Solun Aklı

2008 yılında solu "Türkiye'nin çözülüşü"ne eklemleme operasyonu durduruldu.

Bunu, örgütlü bir kitle gücünün başardığını söyleyemeyiz. Ancak uzun süredir solun -ve/veya solun herhangi bir büyük süreci etkilemesinin- temel aracının kitle gücü olamadığını, zaten biliyoruz. Krizin toplumsal parametreleri alt üst etmesiyle ortaya çıkacak yeni ve bilinmeyen tablo bir yana bırakılırsa, bu durumun değişmesi için bir faktör de görünmüyor.

Ancak belli bir süredir -ve belki belli bir süre daha- kitleler yok diye, geriye kalan hafife alınmamalıdır. Bu koşullarda solun aklı, önemsizleşmemekte, tam tersine çok ama çok önemli hale gelmektedir.

Kim ne derse desin, soL portalın parçası ve önemli bir kolu olduğu bu kolektif aklın adresi bellidir.

Daha önce de anlattık. Bu müdahalenin var olmadığı bir Türkiye'de, bugün sol salakça bir özgürlükçülük adına AKP'nin yan örgütü haline gelmiş olurdu itiraz eden birkaç aydına deli diye bakılır, çıkarsa uyumsuz radikal devrimci demokratlar da Ergenekoncu diye içeri atılırdı.

Yanlış anlaşılmasın solun toplam görüntüsünde, bahsi geçen müdahalenin başlıca öznesi olarak TKP bütünüyle belirleyici değildir. Toplam görüntü deyince burada genel, tanımsız bir "sol kamuoyu"ndan söz etmiş oluyoruz. TKP'nin gelişim rotası bu kesim içinden değil mevcut kamuoylarının dışına çıkarak yeni bir kadro dinamiği oluşturmak gibi bir yaklaşımla şekillendirilmiştir.

Dolayısıyla burada, örneğin bir ÖDP'nin, sol sendikal çevrelerin, bağımsız ama öne çıkan aydınların doldurduğu hacim, belki TKP'ninkinden daha geniş olabilir.

Akıl, işte böyle bir noktada önemini kanıtlamakta ve sol kamuoyunun belli başlı odaklarını güçlü biçimde etkilemektedir. Solu bir ucu özgürlükçülük diye anılan ve liberalizme, hatta emperyalizm ve gericilikle uzlaşmaya uzanan bir eksen üzerinde gözümüzün önüne getirirsek, bu bir yıl içinde ÖDP de sendikal hareket de bu uçtan mümkün olduğunca uzaklaşmışlardır. Bu sağlandığı ölçüde, özgürlükçülüğün içeriğinin emekçi ve sol duyularca doldurulması ve liberallere kaptırılmaması da mümkün hale gelir. Bağımsız sol entelijansiya ise emekçi ve sol bakış açısını hem geliştirmekte hem dillendirmekte rahatlamış, liberallerin süngüsü düşmüştür.

Bunlar, az buz kazanım değildir. AKP'cilik solu bitiriyordu. Bugün sınıfına ve ülkesine açılma şansına sahip bir sol mevcut.

Bir yılı aşkın süre şiddetli bir entelektüel kavga verilmiş ve bu sonuç alınmıştır. Ve bununla eşanlı olarak, bizim bu kazanımla övünme zamanımız da dolmuştur. Zaten Osmanlıya dönüş çığlıklarının atıldığı bir atmosferde liberallerin solu geri kazanmaları ve belli bir kamuoyuna "ha Osmanlıcılık ha cumhuriyet, ikisi de egemen değil mi..." dedirtme veya imparatorluğu özgürlük diye yutturma şansları da kalmamıştır.

Yine de kazanımlar tapusu çıkartılacak bir mal değildir. Örneğin Osmanlının TC'ye göre daha özgürlükçü olduğu tezi, beş para etmez sağcıların yanı sıra daha değerli zannedilen sol-liberallerin de tezidir ve bununla daha çok kavga edeceğimiz kesindir.

Asıl söylemek istediğimse şu: kazanımlar, yalnızca süreklileşmiş bir yeniden üretim varsa, korunur. Üstelik bu yeniden üretimin bir özelliği daha olmalıdır: Sürekli aynı konu üstünde dönen bir yeniden üretim, olsa olsa temcit pilavı tadı verir.

O halde belli bir alanda elde edilen kazanımın korunması için, iftardaki pilavın sahurda da ısıtılması yerine, başka alanlarda yeni mücadeleler verilmesi, yeni kazanların kaynaması gerekir. Yeni mücadeleler ve yeni kazanımlar...

Kitlesel güç bahsine girmeme tutumumu bu yazıda sürdüreceğim. Önümüzde seçimler var ve solun aklı, kitlesellik anlamında patlama değilse de, denk düştüğü gücü artırmalıdır. Kriz karşısında kestirimleri gerçekçi ve hedefleri devrimci bir profilin geliştirilmesi gerekmektedir. Emperyalizmin manevralarına karşı solda kimseye "dur bir bakalım Obama'yla Hillary'ye, bakalım ne yapacaklar" dedirtilmemelidir... Ve bütün bunlar kolaycılıkla, kestirmecilikle değil kaliteyi artırarak yapılmalıdır.