi bir de kısıtlandı da iyice. Yani o ağa pulu dediğimiz yüz yıl önceki uygulama bugün de devam ediyor."

Biçimsel bir çok katmanlılık

Romanın dikkat çeken özelliklerinden biri de, süreç ilerledikçe anlatının biçimsel olarak da dönüşüme uğraması. Başlarda masalsı, destanımsı bir dil tercih edilirken, imparatorluğun çözülüp cumhuriyet devrimine doğru giden, siyasi çatışmanın netleştiği bölümlerde roman, daha tezli, daha modernist bir çehreye bürünüyor.

Ahmet Büke, romanın biçimsel yapısının zamanla dönüşmesinin bilinçli bir tercihten ziyade anlatının doğası gereği şekillendiğini, romanın hacimli ve tarihsel olarak geniş bir dönemi kapsayan yapısının, anlatım biçimini de belirlediğini belirtti. Özellikle ilk bölümlerdeki masalsı dilin, anlatılan dönemin feodal ilişkilerini yansıtmak açısından uygun olduğunu vurgulayan Büke, roman ilerledikçe biçimin de değiştiğini, siyasal çatışmanın belirginleştiği noktada daha doğrudan bir anlatımın geliştiğini ifade etti.

Yazar, bu biçimsel dönüşümün temel gerekçesinin sınıfsal yapıların tarihsel sürekliliğini görünür kılmak olduğunu belirtti. "Adnan Bey" ve "Arap Ali" gibi karakterlerin karşı karşıya geldiği sınıfsal düzlemin, yüzeydeki çatışmanın ötesinde tarihsel köklerinin olduğunu düşündüğünü söyledi. Büke, mülkiyet ilişkilerinin Osmanlı’dan bugüne taşıdığı sürekliliği anlatının başlangıcına yerleştirmenin, karakterlerin neden orada olduklarını anlamak açısından gerekli olduğunu belirtti. Bu nedenle de anlatıyı, sınıfsal yapının nasıl oluştuğunu göstererek kurguladığını ifade etti.

'Toplumcu edebiyat yine toplumsallaşabilir'

Söyleşinin sonunda, toplumcu edebiyatın bugünkü durumu ve geleceği de tartışıldı. Büke, 2000’li yılların başında, kültür dünyasında gözlemlediği liberal ve İslamcı hegemonya karşısında yazmaya karar verdiğini anlattı. Büyük anlatıların bittiği masalını anlatan hegemonik yapıyı aşındırmak ve ona karşı bir alternatif üretmek amacıyla kalemi eline aldığını ifade etti.

Büke, toplumcu edebiyatın yeniden bir karşı hegemonya kurabileceğini ve toplumla buluşabileceğini vurgulayarak, "İyi yapılırsa, özünde sınıf mücadelesi olan bir fikre yaslanırsa, bu insanların hikâyeleri karşılık bulur. Çünkü bu hikâyeler gerçek. Oyun değil. Postmodernizmin çizdiği gibi bir güllük gülistanlık bir yaşam yok. İnsanların kendi etinde hissettiği gerçek bir mücadele var" dedi.

Yazar, Kırmızı Buğday ve Deli İbram Divanı gibi eserlerin, toplumcu anlatının hem estetik hem de politik olarak hâlâ geçerli bir zemin sunabileceğini gösterdiğini, genç kalemlerin toplumcu edebiyatın yolunu takip edeceğine inandığını belirtti.

Söyleşi, okuyucuların soruları ve katkılarıyla son buldu. 

Toprağın hafızası, sınıfın romanı: Kırmızı Buğday
kb