Avrupa'da sınıf direnmeleri

Korkut Boratav'ın “Avrupa'da sınıf direnmeleri” başlıklı yazısı 12 Mart 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Dört yıldan bu yana yüzbinlerin, bazen milyonların protestoları, genel grevleri Avrupa’yı sarsmaktadır. Sokaklara taşan halk direnmesinin hükümetleri devirebileceği de ortaya çıktı.

Uluslararası kriz Avrupa’yı iki aşamada (2008-2009 ve 2011-2012’de) çok sert vurdu. Öylesine ki, beş yıl içinde Avrupa metropolünden üç ülke (Almanya, Avusturya ve İsveç) ile birkaç küçük çevre ülkesi dışında tüm AB (kişi başına milli gelir hesabıyla) yoksullaştı.

Halk sınıfları daha da fazla yoksullaştı. Zira, krizlerde şirketler batarken sermaye güvenli limanlara kaçar fırsat kollar, kapkaç yapar. Bunalımın doğrudan yükü ise, kaçma imkanı olmayan emek üzerinde yoğunlaşır. Üstelik krizin yönetimini (Avrupa’daki gibi) finans kapital üstlenmişse, emek ağır bir darbe daha yer. Büyük burjuvazi ise krize rağmen, hatta kriz sayesinde ihya olur. Son beş yılın gelir dağılımı bulguları, Avrupa için bu durumu fazlasıyla doğruluyor.

Avrupa’nın halk sınıfları koyun değildir. Bu rezaleti de sineye çekmiyorlar. Egemen sınıfların insafsız saldırılarına karşı dalga dalga (ancak “kendiliğinden”) direniyorlar.

Nasıl direniyorlar? En önemlisi, sokağın direnmesi… Dört yıldan bu yana yüzbinlerin, bazen milyonların protestoları, genel grevleri Avrupa’yı sarsmaktadır.

Sokaklara taşan halk direnmesinin hükümetleri devirebileceği de ortaya çıktı. Son bir yıldan üç örnek vereyim: Romanya, Bulgaristan, Slovenya.

* * *

Romanya halkı beş yıldan bu yana IMF ve AB’nin ağır kemer sıkma politikalarından bunalmaktaydı. Sokaklara taşan öfke, geçen Şubat’ta sağcı Başbakan Emil Boc’u istifaya zorladı. Cumhurbaşkanı aynı partiden Ungureaunu’yu başbakanlığa atadı. Onu da iki ay içinde sokaklar devirdi. Sıra neo-liberalizmin ısrarcı bayraktarı Cumhurbaşkanı Basescu’ya geldi. Kesintisiz protesto gösterilerinin baskısı sonunda parlamento Cumhurbaşkanı’nı görevden aldı. Halkoylaması ezici çoğunlukla görevden alma kararını onayladı ancak katılım yüzde 50’yi aşmadığı için karar uygulamaya konmadı.

Bulgaristan’da “bıçağı kemiğe dayandıran” olay, elektrik fiyatlarına yapılan zam oldu. Kemer sıkma programlarına ve zamlara dönük halk tepkisinin ilk hedefi Dünya Bankası’ndan “transfer” edilmiş olan Maliye Bakanı Cankov oldu. İstifa etti ama tepkiler dinmedi. Sokak, yabancı şirketlere devredilmiş olan elektrik dağıtımının yeniden millileştirilmesini istedi. Başbakan Borisov yanıtladı: “Bulgaristan’da herhangi bir millileştirme benden geçmez…” Gösteriler şiddete dönüştü, Başbakan birkaç gün içinde istifa etti.

Doğu Avrupa’nın en müreffeh ülkesi Slovenya ise, son beş yılda hızla yoksullaşmıştır. Ulusal parası avrodur, bu nedenle devalüasyon seçeneğini yitirmiştir, finansal krize sürüklenmemesi için devlet borçları halkın sırtından (bütçe giderleri kısılarak) ödenmektedir. Memur maaşlarında yapılan son kesintiler, başta hekimler, öğretmenler, üniversite hocaları olmak üzere onbinleri Kasım sonunda sokağa döktü. Başbakan Jansa’ya dönük 230 bin avroluk bir yolsuzluk soruşturması tepkileri artırdı. Yaygın bir grev, protestocuların Parlamento’yu kuşatması, iki hafta önce Başbakan’ın ayrılması ile sonuçlandı.

* * *

Sokağın baskılarına direnen, istifa etmeyen hükümetler de var. Halk tepkileri, sonunda oy sandığına yansıyor ve “seçmen”, hükümetleri iktidardan uzaklaştırıyor.

Kim gidiyor? Kim geliyor? İktidarın, muhalefetin “siyasi kimlikleri” fark etmiyor. Kriz ortamında seçime giren her ülkede iktidarlar değişiyor.

Bilgilerimizi tazeleyelim: İktidarın “soldan sağa” geçtiği ülkeler 2010’da Britanya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan 2011’de İspanya, Portekiz ve (cebren ve hileyle) Yunanistan’dır. Bulgaristan ise önce (2009’da) “soldan sağa”, herhalde bu yıl içinde tekrar “sağdan sola” savrulacak.

Buna karşılık, 2009’da İzlanda’da, 2011’de İrlanda’da, 2012’de Fransa, Slovakya ve (yukarıda anlattığım çalkantılar sonunda) Romanya’da iktidarlar “sağdan sola” geçti.

“Sağdan sola geçti” de ne oldu? Hiçbir şey… Avrupa’nın halk sınıfları, bir kez daha geleneksel sosyal demokrat, sosyalist partilerin ihaneti ile karşı karşıya olduklarını algılıyorlar. Portekiz’de, İspanya’da, Yunanistan’da üç sosyalist lider (Socrates, Zapatero, Papandreu), neo-liberal zulmün uygulayıcıları oldukları için seçmenlerinin tekmesini yediler. Fransa’da Sarkozy’ye tepki Holland’ı Başkanlığa getirdi. O da hızla hizaya geldi. Romanya’daki halk hareketi Sosyal Demokrat Parti lideri Vicor Ponta’yı iktidara getirdi. O ise, uluslararası bankalara “iktisat politikalarında süreklilik sağlanacağı” güvencesi vermişti. Örnekler çoktur.

Burjuva partilerinden umudu kesenler, “sol” partilere sığındıklarında tekrar ve tekrar ihanetle karşılaşıyorlar. Sonunda sınıfsal direnmeler temsili demokrasiye karşı tepkilere dönüşüyor. Bu tepkilerin (Yunanistan’daki “Altın Şafak” hareketinde simgelenen) faşizme veya (belki de İtalya’daki gibi) sola yönelmesi mümkündür.

Bana kalırsa, Avrupa’daki sokak hareketlerinin devrimci bir güzergaha yönelme olanağı vardır. Temsili demokrasi tuzağına kapılmamak şartıyla…