Kim bu Kübalı “muhalifler”?

Küba’ya karşı başlatılan uluslararası medya kampanyasında sürekli olarak Kübalı muhaliflerden haberler aktarılıyor. Ancak bugün, daha basit bir soruyu sormanın vakti: Kim bu Kübalı muhalifler?

23 Şubat’ta Orlando Zapata Tamayo adındaki Kübalı’nın açlık grevinde ölmesi, Küba’ya karşı muazzam bir ideolojik saldırı kampanyasının başlangıç fişeği oldu. O günden bu yana Küba’daki muhaliflerden haberler, uluslararası medyanın en gözdeleri arasında: Beyazlar içinde yürüyüş yapan kadınlar, açlık grevine başlayan başkaları, muhaliflere destek için eyleme katılan Gloria Estefan vs...

Peki kim bu Kübalı muhalifler gerçekten de?

Sonradan örgütlenen bir muhalif
Son kampanyanın başlangıcından başlanırsa, açlık grevinde ölen Orlando Zapata Tamayo’nun pek tipik bir Kübalı muhalif olmadığı görülür. Zapata Tamayo, hayatı boyunca hiçbir siyasi görüşünden dolayı hiçbir ceza almış değildi aksine, 1993’ten bu yana haneye tecavüz, ruhsatsız silahla adam yaralama gibi çok sayıda adi suçtan hüküm giymişti. Son defa hapse girdikten sonra burada karşıdevrimciler tarafından örgütlendi ve açlık grevi yapmaya ikna oldu. Zapata Tamayo, asıl “muhaliflerin” yapamadığını yaptı ve yaşamını verdi. (Zapata Tamayo'nun ölümüyle ilgili daha fazla bilgi için Yiğit Günay'ın köşe yazısı: Bunu Yazmak İstemiyordum, Ama Mecburum)

Başka bir “siyasi tutuklu”: Guillermo Fariñas
Orlando Zapata Tamayo, sonradan ortaya çıktığı gibi, aslında bir siyasi tutuklu değildi. Zapata Tamayo’nun ardından, Guillermo Fariñas açlık grevine başladı. Kendileri de 1989’da Polonya’daki karşıdevrim sürecinde rol almış olan, şu anki Avrupa Parlamentosu Başkanı Jerzy Buzek, 18 Mart’ta AB temsilcisi sıfatıyla yaptığı açıklamada “Küba’daki tüm siyasi tutukluların, özellikle de Guillermo Fariñas’ın durumundan ciddi olarak kaygı duyduklarını” söylerken, bir diğer Polonyalı Avrupa Parlamentosu vekili Bronislaw Komorwski, Küba’ya “Guillermo Fariñas dahil tüm siyasi tutukluları serbest bırakma” çağrısı yapıyordu.

Brezilya Devlet Başkanı Lula, olaylardan sonra “Açlık grevi yapmak, serbest bırakılmak için yeterli sebep olabilir mi? Ya Sao Paolo’daki tüm tutuklular açlık grevine başlarsa ben ne yaparım?” derken haklı bir noktaya temas ediyordu belki, ama Avrupa Parlamentosu vekilleri aslında Zapata Tamayo olayından daha da büyük bir yanılgı içindeydi: Guillermo Fariñas tutuklu değil...

17 Mart’ta Fariñas’ı Santa Clara’daki evinde ziyaret eden ANSA muhabiri, bu muhalifin yatağında yattığını, tüm gününü televizyon izleyerek ve telefonla konuşarak geçirdiğini söylüyor, Fariñas’ın “mükemmel sağlık hizmeti alıyorum” sözlerini aktarıyordu. Bu defaki, Fariñas’ın tam 22’nci açlık greviydi.

Saflığın simgesi beyaz nasıl kirletilir?
Aynı süreçte Küba’dan bir başka muhalefet örneği, “Beyaz Giyen Kadınlar”ın Havana’da yaptıkları yürüyüşler oldu. Kendilerini “siyasi tutukluların eşleri” olarak tanıtan bu kadınlar, her hafta Havana şehrinde bir kilisede toplanıyorlar, kilisedeki ayinin bitmesinin ardından, şehrin ana caddesinde yürüyüş düzenliyorlar.

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’yi ziyaret eden Prensa Latina haber ajansı başkanı Frank Gonzalez, bu kadınların eylemini şöyle anlatıyordu: “Her hafta kiliseden çıkıp caddede yürüyen aynı 30 kadın, haftalardır bunlara başka katılan kimse olmadı. Ama etraflarında birçok yabancı gazeteci, ve Avrupalı diplomat. Muhabirlerimiz diplomatlara mikrofonlarını uzattıklarında, bu baylar tek kelime etmeden, sanki ortada rejim karşıtı bir eylem ve ona destek veren diplomatlar yokmuş gibi davranıyorlar. Aynısını bir Kübalı ya da Venezuelalı diplomat Avrupa’da bir eylemde yapsa ne olurdu, bir düşünün. Her hafta, bu kadınlar yürürken, aynı şey yaşanıyor: Önce onlarca, sonra yüzlerce, sonra giderek binlerce Kübalı sokaklara çıkıyor, ‘Bu sokaklar bizim, evinize gidin’ diye bağırıyor.” Uluslararası basın ise bu kadınların eylemini korumaya çalışan polisleri, bir güç kullanımı olmamasına karşın “polis şiddeti” olarak haberleştiriyor.

Ama saflığı temsilen beyaz giyen bu kadınların bağlantıları, aslında en berbat, insanlık dışı faaliyetlerle iç içe olduklarını gösteriyor.

Üstteki fotoğrafta, Havana’da yürüyen beyazlar içindeki kadınlara Miami’de düzenlenen destek yürüyüşü görülüyor. Yürüyüşte görülen kişi ise, yıllarca CIA için çalışan, en bilineni 1976 yılında 73 yolcu taşıyan bir sivil Küba uçağına yerleştirdiği bombanın patlamasıyla tüm yolcuların ölümüne yol açması olan, sayısız terör eylemine imza atmış, şimdi ömrünü Kübalı muhaliflerin en büyük destekçilerinden Miami’deki mafya örgütlenmesinin yanında geçiren Luis Posada Carriles. (Posada Carriles hakkında bir köşe yazısı için: Bir CIA Casusu) Aynı yürüyüşe, Küba kökenli şarkıcı Glorai Estefan da katılınca, yürüyüş Amerikan basınında geniş yer buldu.

Terörist Posada Carriles’in Küba karşıtı her eylemi desteklemesi şaşırtıcı değilse de bu, beyaz giyen kadınları bağlamıyor elbette. Ancak, beyaz giyen kadınlarla Posada Carriles arasında bir başka bağ var: Santiago Alvarez Fernández-Magriñá.

Beyaz giyen kadınlar, 2008 yılında, Miami merkezli Rescato Jurídico adlı örgütten ayda 1.500 dolar aldıklarını kabul etmişlerdi. Santiago Alvarez Fernández-Magriñá, işte bu örgütün başkanı ve kendisi aynı zamanda Posada Carriles’i bir gemiyle ABD’ye kaçırarak ceza almaktan kurtaran ve eylemlerini finanse eden kişi. Alvarez’in, aynı zamanda Tropicana kabaresine bomba konulması gibi eylemleri organize ettiği, ses kayıtlarıyla kanıtlanmış durumda.

Beyaz giyen kadınların kocaları: Karşıdevrimci bir çete
Uluslararası basın ve Küba’daki yabancı ülke elçiliklerinin yanı sıra Miami’deki terörist gruplardan aldıkları destekle “siyasi muhalefet” yürüten beyaz giyen kadınların hapiste bulunan kocaları, aslında Küba’da son yıllarda Batı’nın en fazla tartıştığı meselenin aktörleri.

2003 yılı Mart ayında Küba’da kapsamlı bir operasyon düzenlendi ve 75 kişi gözaltına alındı. Bu kişilerin büyük çoğunluğu, yabancı gazeteciler dahil dileyen herkesin takip edebildiği yargılamalar sonucunda tutuklandı. Bunlar, ABD tarafından finanse edilen bir çetenin üyeleriydiler. Bu kadar ağır bir suçlamayla mahkum edilmelerini sağlayan deliller ise, Batılı güçlerin reddedemeyeceği kadar sağlamdı: Söz konusu çetenin bir numaralı ismi dahil birçok kişi, aslında Küba istihbarat servisinin ajanıydı. Yani çeteye dair tüm kanıtlar, Küba mahkemelerine delil olarak sunulmuştu. (Bu konuya dair ayrıntılı bir haber için: Bir karşıdevrimci çetenin çökertilişi)

Daha fazla kanıt için ABD’ye müracaat ediniz!
Küba’daki muhaliflerin gerçek niteliğine dair sayısız tekil kanıt sunulabilirse de, asıl büyük kanıt tam 50 yıldır ortada duruyor. 17 Mart, 1960 yılında kabul edilen “Castro rejimine karşı gizli faaliyet programı” adlı belgenin 50’nci yıldönümüydü. Dönemin CIA Başkanı Allen Dulles tarafından önerilen ve Kennedy tarafından kabul edilen program, dört temel faaliyet alanı belirliyordu.

Bu dört faaliyetten ilk ikisi, Küba’da bir “muhalefet yaratmak” ve “güçlü bir propaganda atağı başlatmak” olarak tanımlanıyordu. 1991 yılında bir kısmının gizliliği kaldırılan 458 sayfalık plan, ABD’nin dünyada herhangi bir ülke için bu nitelikte yaptığı tek plan. Plan, Kübalı muhaliflere senede 59 milyon dolar aktarılmasını da içeriyordu. Obama’nın 2011 için önerdiği bütçede bu rakam 20 milyon dolar olarak belirlendi.

Bu 20 milyon doların, ABD’nin tüm Latin Amerika için ayırdığı 456 milyon doların sadece yüzde 4,39’unu oluşturması, hem Latin Amerika’nın diğer ülkelerinde solun güçlendiğinin, hem de Küba’daki faaliyetlerin çıktısının az olduğunun yıllardır görülmesinin sonucu olarak değerlendirilebilir.

Öte yandan, bu para bir devletin başka bir devlete karşı açıkça “ben sana karşı yıkıcı-bozguncu faaliyette bulunan gruplara milyonlarca dolar para vereceğim” demesi ve bunu tüm dünyaya ilan etmesi olarak düşünüldüğünde, işin vahim boyutu biraz daha anlaşılabilir. Üstelik bu, sadece açıktan Kübalı “muhaliflere” ödeneceği belirtilmiş para. İstihbarat örgütleri ve NED, USAID gibi paravan, sözde sivil toplum kuruluşu emperyalist fitne örgütleri ve diğer gizli yollardan aktarılacak paralar, bu miktarın dışında tutuluyor.

Hep olağan şüpheliler: Niye Küba’daki muhalefet kitleselleşemiyor?
Sorulması gereken bir başka soru, 50 senedir ABD ve diğer emperyalist ülkelerin bunca çabasına rağmen Küba’daki muhalefetin niye bir türlü kitleselleşemediği sorusu. Texas, Columbia ve Harvard gibi ABD üniversiteleri ve çeşitli Meksika üniversitelerinde ders veren Kübalı siyaset bilimci Rafael Hernández, bunun üç temel sebebi olduğunu düşünüyor.

Hernández’e göre ilk neden, muhaliflerin sisteme karşı dile getirdiği itirazların büyük kısmının zaten sosyalist olsun olmasın diğer Kübalılar’ın tartışmalarında da dile getiriliyor olması. Bu meseleler Küba Komünist Partisi resmi yayın organı Granma dahil hemen her platformda dile getirildiği için, muhalifler “aykırı, istisnai sesler” niteliği kazanamıyor.

İkincisi, bu muhalefet bütünlüklü bir ekonomik ve siyasi program sunamıyor. Latin Amerika’nın hemen tüm ülkelerinde büyük kitlesel tepkilere sebep olan neo-liberal reçetenin genel geçer kurallarını önermek dışında sadece sisteme karşıtlık üzerinden konumlanıyor.

Üçüncü sebep ise, siyaset hakkında ne düşünürse düşünsün, bir Kübalı’nın ABD’nin desteklediği herhangi bir projeye destek vermesinin çok zor olması. Küba’nın ABD’ye karşı bağımsızlık mücadelesinin tarihi, devrimin zaferinden çok daha öncesine uzanıyor ve yurtseverlik bilinci, devrimi destekleyip desteklememek sorusunun ötesinde yaygın Küba’da.

(soL - Dış Haberler)