Ya Para Girişi Son Bulursa?

25 Haziran 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

2013’ün Ocak-Mart milli gelir tahminleri yayımlandı. İlk üç ayın özet görüntüsü şudur: Dış kaynak hareketlerinin hızla artmasına rağmen ekonominin durgunlaşması devam etmekte cılız büyüme tüketim artışlarıyla sürdürülmektedir.
Bu durumda, yazının başlığındaki ciddi soru gündeme geliyor: Ya dış kaynak girişi son bulursa ne olur?
Nicel verilere göz atarak başlayalım:
Tablomuz 2013 ve 2012’nin ilk üçer ayına ait milli gelirin ana harcama kalemlerini karşılaştırıyor. Özel tüketim, devlet tüketimi ve yatırım harcamalarına (tablonun ilk üç satırına), dış dünyanın Türkiye’de yaptığı harcamalar, yani mal ve hizmet ihracatı (satır 4) eklenir bizim şirketlerin, kurumların, bireylerin dış dünyadaki harcamaları, yani ithalat (satır 5) bu toplamdan çıkarılır. Harcamalara göre milli gelire (satır 6’ya) böylece ulaşmış oluruz.
Tablonun son satırı ise Türkiye ile dış dünya arasındaki yabancı, yerli, kayıt-dışı tüm sermaye hareketlerinin toplamını (milyon dolar olarak) veriyor. AKP’li yıllarda ekonominin kaderi giderek artan boyutlarda dış kaynak hareketlerine bağımlı hale geldiği için bu bilgiyi ekliyoruz.
Sabit (1998’e ait) fiyatlarla milli gelir (milyon TL) ve dış kaynaklar (milyon dolar)
* * *
Bazı ek bilgilere de başvurarak iki vurgulama yapalım:
(1) Cılız büyümeyi tüketim sürüklemiştir
Bu “cılız” büyüme, ana talep kalemleri arasında nasıl ayrışmıştır?
Mal ve hizmet ticaretindeki açık artmış dolayısıyla dış ticaret milli geliri aşağı çekmiştir. Yatırımlardaki artış, yüzde 1’in biraz üzerindedir. Böylece büyümeyi iç talebin tüketim öğeleri (yüzde 3 artışla özel tüketim ve yüzde 7,2 artışla kamu tüketimi) sürüklemiştir.
Cari devlet harcamalarındaki (kamu tüketimindeki) artışın ana etkeni memur maaşları değil, özel sektörden “mal/hizmet alımları”dır. Bu kaleme “taşeronlara ödemeler” diyebiliriz. AKP’li yılların tümü için geçerli olan bu saptama da göstermektedir ki, “kamu hizmetleri” artan boyutlarda taşeronlaşma (dolayısıyla piyasalaşma) içinde sunulmakta dolayısıyla “kamusal” niteliğini giderek yitirmektedir.
(2) Dış kaynak girişlerindeki artış, durgunlaşmayı önleyememiştir.
Türkiye’ye giren dış kaynaklarda 12 ay öncesine göre yüzde 37 oranındaki artış, büyüme hızındaki yavaşlamayı önleyememiştir: İki yılın Ocak-Mart milli gelir hareketlerini karşılaştırıyoruz. 2012’deki yüzde 3,3’lük büyüme hızı bu yıl yüzde 3’e inmiştir.
Bir yandan büyüme sürecini belirleyen ana etkenin dış kaynak hareketleri olduğunu vurguluyoruz bir yandan da bu akımlardaki artışa rağmen ekonominin durgunlaştığını belirliyoruz. Bir tutarsızlık yok mu?
Tutarsızlık yoktur zira, dış kaynak akımlarının iç talebe taşınan öğeleri “çoğaltan” etkisi yaparlar. Bu çerçeve değişmediği sürede, büyüme hızının olduğu gibi sürdürülebilmesi için, net yabancı sermaye girişlerinin kesintisiz artması gereklidir. Ocak-Mart 2013’te dış kaynak girişlerinin yükselmesi, bu bakımdan yetersiz kalmış ekonominin durgunlaşmasını önleyememiştir.
Sanayi, normalde ekonominin en dinamik sektörüdür. Bir ay ileri gidelim. Nisan’da da yabancı sermaye girişleri hızlanmış ilk dört ayda sanayi üretim endeksinin artışı yüzde 2,1 olmuştur. 2012’nin aynı döneminde sektörel üretimin büyüme hızı yüzde 3,5 idi. Aynı olgu tekrarlanıyor: Dış kaynak artışları durgunlaşmayı önleyemiyor.
* * *
Yazının başındaki soru artık gündemdedir. Bir ay önce ABD Merkez Bankası (FED), her ay pompaladığı 85 milyar dolarlık likiditeyi yavaşlatabileceği sinyallerini vermeye başlamıştı. Bernanke geçen hafta bu olasılığı yükseltti. Türkiye gibi “yükselen piyasalar” tedirginliğe sürüklendi. ABD’den kaynaklanan fon akımları son bulursa ne olacak?
Ne olacağını biliyoruz. Önce döviz fiyatları ve dış borçlanmanın maliyeti yükselecek. İthalatın (cari açığın) finansmanı pahalılaşacak sanayi üretimi aşağı çekilecek. Pahalılaşan dolar, döviz borçlusu şirketleri sıkıntıya sürükleyecek. Bankalar bunlardan alacaklarını toplamada zorlanacaklar. Batık krediler artacak. Dış kredilerin döndürülmesi aksayacak.
Bu, bir küçülme belki de bir kriz senaryosudur. Ön belirtileri, bir aydan beri “yükselen” ekonomilerde gözlenmektedir. En fazla etkilenenler, Türkiye ile birlikte Brezilya, Şili, Meksika, Hindistan ve Güney Afrika’dır.
İki çalkantı yılı hariç, Türkiye ekonomisini on yıldan beri iyi-kötü ayakta tutan dış kaynak akımlarının kuruması, AKP için sonun başlangıcını getiren ilave bir etken olacaktır.
“Faiz lobisi” gibi hem gülünç, hem tehlikeli söylemlerle (“kuru gürültü” ile) spekülatif finans kapitale meydan okumanın maliyeti ağırdır. Böyle bir ortama “kuru gürültü” ile değil, etkili araçlarla karşı çıkılabilir. Müslüman Kardeşler’in Mısır’da karşılaştığı tıkanma ve çaresizliğin bir benzeri bizimkiler için de gündeme gelebilir.