'Helal' kesimin kurbanın ağrı hissi üzerindeki etkisi ya da din bilimi nasıl katleder

Bir üniversite ekibi kurbanı “helal” yöntemle kesmenin hayvanın ağrı hissini “kesinlikle yok ettiğini” saptamış. Kimi basın bunu Türk “bilim adamlarının önemli keşfi” olarak duyurdu.

“Bilim adamları”mız bu güzide “araştırma”yı kurban bayramının yaklaştığı şu günlerde konuyla ilgili spekülasyonlara son vermek üzere yapmışlar. Böylece bilimin pratikle nasıl ilişkilendirilebileceğini de örneklemişler.

*****  

Öyle gözlemle falan da yetinmemişler. İşin içine kimyayı, nörolojiyi, endokrinolojiyi, cerrahiyi de dahil etmişler.

Kesim öncesinde, sırasında ve sonrasında kurbanlıkların endorfin düzeylerine bakmışlar ve o da ne, kesimden itibaren kan seviyesinin artmaya başladığını, kesim sonrasında tam 4 kat yükseldiğini bulmuşlar.

Okuduklarımdan pek çıkaramadım ama bilimsel yayın yapmanın zorunlu kriteri olarak işin içine kesinlikle istatistiği de dahil etmişler, t testi, Mann Whitney U, ki kare gibi çok mühim analizleri de yapmışlardır. Aksi düşünülemez zira böylesine yeri doldurulmaz çaba hepten heba olur giderdi.

*****

Sonuç mu? Endorfin ağrı kesici özelliği olan bir madde olduğuna göre keşfetmişler: “Helal“ kesim hayvanda ağrıya neden olmuyor, hayvanı düşünerek özel önlemler almaya gerek yok.

Bu yapılanın, duayla büyütülen fesleğenlerin daha hızlı geliştiğini “keşfeden” dindar ilköğretim öğrencilerininkinden “araştırmacı”ların yaş ortalamaları dışında ne farkı var.

*****

Herkes biliyor ki bu iş bilim değil.

Doğru, endorfin ağrı kesici etkisi olan ve sinir sistemine sahip bütün canlıların değişik düzeydeki sinir uçları tarafından tehlike, acı ve zevk durumlarında sentezlenen bir madde. Şöyle diyelim endorfin salgılamak organizmanın ağrıya, sıkıntıya verdiği bir yanıttır ama spor ve orgazm (tövbe) gibi durumlarda da salgılanır.

“Araştırmacı”lar gerçekten merak taşıyor olsalardı, duayla ya da duasız, hakaret ederek, tekmeleyerek ya da saygı göstererek kesilen insan dahil bütün sinir sistemlilerin kanında yüksek düzeyde endorfin saptayacaklarını bileceklerdi.

Ama bu bilgi kendilerini, muhtemelen hiç hoşlarına gitmeyecek bir gerçekle, yani evrimle yüzleştirmekten başka bir sonuç ortaya koymamış olacaktı. Zira bu tür biyokimyasal mekanizmaların gelişimi de evrimsel bir süreç izler ve evrim ağacında ortak geçmişe sahip bütün türlerde ortak bir yapı sergiler.

Biz de bir tarafımız kesildiğinde endorfin salgılarız. Ama hiçbir cerrah, neşteri attığında salgılanmaya başlanacak endorfin nasıl olsa ağrısını azaltacak diye hastasını canlı canlı ameliyata almaz. Eminim ki bu “araştırmacılar” da parmaklarının ucu dahi kesildiğinde endorfinlerine güvenerek kesiğin anestezisiz dikilmesini tercih etmeyeceklerdir.

Bunlara göre kendi sıkıntıları dışında din çözümdür ve “helal” kesilen hayvanın can havliyle çığlıklar atmasının da gerçeği görmeleri bakımından herhangi bir önemi yoktur.

Gerçek öylesine dindedir ki endorfinin ağrıya yanıt olarak değil, ağrıyı önlemek amacıyla salındığı gibi bir idealizm içindedirler ve yine aynı felsefi sefalet nedeniyle, acı çekmesinler diye uyuşturularak kesilen hayvanların endorfin düzeyleri yükselmediği için ağrı çekerek can verdiklerini iddia edebilir ve buradan da “helal” kesimin üstünlüğüne kanıt çıkarabilirler.

****

Bu gibileri neden ve nasıl böyle saçma sonuçlara ulaşıyorlar, saçmalığı çok açık bu işlere hangi saiklerle zaman ayırıyorlar?

1-Artık üniversiteler üniversite olmaktan çıktı ve İslam’ın üstünlüğünü gösterecek, yaşatacak, “kanıtlayacak” kadrolaşma süreci epeydir başat hal aldı.

2-Amaç bilim, araştırma, veri toplama, gözlem, hipotez oluşturma, hipotezi test etme, keşfetme, bilinmeyeni açıklama değildir. Amaç nasıl olursa olsun dogmatik yöntemlerle İslam’ın doğruluğunu, ululuğunu “ortaya çıkarmak”tır.

3-Bu çaba en ilkel cinsinden siyasi bir faaliyettir, bilimle hiçbir ilişkisi yoktur.

4-Sorun bu “araştırma”ya ve bu “araştırma”yı yapan ekibe özel değildir. Din genel olarak bilimi, aklı ve gelişmeyi engelleyen bir yapıya sahiptir. Nedeni hem canlı hem cansız doğa hem de toplumsal yaşam hakkında kesin, her koşulda geçerli ve değişmez olduğuna hükmettiği kuralların varlığına, bu kurallar da dahil her şeyin bugün var oldukları halleriyle doğa üstü bir güç tarafından yaratılmış bulunduklarına inanmasıdır. İnançları her tür yaratıcı faaliyeti engeller. Nesnel idealizmleri gerçeğin oluş halini anlama kaygısına hiçbir hareket alanı bırakmaz. Aslında laboratuarlarda çalışan dindar insanlar da içinde yer aldıkları o maddi faaliyetle, dinin hükümlerini çiğnemiş olurlar.

Dinle bilim arasındaki savaş, insanla egemenler arasındaki savaştır ve sömürü sistemi yıkılıncaya kadar devam edecek.