ANALİZ I Alman İslam Konferansı'nın ardından: Hükmetmek için tanı

Alman İslamı, Seküler İslam ya da 'İslam mı Almanya'ya aittir, yoksa Müslümanlar mı Almanya'ya' tartışmalarının önemi yok. Mesele, din ile, din aracılığıyle ve sömürü düzeni için yönetmek.

Tevfik Taş

Çok genel planda emek göçünün bir çıktısı olarak şekillenen ''Alman İslam'ı'' tartışmaları, özgün sürecinde AKP'nin Türkiyeli göçmenleri yerel piyon olarak kullanma çabasına yanıt olarak gündeme gelmişti. Alman İslam Konferansı, 28 Kasım Çarşamba günü Berlin'de gerçekleştirilen dördüncü dönem konferansı ile yeni bir düzleme taşındı. 

Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği'nde (DİTİB) çalışan imamların parası Ankara'dan ödenmeye devam etmeli mi? Etmeyecek ise, bu mali yükün altından nasıl çıkılacak?  DİTİB'e bağlı 900 küsür camide AKP hükümetinin ajanlaştırdığı imamları kim, nasıl denetleyecek?

İslami aidiyetten gelen göçmenleri toptancı tarzda  'Müslümanlar'' olarak katagorize etmek ne kadar doğru? Herhangi bir dinsel kimliği olmayan kişilerin temsiliyet sorunu nasıl çözülecek?

Kadın hakları? Antisemitizm? İslam motifli terör destekçiliği? Gettolar? Paralel toplum? 

Bu ve benzeri sorularla toplanan Alman İslam Konferansı (AİK), hemen hiç kimsenin memnun olmadığı, bir takım beylik lafların yinelendiği bir sonuç bildirgesi ile bitti. 

AİK'NA AKP VE ŞÜREKASI NASIL BAKIYOR?

Alman tarafına bakmadan önce Türkiye ve AKP tarafına bakmakta yarar var. 

AKP'nin dümen suyunda hareket eden iki öbekten biri olan Sabah Avrupa, AİK'ını etek boyu üzerinden gördü. https://www.sabah.com.tr/avrupa/2018/11/29/alman-islami-projesine-tepki-...

Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi Kuzey Ren Vestfalya eyaleti Uyum Bakalığı Müsteşarı Serap Güler'in diz üstü eteğini kare içine alınarak, ''mini etekli saygısız'' olarak nitelediği haberde, İslam'ın ne yüce bir din olup, kapsayıcılığına övgüler düzülerek, konferansa tepki ile yaklaşıldı.

Meseleye Avrupa Sabah gazetesine göre daha 'derinlikli' yaklaşan bir başka AKP beslemesi vakıf olan Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı SETA, tumturaklı sözleri bir kenara bırakırsak, AİK'na cepheden karşı tutum aldığını ilan eden yazılar yer verdi. 

SETA'nın pek bilimsel iki yazarı, sonuçta aynı şeyi söylemeye kalksalar da, birbirlerini inkâr eden argümanlar ile hareket ediyorlar. SETA yazarı Zeliha Eliaçık, Batı siyasetinde dinin istenildiği gibi biçimlendirildiğine (sanki 'doğu' siyasetinde daha farklı oluyormuş gibi!) örnek olarak Katolik kilisesinin geçirdiği evrimi örnek olarak verip, kürtaja karşı olan Katolikliğin bugün eşcinsel evliliğine ikna edildiğini belirtirken (11 Ekim 2018), aynı vakfın Enes Bayraklı adlı acar yazarı, ''Bugün Avrupa'da Yahudilik yahut Hristiyanlığın devlet eliyle dizayn edilmesinin bırakın tartışılmasını, böyle bir adımın tahayyül edilmesi bile zor olduğu açık'' diye yazabiliyor. (30 Kasım 2018)

Alman İslam Konferansı'na dinsel gericiliğin mevzisinden yaklaşan Zeliha Eliaçık, İslam için ''tek reforme edilmemiş din'' gibi uyduruk bir aforizma ile yaklaşıyor. Yobazlığını daha da ileri götüren Eliaçık, ''Aydınlanma tezgahından geçemeyen tek din: İslam'' yazabilecek kadar da ilkel bir duruşu sergiler. (A.g.y.)

Asıl meselede aslında buradadır: Aydınlanma ve onun devrimci mirası ile hesaplaşma gayreti... 

Bu hesaplaşmanın tarafı ne Zeliha Eliaçık'ın yobazlık cephesinden meydan okuyucu tutumu ne de kapitalist Alman devletinin işgücü istihdam siyasetinin aracı olarak aydınlanmanın değerlerini kurban ettiği ''ihtiyaca göre din'' pratiğidir.

CEMAAT TEMSİLİYETİ YERİNE BİREYSEL DİNDARLIK

Alman İslam Konferansı'nın asıl siyasi çıktısı cemaat temsiliyeti yerine kişisel dindarlığın ödüllendirilmesidir. Özsel olarak kapitalizme protestan uyumu kazandırma stratejisi niteliği taşıyan bu konum alış, cemaatlerin pazarlıkçı kaypak doğası yerine bireysel dindarlığı teşvik ederek, dış etkilerin önünü almaya dönük bir düşüncenin dışavurumudur. AİK, DİTİB'e giden paralardan ziyade (ki, Katolik kilisesine de Vatikan'dan para akıyor), düzenin gereksinim duyduğu kadar ve düzenin izin verdiği kadar dindarlık anlayışının geliştirilmesi projesi olarak görünüyor. 

DİTİB Dış İlişkiler Sorumlusu Zekeriya Altuğ, ''Almanya'da görev yapan imamların yaklaşık 30-35 yıldır Türkiye tarafından finanse edilmesi Almanya'da sadece tolere edilmedi, arzu edildi'' derken hiç de haksız sayılmaz.

Alman üniversitelerinde açılan İslam teolojisi kürsüleri, dinin denetim altına alınarak yönetme aracı olarak kurgulanması çabası dışında okunmamalıdır. 

Orta Doğu'ya açılmaya çalışan Fransa sömürgeciliği bir zamanlar nasıl ''hükmetmek için, tanı'' düsturu ile hareket edip, Şarkiyatçılığı bir ''bilim'' seviyesine yükselttiyse, bugün Almanya'da olan da az-çok bu eksende yeniden üretilen tutumdur. Alman İslam Konferansı, göçmenlerle ilgili olarak 'İslam' başlıklı bir tartışmayı İçişleri Bakanlığı üzerinden yürütüyor. Oturuma başkanlık eden de bizzat Almanya'nın İçişleri Bakanı'dır. 

Bu veri dahi meselenin güvenlik ve yönetme bağlamında ele alındığını kanıtlamaya yeter. Kurumsallaşma... 'Alman İslamı'... 'Seküler İslam'... Ya da İslam mı Almanya'ya aittir yoksa Müslümanlar mı Almanya'ya aittir tartışmalarının önemi yoktur. Mesele, din ile, din aracılığıyle ve sömürü düzeni için yönetmektir.