Farklı bir kriz dalgası mı?

Son ayların ekonomik ortamı, neoliberal dönemde birkaç kez yaşanan tipik bir “Güney krizi” habercisi gibi görünüyor.

Mayıs-Ağustos 2013’te uluslararası piyasalar yeni bir çalkantıya sürüklendi ancak “yükselen ekonomiler” üzerinde yoğunlaşarak… “2008-2009 krizinin uzantılarından biri” diyenler yanılıyorlar zira farklı bir tablo söz konusudur. Kısaca açıklayalım.

2008’de patlak veren uluslararası krizin, Batı ekonomilerini bir büyük durgunluk içine sürükleyerek tamamlandığı söylenebilir. Sonucu özetleyelim: Emek paylarında dramatik aşınma, yüksek işsizlik ve artan eşitsizlik içinde durgunlaşan ekonomiler… Sermayenin “istikrar” arayışı böyle sağlanmıştır.

Bu kriz çevre ekonomilerine yansıdı ancak yaygın bunalımlara yol açmadan… Batı’da küçülmenin dış talebe taşınması ihracatçı büyük çevre ekonomilerini etkiledi. Ne var ki, bu ülkelerin çoğunluğu kriz ortamı ile dış denge veya cari fazla koşulları içinde karşılaşmıştı. Bu sayede ihracattaki daralmaları iç talebi pompalayarak telafi edebildiler ve uluslararası krizi küçülmeden geçiştirdiler. Uçtaki örnek olan Çin, 2009’u yüzde 9’u aşan bir büyüme ile tamamladı. Dışsal kırılganlık taşıyan “Güney” ekonomileri uluslararası krize karşı bu esnekliği gösteremediler ancak bunlar küçük bir azınlık olarak kaldı. Bu nedenle 2008 sonrasında uluslararası krizin derinleşmesini çevre ekonomilerinin engellediği düşünüldü.

***

Mayıs-Ağustos çalkantıları ise emperyalizmin çevresine özgü bir krizin habercisi olarak görülmeli. 2008-2012’den, yani metropol sermayesinin bunalımından farklı bir kriz türünden söz ediyoruz.

Bu tür krizlerin evveliyatında çevre ülkelerine dönük yabancı sermaye akımları hızla artar ekonomiler canlanır. Ucuzlayan döviz, dış açıkları, dış borçları tırmandırır. Ne var ki, ülkeye özgü veya dışsal etkenler, er veya geç işleri tersine döndürür dış kaynak akımları aniden yavaşlar çıkışa dönüşebilir. Dış borçlar döviz kazandırmayan alanları (örneğin inşaat sektörünü) beslemişse, ulusal paralar hızla değer yitirir borç taksitleri ödenemez finansal kriz patlak verir. Çoğu kez bu krizler IMF aracılığıyla emperyalizm tarafından yönetilir. Dış yükümlülüklerin, banka alacaklarının karşılanması öncelik kazanır. Bu öncelik ekonomileri küçülmeye sürükler.

Bu halkalardan oluşan senaryo, son ABD-Avrupa krizinden tamamen farklıdır. 1980’li yılların başlarında Latin Amerika’da patlak veren borç krizi 1994’te Meksika ve Türkiye’yi, 1998-2001 döneminde önce Doğu Asya’yı, sonra adım adım Rusya, Brezilya, Arjantin ve Türkiye’yi etkileyen krizler hep bu türdendir.

***

Bugünkü ortamla benzerlikler nedir? ABD-Avrupa krizinin yönetimi 2009 sonlarında tamamen finans kapitalin denetimine geçti ve Batı merkez bankaları abartılı parasal genişlemeye yöneldiler. Artan likidite, krediye, üretime dönüşmedi bankaların kurtarılmasına, spekülatif sermayeye aktarıldı.

Bunların büyük bölümü Türkiye gibi “yükselen” ekonomilerde devlet tahvillerine, borsalara, yatırım fonlarına gitti. Institute of International Finance’in son raporuna göre otuz “yükselen” ekonomiye yabancı sermaye girişleri 2009 sonrasında iki misli artarak geçen yıl 1200 milyar (1,2 trilyon) dolara ulaştı. Bu ortam, on beş yıl önceki Doğu Asya krizinin arifesini andırmaktaydı. Büyük “Güney” ekonomilerine bol kepçe sermaye girişleri dövizi ucuzlattı “kur savaşları” yakınmaları içinde dış fazlalar hızla eridi (örnek Malezya ve Tayland) veya açıklara dönüştü (örnek Brezilya, Endonezya, Şili, Arjantin). Kronik ve artan dış açık veren ekonomilerde ise bunların finansmanı endişe uyandırmaya başladı. Örnekleri verelim: 2011-2012’de cari işlem açıklarını astronomik (75 ve 100 milyar dolarlık) eşiklere ulaştıran Türkiye ile Hindistan ve yüksek oranlı dış açığı süregelen Güney Afrika…

Önceki “Güney” krizlerinde olduğu gibi sarkacın “olumlu” salınımına son veren bir etken meydana gelecekti. Bu kez, Bernanke’nin bir demeci vesile oldu FED’in parasal genişlemeyi frenleme olasılığını güçlendirdi ve (yukarıda değindiğim) çevreye özgü bir kriz senaryosunu hızla gündeme getirdi: Mayıs-Ağustos aylarında yabancı sermaye girişlerinde ani bir yavaşlama ve öncelikle döviz piyasalarına yansıyan finansal gerilimler… Bir gösterge olarak sadece döviz fiyatlarına bakarsak, yukarıda saydığım ülkeler, bu dört ayın geriliminden en çok etkilenenler oldu.

Böylece, son ayların ekonomik ortamı, neoliberal dönemde birkaç kez yaşanan tipik bir “Güney krizi” habercisi gibi görünüyor. Bu krizler, sermaye hareketlerindeki dalgalanmalara karşı en kırılgan konumda olan ülkelerde yoğunlaşır. Metropol ekonomileri bu krizlerden etkilenmez hatta yararlanabilir. Dikkat ediniz: Mayıs-Ağustos konjonktürü, hem Batı Avrupa’da hem de ABD’de üretim göstergelerinin iyileştiği bir döneme denk gelmiştir ve oralardaki her olumlu haber, “Güney” coğrafyasındaki gerilimleri artırmıştır.

Mayıs-Ağustos çalkantılarına şimdilik “bir kriz habercisi” dedik. ABD göstergeleri bozulur FED tavır değiştirir “haberci” bizleri yanıltmış olur. Her şeyin mümkün olduğu kaotik bir dünyadayız.