Titrek hamsi bildirisi

Manisa…12 Eylül’e koşar adım gidilen günlerde iktidar partisinin lideri Süleyman Demirel miting yapıyor. On binlerce insan meydanı “kurtar bizi baba” diye inletiyor. Demirel kalabalığın heyecanından ve desteğinden memnun, fötr şapkasıyla meydanı selamlıyor.

Yine Manisa…12 Eylül olmuş, Demirel derdest edilip tutuklanmış. Darbenin lideri Orgeneral Kenan Evren birkaç ay önce Demirel’in miting yaptığı o meydanda. Meydan bu kez de “kurtar bizi paşa” sesleriyle inliyor.

Giresun, Bulancak…12 Eylül karanlığının kasabanın üzerine çökmesine az bir zaman var.  Her yerde olduğu gibi orada da bitkisel yağ sıkıntısı yaşanıyor. “O da ne” diye sormayın, zamanında halkın temel gıda maddelerinden biri bu. Tüccar karaborsayı bir kolay kar kapısı haline getirmiş. İstifliyor yağı, fiyatının çok üstünde satarak ekstra kazanç sağlıyor. Bizim çocuklar biliyor tüccarın deposunu, basıyor, el koyuyor stoklara. Kasabada duyuru yapıyor sonra, halkı depoya çağırıyor. Gelenlere birer ikişer dağıtılıyor bitkisel yağlar. Yağı alan bizim çocuklara dualar ederek ayrılıyor deponun önünden.

12 Eylül geliyor kısa bir süre sonra. Bulancak’ta sıkıyönetim var. Duyuru yapılıyor kasabada, halktan “teröristleri” ihbar etmesi isteniyor. Terörist dedikleri bizim çocuklar. Karakola ihbar ilk koşanlar aldıkları yağ için en çok dua edenler. Bizim çocuklar o eylemlerinin bedelini beşer onar yıl cezaevinde yatarak, ağır işkenceler görerek ödüyor. Baskına öncülük edenlerden Recai o tüccar tarafından vurduluyor. Kafasında o günden miras bir kurşunla yaşıyor hala. Ağır hasta, devrimci direniş notları alıyor buruşuk not defterine…

Halkımızın diyalektiğidir bu. Yardım edersen seni sever ama korku kapısını çalınca korkutandan yana olur hep. Hayatta kalmanın yolunun bu olduğunu öğrenmiştir taaa Osmanlıdan beri.

***

Ama “aydın” dediğinin böyle olmamasını, korkunun arkasında dizilmemesini umarsın hep. Fakat anlarsın ki, korku söz konusu ise halk ile aydın arasındaki mesafe uçucudur. Korku aydını halka yaklaştırır, halkı da aydına. Darbe zamanları o yüzden halk ile aydının “bütünleştiği” zamanlardır.

İsim vermiyorum, çünkü çok korktuklarını biliyorum. Kanal kanal dolaşan “solcu”  gazeteciler, şarkıcı –türkücü eskileri, anlı şanlı yazarlar havalı kornalarla demokrasi geldiğine, ohalin şahane olduğuna iman ettiler… Bir bakın halkımızla nasıl bütünleştiler son birkaç günde. Birkaç “aydın bildirisi” bile dolaştı ortalıkta ki tadından yenmez. Beren Saat, Bergüzar Korel, Engin Altan Düzyatan, Meryem Uzerli, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay, Orhan Pamuk, Yılmaz Erdoğan, Tarkan… Ölümcül bir bileşim bu. Aralarında yandaş yazarlar, Kabataş yalancıları, yetmez ama evetçiler, akil adamlar, eski Kürt “aktivisti” yeni AKP’liler, evlilik programı sunucuları, dizi oyuncuları, popüler TV şahsiyetleri var. Bodrum’un sosyete plajında gereksiz yaşanan olağanüstü bir öğle vakti gibi bir bildiri yani.

Darbe başarıya ulaşıp amaç hâsıl olsaydı imzacıların çoğu RTE rejiminin uygulamalarını eleştirip, darbeyi alkışlayan bir bildiriye de imza atabilirdi rahatça. Hem ne fark eder ki? Sadece şarkıcı, türkücü, dizici tayfa için söylemiyorum bunu, hep zalimin arkasında hizalanan yazar-akademisyen tayfası için de… Ha darbeciye el etek çekmişsin ha mevcut iktidara, liderine. Ne fark eder onlar için, söyleyin?

Bu arada darbeye karşı imzacıların bildiri için aralarındaki “görüş farklarını bir yana bıraktıklarını” da öğreniyoruz ki doğrusu büyük fedakârlık. Yalnız bunun için önce biryana bırakacak görüş olması gerektiği şartını unutmuşlar ki, olur o kadar. Maksat demokrasi şöleninin tadına varmak, kalkan treni kaçırmamak. Ata Demirer bile bildiri yayınladı darbeye karşı, sadece Şahan Gökbakar Recep İvedik’ini alıp gelmemişti, daha ne söyleyeyim?

Yazıyı bağlamadan önce baktım ortalıkta dolaşan aydın hareketlerine. Bazıları internet üzerinden darbeye karşı imza kampanyası bile açmıştı. Toplanan imzaları nereye vereceklerini düşündüm, çıkamadım işin içinden. Sanırım bunların da sağlam enişteleri var, bir dahaki darbeyi kimin yapacağını öğrenmişler ona vermeyi düşünüyorlar topladıkları imzaları. Olur mu, olmaz mı ne bilelim biz!

***

Dedim ya, korku birleştirir. Bunda korkunun aklı felç etmesinin rolü büyüktür. Felç olmuş akıllardır ortalıktaki gürültünün nedeni. İşkenceyi, adaletsizliği, linçi, kurt ulumalarını, kan kokusunu, üzerine gelen felaketi, havalı korna seslerini, imam düzeninin sela sesleri arasındaki çatırdamasını duymaz olursun bir anda. Çıkıp bildiri yayınlarsın darbeye karşı. Daha dün “hoca efendiye” koşup şirin görünmeye çalıştığını, Abant toplantılarında boy göstermeye özen gösterdiğini, cemaat matbuatında köşe yazısı yazıp maaş aldığını, TV’sinde kadrolu yorumcu olduğunu, her fırsatta cemaatin demokratlığına övgüler düzdüğünü hatırlamazsın.

Kanal kanal dolaşıp olmayan aklını sergilemeye çalışacağına kırıp dizini okusaydın biraz Feto denilen şarlatanının 1960'lı yıllarda Komünizmle Mücadele Derneğine girdiği yıllardan beri soru işareti olduğunu anlardın. Korkudan başını kuma gömmeseydin, sen demokrasiye destek çağrısı yaparken “seccadeni al gel”den “silahını al gel”e hızlı yatay geçiş yapıldığını anında fark ederdin.

Boş ver bildiriyi, kışlaları Hafriyat Kamyonları Komutanlığı esir aldı, ne hareketliliği olacak? Bir takım imam hatipliler bir takım imam hatiplilere darbeye kalkıştı ve Numan abi hala orduyu imam hatiplilere açmaktan söz ediyor. Duymamış olmalısın. Ve sen ey aydın, destek verdin sıkıyönetime. Sıkıyönetimle, ohalle sorun çözülseydi 12 Eylül'den sonra ülke cennete dönerdi, unuttun. Cehenneme giden yoldaki ilk duraktır desteklediğin o hal...

***

Bir generali darbenin başı ilan etti desteklediğiniz demokrasi. Belki doğrudur, belki değildir. İki gün boyunca dövdüler generali ki savaşlarda görülmüş şey değildir. Kılıcını alırlar çok çok. Sonra TSK çıkıp “onu biz görevlendirdik” dedi. Belki doğrudur, belki değildir nereden bilelim? Siz bildiri yayınlarken oldu bunlar. Ee ne olacak o kadar aşağılanma, dayak, işkence?

Generali geçtim, 50 yıldır dayağını yiyoruz onların bizi hiç ilgilendirmez. Ama size gelince duruyorum. Bir ülkenin aydınlarının kurtlarla birlikte ulumasından daha korkunç, daha karanlık bir tablo yoktur. Direneceksin korkuya, aydın olmanın ilk şartı budur.

Bu da benim bildirim öyleyse: Düşeni, dayak yiyeni, ayağı tökezleyeni savunmak her sosyalistin-komünistin vazifesidir. Evet, evet, dünün zalimi olsalar bile. Kurtlarla birlikte ulumayı reddetmenin onurudur bu, bizimdir. Zalimin zulmüne kim olduğuna bakmaksızın direnmenin rahatlığıdır.

Korkma kaldır başını bir bak, korkunun ecele faydası yok!