Sağlık Bakanlığı'nın KHK'si Karşısında: Küçük Burjuva Sosyalizmi Değil, Emekçi Sosyalizmi

Bakanlık bir kanun hükmünde kararname ile hekimlerin muayenehane açma olanağını sınırladı. Aslında Sağlık Bakanlığı hastanelerindeki hekimlerin bu yetkisi bir süredir zaten yoktu. Yalnızca tıp fakültesi hastanelerindeki öğretim üyeleri muayenehane açabiliyordu. Kanun hükmünde kararname bu noktada çok büyük bir sınırlama getirdi. Öğretim üyelerinin muayenehane açabileceklerini, ancak bu durumda fakültede hasta muayene ve tedavi edemeyeceklerini, dolayısıyla da herhangi bir ek ödeme alamayacaklarını hükme bağladı. Bu düzenleme, fiilen, öğretim üyelerinin muayenehane açma “hakları”nın ellerinden alınması anlamına geliyor.

* * *

Sağlık Bakanlığı yeni KHK'yi milli iradenin gereği olarak niteledi. Halkımızın muayenehane kapılarında sürünmesini istemiyorlardı!

Gerçeğin tamamen farklı olduğunu ise herkes biliyor: AKP sağlıkta büyük sermayeye çalışan bir iktidardır. Kendi döneminde açılan hastanelerin yaklaşık %80'i özel hastanedir. Kamu hastane yatırımları neredeyse durmuştur. Yeni kamu hastaneleri özel şirketlere devredilmek üzere planlanmaktadır. Sağlık Bakanlığı kendi elindeki hastaneleri işletme haline getirmek üzeredir. İlgili yasa taslağına yaklaşık bir yıl önce son hali verilmiştir.

Plan, hastaların muayenehanelerde mağdur olmaması değil, özel hastanelerin zengin edilmesidir.

* * *

Sağlık sektöründe dönen para yılda neredeyse %10 civarında artıyor. Son verilere göre yıllık sağlık harcamamız 50 milyar doların üzerinde. Bunun %1'den azı halk sağlığı harcamalarına, %12'si yatırımlara ve kalanı da tedaviye gidiyor.

Paranın paylaşımı doğal olarak önemli bir mücadele konusu olarak şekilleniyor. Eskiden beri özel hastane temsilcileri, onların yetkili kurulları, özel sektörde nitelikli sağlık hizmeti üretiminin ancak büyük işletmelerde olanaklı olabileceğini, bu nedenle muayenehanelerin ortadan kaldırılması gerektiğini belirtiyor, bu konuda lobi faaliyetleri yürütüyordu.

Şimdi AKP bu taleplerin gereğini yerine getiriyor.

Ancak, sağlıktaki mülkiyet ilişkilerinin yeniden şekillendirilmesi açısından iki önemli engel vardı: Muayenehaneler ve tıp fakülteleri. Muayenehanecilik gecekondulara kadar yayılmış hizmet ağıyla büyük sağlık sermayesinin önündeki engeldi. Üstelik bu sektör özel büyük işletmelerin gereksinim duyduğu hekim emek gücünü de elinde tutuyordu.

Tıp fakülteleri ise yerli ve yabancı büyük sağlık sermayesinin pazar edinebilmesini engelleyen, rekabet gücü yüksek, üst düzey-nitelikli-güvenilir sağlık hizmeti sunan kurumlardı.

Hükümet kanun hükmünde kararname ile hekimlerin küçük işletmeci “haklarını” ellerinden alarak, onları büyük özel sağlık işletmelerinin ücretli emekçileri kılacak bir zemini hazırlıyor.

Bunun millet iradesiyle hiçbir ilgisinin olmadığı açık. Çünkü irade sahibi milletimiz artık özel hastanelerin kapısında kuyruğa girmiş durumda. Üstelik kuyruğun sonunda, tıbbi tetkik ve girişimler için astronomik farklar ödemek koşulu da var. Özel hastanecilik sisteminin bu haliyle alt gelir gruplarını dışladığı ve orta-üst gelir gruplarına yönelik olarak örgütlendiği çok açık.

* * *

Öte yandan şunu da görmeliyiz: Tedavi hizmetleri söz konusu olduğunda hastanecilik organizasyonu, muayenehaneciliğin karşısında ve üretim ilişkilerinin gelişim sürecinde, daha “modern” bir evreye denk gelir.

Sağlık sermayesi tekelleşirken, küçük sermayenin bu gelişmenin karşısında tutunması zaten olanaksızdır. Sağlıktaki sermaye yoğunlaşmasını bir yandan iktisadi ilişkilerin kendi iç dinamikleri, bir yandan da sürekli örneklerini gördüğümüz siyasi tercihler yönlendirir. Ama sonuç değişmez.
Kapitalist üretim ilişkileri içinde bu sürece ne iktisadi ne de sosyal-siyasal olarak karşı durmak olanağı vardır.

Sağlıkta muayenehaneciliğe, muayenehanecilerin kayıpları üzerinden sahip çıkmak, Marks-Engels'in Komünist Manifesto'da Gerici Sosyalizm başlığı altında Küçük Burjuva Sosyalizmi tanımlamasıyla eleştirdiği siyasal çizgiye denk düşer.

Üretim ilişkilerinin değiştiği, sermaye yoğunlaşmasının ve merkezileşmesinin arttığı, toplam sermaye içinde yabancı sermaye payının büyüdüğü, sağlık sektörünün global sermayeye de açıldığı, hekimlerin bütün ayrıcalıklarını yitirdikleri bu “modern” dönemde, yapılması gereken, arkaik (küçük mülkiyete dayalı) üretim ilişkilerini savunmak değil, mevcudu iktisadi ve siyasal olarak aşmak anlamında, tekelci sermayenin yerine, tamamen kamusal mülkiyeti önermektir.

Sağlık Bakanlığı'nın “bıçak parası” yolundaki eleştirilerinden kurtulmanın da, halkın sağlık hakkını savunmanın da tek yolu budur: Tam kamu.

Çünkü: Küçük mülkiyet ilişkilerini savunmak nesnel olarak olanaksızdır. Kapitalist üretim ilişkileri içinde sermaye birikimi tekelci aşamasına ulaşmıştır. Tıbbın ulaştığı gelişmişlik düzeyi ile sermaye birikimi arasında bir senkronizasyon vardır, yani tıbbın gelişmişlik düzeyi yüksek sermaye birikimini koşullamaktadır. Ancak bu birikimin tekelci formasyonda gerçekleşmesi kapitalist üretim ilişkilerinin gereğidir. Sermaye birikimini halkın sağlık hakkını ve sağlık emekçilerinin özlük haklarını geliştirecek şekilde organize etmenin tek yolu sermayenin kamu mülkiyetine geçirilmesidir.