Davutoğlu'nun açıklamalarının akla getirdiği sorular

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun İsrail'le diplomatik ilişkilerin ne şekilde seyredeceğine ilişkin açıklaması bazı soruları tekrar gündeme getirdi. "Bu yeni bir Davos şovu mu?" akla gelen sorulardan bir tanesi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, geçen yıl Mavi Marmara gemisinde 9 kişinin İsrail askerler tarafından öldürülmesi olayıyla ilgili Birleşmiş Milletler raporunun basına sızması sonrasında, İsrail'le diplomatik ilişkilerde atılacak adımlara ilişkin bir açıklama yaptı. Yapılan açıklama hükümete yakın basın organlarında "Mavi Marmara raporuna sert tepki", "İsrail şokta", "İsrail'le ipler koptu" gibi başlıklarla duyuruldu. Alınan kararların diplomatik açıdan çok sert olduğu izlenimini yaratan bu manşetler bazı soruları da gündeme getirmeli.

O sorulardan bazıları şu şekilde sıralanabilir:

Raporun açıklanması için neden bu kadar beklendi?
Mavi Marmara olayı sonrasında BM'ye bağlı bir heyet kurulması ve bu heyetin bir rapor yayımlaması kararı alınmıştı. Raporu hazırlama görevi içerisinde eski Kolombiya Devlet Başkanı Alvaro Uribe gibi şaibeli isimlerin de bulunduğu bir heyete verildi. Türkiye kurulan heyetin bileşimine ilişkin herhangi bir itiraz dile getirmedi.

Önce bu heyetin hazırladığı 105 sayfalık raporun haftalar öncesinde açıklanacağı duyuruldu. Son olarak rapoorun 7 Temmuz'da kamuoyuna açıklanacağı bildirilmişti. Hatta raporun açıklanmasında önce Türkiye ve İsrail diplomatik heyetlerinin ilişkileri düzeltmek amacıyla önce Cenevre'de, ardından da, 6 Temmuz'da, New York'ta bir araya geldikleri duyuruldu. Bu süreçte, önce Mavi Marmara gemisini de içereceği açıklanan yeni Gazze'ye yardım filosundan bu gemi "teknik" sebeplerle çekildi. Ancak 6 Temmuz müzakeresinden sonra beklenen ortak açıklama gelmedi. Asıl şaşırtıcı olan, BM raporunun da 7 Temmuz'da açıklanmaması oldu. Dolayısıyla haftalar önce hazır olduğu belirtilen raporun neden açıklanmadığı sorusu ortaya çıktı.

Rapor gerçekten iki ülkeyi de tatmin etmedi mi?
Bugün basına sızan raporun her iki ülkeyi de tatmin etmediği dile getiriliyor. Oysa 12 Haziran seçimleri sonrasında başlayan müzakereler esnasında ve 6 Temmuz buluşmasında raporun içeriğinin taraflarca bilinmekte olduğunu düşünmek için çok sebep var. Zira müzakerelerin ana konusunun Türkiye'nin "özür ve tazminat" talebi ile İsrail'in "nefsi müdafaa" yapıldığı argümanı arasında bir arayol bulmak olduğu basında yer almıştı.

Sızan raporda her iki ülkenin tezlerine de yakınsayan bir sonuç ortaya konulduğu izlenimi yaratılıyor. New York Times'ın haberine göre rapor, İsrail'in Gazze ablukasının meşru ve yerinde olduğunu söylerken, Mavi Marmara'ya yapılan müdahalenin "aşırı ve mantıksız" olduğunu söylüyor. Temmuz ayındaki müzakerelerde İsrail tarafı özür dilemeyeceğini, ancak üzüntü ve pişmanlık ifade edebileceğini ve tazminat ödeyebileceğini kamuoyuna açıklamıştı. BM raporu da, New York Times'ın bildirdiği kadarıyla, yalnızca bu çerçevede bir "tavsiyede bulundu". Bu durumda raporun İsrail tarafını tatmin etmediğini söylemek güç. Türkiye tarafının talepleri ise olduğu gibi karşılıksız bırakıldı. Kaldı ki 9 kişinin ölümüyle sonuçlanan ve uluslararası sularda gerçekleştirilen bir saldırı sonucunda ortaya konulabilecek en hafif tepki bu olabilirdi.

Açıklanan kararlar gerçekten çok mu sert? İpler koptu mu?
İçeriği Türkiye tarafından büyük olasılıkla haftalar öncesinden bilinen BM raporunun basına sızdırılmasının ardından gelen diplomatik kararların çok sert olduğunu, iplerin koptuğunu söylemek ise mümkün değil. Davutoğlu'nun açıkladığı 5 maddelik eylem planına bakıldığında bu açıkça görülüyor:

-Davutoğlu, iki ülke arasındaki ilişkilerin ikinci katip düzeyine indirildiğini söyledi. Mavi Marmara saldırısından sonra Türkiye zaten büyükelçisini çekmiş, diplomatik ilişkiyi alt seviyeye indirmişti. Ancak diplomatik ilişki tamamen kopmadı, büyükelçi de kısa süre sonra Tel Aviv'e geri döndü. Dolayısıyla diplomaside bu gibi adımların sembolik bir anlamı olsa da, bunlar fiiliyatta pek bir şey ifade etmeyebiliyor.

- Davutoğlu İsrail'le Türkiye arasındaki askeri anlaşmaların "askıya alındığını" açıkladı. Dikkat edilirse kararda askeri anlaşmaların iptalinden değil, askıya alınmasından söz ediliyor. Dahası eylem planı, ticari anlaşmaları kapsamıyor.

- Eylem planında "Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de seyrüsefer serbestisi için gerekli gördüğü her tedbiri alacağı"nın belirtilmesi dikat çekiyor. Bu karar, Türk donanmasının bölgede teyakkuz haline geçeceğini düşündürüyor. Ancak, örneğin, Kıbrıs Rum yönetiminin Doğu Akdeniz'de petrol arama faaliyetlerine müdahale edilmesi ya da Suriye'ye yönelik olası bir deniz ablukası uygulanması gibi konuların da bu kapsam içerisine girme ihtimali ortaya çıkıyor. Yani Türkiye, Doğu Akdeniz'de doğrudan İsrail'le bağlantısı olmayan alanlara da müdahale etme ya da çatışma durumuna gelme olasılığını barındıran bir karar almış bulunuyor.

Gelişmelerin Libya'daki durumla bir bağlantısı var mı?
BM raporunun açıklanmasındaki gecikmeye ilişkin basında yer verilen iddia, İsrail ve Türkiye arasında bir mutabakatın sağlanmasının beklendiğiydi. Oysa Libya'da NATO destekli muhaliflerin bir "zafer" kazandığı izleniminin doğmuş olmasının konuyla bağlantısı olup olmadığının da sorgulanması gerekiyor.

Libya'daki girişimin "sonuca" ulaştığı izlenimi, emperyalizmin yeni müdahale çerçevesinin başarılı olduğu görüşünü güçlendirdi. Yeni müdahale çerçevesi başta Türkiye olmak üzere ABD'ye dost bölge ülkelerine ve İslamcı örgütlenmelere dayanan bir hegemonya kurulmasını gerektiriyor. Uluslararası kamuoyunun bu müdahale tarzının emperyalizm açısından sonuç verici olduğuna ikna edilmesi için Türkiye'nin görece bağımsız ve "içeriden" bir aktör olarak bölgede "rejim kurucu" bir misyon üstlenebileceğinin görülmesi gerekiyor. Diplomatik alanda İsrail'le iplerin gerilmesi ise, Türkiye'nin "içeridenliği" konusundaki kuşkuları azaltarak, AKP hükümetinin Arap halkları nezdindeki popülaritesini yükseltiyor. Dolayısıyla İsrail'le iplerin kontrollü bir biçimde gerilmesi emperyalizmin çıkarlarına uygun düşüyor.

Filistin'in bağımsız devlet statüsü kazanması ile bir ilişki kurulabilir mi?
Bölgede bu ay yaşanması beklenen bir diğer önemli gelişme de Filistin Özerk Yönetimi'nin bağımsız Filistin devleti talebinin BM'de görüşülmesinin beklenmesi. El Fetih'in öne sürdüğü talepler, daha önce soL'da ayrıntılarıyla açıklandığı gibi, Obama yönetiminin arzu ettiği çerçeveyle büyük ölçüde örtüşüyor. Dolayısıyla İsrail'de iş başında bulunan Netanyahu-Lieberman ekibinin, uluslararası dinamikler tarafından El Fetih taleplerinin üzerini çizemeyeceği ölçüde sıkıştırılması anlamlı görünüyor. Bir kez daha raporun basına sızdırılmasıyla "kontrollü gerilim"in tırmandırılmasındaki zamanlama dikkat çekiyor.

(soL - Dış Haberler)