Ulusal sorun söz meclisten dışarı

Aydemir Güler'in “Ulusal sorun söz meclisten dışarı” başlıklı yazısı 22 Şubat 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Geçenlerde TKP’nin düzenlediği NATO konulu toplantı için İstanbul’a gelen konuklarlaydık. Söz farklı ülkelerde farklı diller konusuna geldi. Belçika Emek Partisi temsilcisi ve ülkesinin barış örgütü INTAL’ın üyesi Flaman Mario, toplantılarda aynı anda Flamanca ve Fransızca konuştuklarını, herkesin birbirini anladığını aktardı...

Mükemmel çözüm, dedim ben de!

Belçika’nın halini biraz bilenler “bu da çözüm mü” diyebilirler... Belçika’nın hali zor gerçekten...

Eski zengin bölge, Fransızca konuşulan Valonya epey zamandır geriledi. Neo-liberalizmin, “sanayi sonrası toplum” kutlamalarıyla birlikte, kapanan madenleri metalürji, otomotiv, kimya fabrikaları izledi. Sinema meraklıları, olan biteni, Jean-Pierre ve Luc Dardenne’in filmlerinden yakalamışlardır. İşsizlik ve yoksullaşma Avrupa’nın merkezini yakıyor.

Eski yoksul Flandra ise turizm ve hizmet sektörü zengini. Post-endüstri çağının keyfini sürüyor.

Valonlar geçmişten kalma kibirle Flamanlara tepeden bakmaya devam ediyorlar.

Valonya’da sanayi devriminin tarihsel sonuçlarına, sendikal örgütlenmeye, Nazizme karşı direnişe ve belki Fransız etkisine bağlı olarak sosyal-demokrasi birinci güç.

Flandra ise sağcı, ırkçı ve ayrılıkçı akımlara ev sahipliği yapıyor. Milliyetçilik, refahın ülkenin diğer parçasıyla paylaşılmasını anlamlandıramaz tabii! Hele refah, o bölgeye sonradan gelmişse ve ezilmişlik hatırası canlıysa...

Belçika’nın bölünmesi seçeneğinin bir “ekonomi politiği” var. Ülkenin iki yakasını bir arada tutan az sayıda yapıştırıcı ögeden biri sosyal güvenlik sistemi. Kendi başına kalmış bir Valonya’da sistemin finanse edilmesi için yeni düzenleme gerekecek. “Enkaz devraldım” diyecek olan sermaye sınıfının, kaynakları kaptırmamak için elinden geleni yapacağına, emekçiler açısından çok geri bir dengeyi hedefleyeceğine emin olabiliriz. Sosyalist Parti, çoktandır nüfuzuna geçtiği sermaye sınıfı ile sendikalarını kontrol edip oyunu aldığı işçiler arasında beynamaz kalacak, krize girecek... Sağcı ve bağımsız bir Flandra’da ise sosyal devlete karşı vahşi bir kampanya açılacak...

Burjuvazinin çıkarının bölünmeye işaret ettiği ülkede “iki toplumlu” biricik güç, az önce adını telaffuz ettiğim Emek Partisi. Oylarını son iki seçimde arttırmakla birlikte parlamenter kriterler itibariyle iktidar alternatifi olmanın uzağında bir marksist-leninist parti...

Tarihi Belçika Komünist Partisi ise çoktan bölünmeye adapte olmuş ve kendini parçalara ayırmış durumda. Tahmin edileceği gibi eski devrimci söylemin geçersizleştiğini düşünen, “yenilikçi” olmayı ve bir biçimde kapitalizme uyum sağlamayı vaaz eden, etkisiz bir parti...

Yoksul, sola açık ve ülkenin birliğini savunan Valonlar, zengin, sağa dönük ve ayrılıkçı Flamanların diline de az ilgi gösterirler. Flamanlar ise, en azından ırkçılık iyiden iyiye yükselene kadar Fransızca öğrenmeye daha yatkın görünüyorlardı.

Bu arada, dillerin kullanımında iki toplum arasında ve hatta Almanca konuşan azınlık için hayli adil standartların hayata geçirildiğini söylemeye gerek bile yok. Bu adalet duygusu, 11 milyonluk nüfusun yüzde altısını aşan, Avrupa dışında doğmuş göçmenlerin semtine henüz uğramamış olabilir, ama ne gam...

Zaten adalet ulusal sorunu çözmeye yetmiyor ki! Bir dilden diğerine hak geçmesin diye uğraşırken toplumun küçük parsellere bölünmesi kaçınılmaz oluyor kapitalizm koşullarında.

Yeterince karmaşık, değil mi?

Başa dönersek bu tabloyu az buçuk bilen biri, küçük bir sol partinin geliştirdiği küçük pratiklerin fanteziden öteye geçmeyeceğini düşünebilir, bu düşünceyi desteklemek için çok veri bulabilir...

Ama belki de ulusal sorunu çözmenin başlangıç noktası soldur. Emekçiden yana, kardeşlikten yana, yani hakiki bir çözümün önkoşulu belki solun güçlenmesidir. Ve gerisi yalandır...