Bir karşıdevrimci çetenin çökertilişi

Küba’da 2003 yılının Mart ayında 75 kişinin gözaltına alınmasıyla sonuçlanan operasyonu soL yazarı Yiğit Günay anlatıyor.

Sovyetler Birliği’nin varlığını sürdürdüğü günlerden, Soğuk Savaş yıllarından beridir emperyalizmin sosyalist ülkelere karşı en fazla başvurduğu siyasi silahlardan bir tanesi, demokrasi ve ifade özgürlüğü başlığı olmuştur. Bu alışkanlık, Küba’ya karşı emperyalist tezgahların da önemli bir parçası olmayı sürdürmektedir.

2003 Mart ayında Küba’da ne oldu? Kısaca söyleyelim: Küba istihbaratı, uzun yıllardır takip ettiği, ABD tarafından finanse edilen bir karşıdevrim çetesini çökertti. 29’u gazeteci 75 kişinin gözaltına alındığı çetenin yargılanması sırasında Küba istihbarat servisi, 12 ajanını deşifre etti. Bu ajanların tümünün, söz konusu karşıdevrimci örgütlenmede en tepe nokta dahil önemli görevler üstlendikleri anlaşıldı. Davaların görülmesinin ve suçluların çeşitli sürelerde hapis cezalarına çarptırılmalarının ardından Kübalı iki araştırmacı yazar Rosa Miriam Elizalde ve Luis Baez, bu karşıdevrimci çetenin içinde yer almış olan Kübalı ajanların tanıklıkları ve mahkemede açığa çıkartılan gerçeklere dayanarak “Muhalifler” isimli bir kitapta yaşananları anlattılar.

Çetede çeşitli mesleklerden insanlar olmakla birlikte, temel olarak bunun bir “bağımsız gazeteciler çetesi” olduğu söylenebilir. ABD, ülkede bir “gazeteci” ağı oluşturuyordu. Bu ağ, Havana’nın ünlü kordon boyu Malecón üzerinde bulunan kötü şöhretli ABD Çıkarları Misyonu (Sección de Intereses de EEUU – SINA) binasından yönetiliyordu. Bu bina, ABD’nin kıtadaki resmi fiziksel varlığının iki ayağından birisi. Diğeri, elbette, işgal altında bulunan Guantánamo deniz üssü.

ABD’nin yarattığı muhalifler, her ay SINA üzerinden belli bir miktarda para alıyor, ABD vizesi alma hakkı kazanıyorlar ve ABD’ye gitmeleri halinde oradaki yaşamları garanti altına alınıyor. Hatta hizmette kusur etmezlerse, başka “muhalif” adaylarına ABD vizesi dağıtma yetkisi de elde edebiliyorlar.

ABD Dışişleri Bakanlığı’na göre “bağımsız gazeteci”
Aleida Godínez Soler, 1988 yılında ekonomi bölümünden mezun olmuştu. Kübalı kadın, 1990 yılında Küba karşı istihbarat servisi tarafından “muhalif” olarak atandı. Karşıdevrimci kimliğine bürünen Godínez, kısa sürede maharetini ortaya koyarak bir “bağımsız gazeteci” olacaktı. Godínez öyle başarılı oldu ki, ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı internet sitelerinde “Küba’da birinci Ulusal Bağımsız İşçiler Konfederasyonu konferansı, aktif muhalif ve bağımsız gazeteci Aleida Godínez’in evinde düzenlendi” gibi haberler yazıldı. “Muhalif” kariyerine önce Küba Sivil Birliği adında bir muhalif örgütte başlayan Godínez, kısa süre sonra Miami’den yayın yapan ve CIA’nın finanse ettiği Radyo Martí, Radyo Bağımsız Küba gibi karşıdevrimci yayın organlarına canlı bağlantıyla adadaki “korkunç diktatörlüğü” anlatır oldu.

Havana’ya taşınan Godínez, buradaki ünlü karşıdevrimci isimlerin sağ kolu oldu, SINA’daki ABD istihbarat şefleri Vicky Huddleston ve James Cason’un güvenini kazandı. Godínez, SINA’nın faaliyetleri konusunda ayrıntılı kanıtların ortaya konulmasında rol oynadı.

2001’de “bağımsız gazeteci” olan Otuardo Hernández Rodríguez’in kariyeri, Camagüey kentindeki karşıdevrimci örgütlenme Küba İnsan Hakları Derneği’nde başladı. Hernández, derneğin içinde durumun çok vahim olduğunu anlatıyordu: “Para için, ABD vizesi dağıtımcısı olmak için sürekli kavgalar oluyordu.” Hernández, Radyo Martí için “gazetecilik” yapmaya başlayarak Miami’deki karşıdevrimci mafya liderleriyle, New York’taki Gazetecileri Koruma Komitesi’yle ve Paris’teki Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’yle temas kurdu. Camagüey Bağımsız Gazeteciler Odası’nın üç üyesinden birisiydi diğer iki isim olan Normando Hernández González ve Mario Enrique Mayo Hernández, şu an hapisteler ve PEN’in listesindeler…

“Karşıdevrim arabasının benzini paradır”
Buradan, Küba dışında yayın yapan Radyo Martí, Nueva Prensa Cubana, Cubanet gibi karşıdevrimci yayın organlarına haber servis ediyorlardı. Hernández “Haberleri uyduruyorduk” diyor “Örneğin diyorduk ki: ‘ekmeğin kalitesi kötü’. Ki bunun bilinen sebeplerden dolayı yalan olmadığını da herkes biliyor, fakat bunları “Castro hükümetine” karşı bir haşlamayla bitecek birer dram haline getirmenin yollarını arıyorduk.”

1990’lı yıllarda Camagüey’de çok sayıda “haber ajansının” peyda olduğunu anlatan Hernández, “Vize almak ve iyi yaşamak için para bulmakla kafayı bozmuşlardı. Tüm bu grupların temel hedefi buydu, çünkü karşıdevrim arabasının benzini paradır. Dediğim gibi, birkaç dolar için çok kavgalar ve kim tutmalar gördüm” diyordu. Hernández’e göre işin en zor tarafı, bu “bağımsız gazetecilerin” berbat dillerini redakte etmek idi. Hernández, “Daha konuşurken ortografi hataları yapıyorlardı, yazılarını gel de hayal et” diyordu.

Hernández, yaptıklarının sadece haber servis etmek olmadığını, “Muhalifler”, petrolün muhtemel konumu gibi ekonomik istihbarat alanına giren bilgiler, turizme dönük sabotaj ve terörist saldırıları kolaylaştıracak bilgiler gibi çeşitli bilgileri SINA’ya ilettiklerini belirtiyor.

“Yurtseverlerin en iyisi”
Karşıdevrimci çetede en üst noktaya tırmanmış olan Kübalı ajan ise, gerçek mesleği de gazetecilik olan Néstor Baguer Sánchez Galárraga idi. Baguer, çetedeki hemen tüm karşıdevrimci elebaşlarının bağlantılarını biliyordu. Kendisi de yurtdışında özel ihtimam gösterilen bir “muhalif gazeteci” idi. Baguer, 1995’te Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nden “kağıt, kalem, daktilo ve 1000 dolar para” içeren bir bağış aldığını belirtiyor. Bundan sonra Paris merkezli örgüt, giderek daha fazla “bağışta” bulunmuş.

Baguer’in Küba Bağımsız Gazeteciler Ajansı’nı kurması,Vaşington’da büyük sevinçle karşılanmış. Baguer, “Miami’den tebrikler geldi, herkes sevgi ve selamlarını gönderiyordu benim yurtseverlerin en iyisi olduğumu düşünüyorlardı” diyor.

Baguer, 2003 Mart ayındaki operasyonda gözaltına alınan 75 kişi arasındaki tek gerçek gazeteci olan, eski Prensa Latina muhabiri Raúl Rivero’nun da yakın dostuydu. Aynı zamanda şair olan Rivero için Baguer “Onun durumu bana acı veriyor. O dünyada tanıdığım tek gerçek gazeteciydi. Şiirleri, Domuzlar Körfezi’nde savaşmış olması nedeniyle prestij sahibi bir adamdı. Hayatını Devrim kurtarmıştı, çünkü alkolikti ve Küba hastanelerindeki bakım sayesinde ayakta kaldı. Fakat onu satın aldılar” diyor.

Baguer, karşıdevrimci örgütlenme içinde kişisel kopuş ve kırılmalar yaşandığını aktarıyor. Baguer’e göre bu sürece ivme kazandıran, ABD hükümetinin National Endowment for Democracy (NED) üzerinden büyük miktarda para göndermeye başlaması oldu. Baguer, ABD’den gelen milyonlarca doların yüzde 80’inin Miami’de “kaybolduğunu”, daha sonra Havana’dan bölgelere gidene kadar da talan edildiğini anlatıyor.

Kirli bir karşıdevrimci çete
Küba ajanlarının çalışmaları sonucunda ayrıntılarıyla açığa çıkarılan çete, emperyalizmin sosyalist Küba’ya dönük komplolarının boyutlarına dair önemli bir örnek teşkil ediyor. Ancak bu mekanizmanın sadece sosyalist ülkelere karşı işletildiği düşünülmemeli. NED gibi, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü gibi çok sayıda paravan kurum aracılığıyla emperyalizm, Soğuk Savaş yıllarında kazandığı tecrübeyi dünyanın her yerinde hayata geçiriyor.