Sağırlar Tartışırken

Asla resmi dil olmaz!
Hayır, kesinlikle resmi dil olmaz!
Bunu kabul edemem, resmi dil olmaz!

Geçen hafta böyle geçti. BDP Kürtçe'nin kullanımının genişletilmesiyle kast ettiğinin iki resmi dil uygulaması olmadığını her defasında söylüyor, ancak düzen partilerinin tamamı aynı cümleyi ters yüz edip tekrarlayarak gölge boksuna koşuyorlar.

Bu bir acz halidir. Türkiye'de düzenin bütün organ, kurum, parti veya sözcülerinin Kürtlerin özgürlüğü veya eşitliği konusunda dağarcığının bomboş olduğunu gösterir. Tekrar ediyorum kimse iki resmi dil talebinde bulunmamışken, iki resmi dilin ülkeyi böleceği defalarca höykürülmüştür.

Höykürülmüştür diyorum, çünkü bu koca bir yalandır. Resmi dil veya eğitim dilinin çoğalması bölücü işlev görmek zorunda değildir. Ancak daha önce yazdığımız, anlattığımız gibi, uzunca süredir derinleşen yerelleşme kesinkes bölücüdür.

Öte yandan resmi dil veya eğitim dilinin ne olduğu da toz dumanın altında kalmaktadır. Bir dizi belediyenin her türlü yönlendirme tabelasında çift dile geçmesi, Kürtçe'nin resmi dil olması mıdır?

Bu konuda herhangi bir mutabakata varılması mümkün görünmüyor. Ancak Ankara'dan bakıldığında bu uygulamanın yeni bir “Kürt provokasyonu” ilan edilmesinin, en azından şu ana kadar güç bulunduğu anlaşılıyor. Merkezi iktidarın elinde tabelalara karışma gücü yok.
Bu nedenle olayı kabullenmekten başka çare de yok.

İyi de, çift dilli tabela uygulamasının makul karşılanması, yarı sessiz bir toplumsal uzlaşma konusu olduysa, en büyük Kürt kentinin
İstanbul olduğu, uzlaşma gerektirmeyen açıklıkta bir gerçek değil midir? Uygulamanın batıdaki Kürt nüfusu kapsamaması, doğu ve güneydoğuyla sınırlı kalmasını kim nasıl açıklayacaktır?

Bu durumun bir hukuksal ayrışma olacağı açıktır. Açık olalım: Bir, hukuksal ayrışma bir vakıadır. İki, hukuksal ayrışmadan Kürt siyaseti sorumlu tutulamaz. Üç, düzen şöyle ya da böyle “Kürt çözümü” üretmediği ölçüde ortaya çıkan fiili çözümler ayrışmayı hızlandıracaktır. Dört, seçim yılında AKP'nin çözüm kapasitesinin sınırını Türk milliyetçiliği çizer.

Bu ortamda Öcalan'dan geldiği söylenen son mesaj, “Ocak ayında çok önemli gelişmeler olacak” mesajının içi boş kalmaktadır.

Zira bu ortamla daha uyumlu gelişme, yılbaşından önceki Cemevi provokasyonudur. Burada, nereden nasıl gösterildiğinden bağımsız olarak, herkesin gördüğü sopa çok ağır bir tehdittir.

O halde Öcalan'ınkiler de dahil olmak üzere, Kürt gündeminde söze bakmanın manası kalmadı. Artık her sözcük, sözlükte yer almayan başka bir anlamın göstergesi, işareti haline gelmekte, konuşarak anlaşmak ve dinleyerek anlamak olanaksızlaşmaktadır. Bu ortam kimseyi çözüme falan yaklaştırmaz.

Konuşulmayanlar alanına biraz uzanırsak, şu noktalara dikkat çekmekte yarar olacaktır.

Bir: AKP ile Kürt hareketi arasında seçime kadar sürecek olan bir denge var ve bu denge çatışmasızlığı da içeriyor. Ancak “diyalog” (!) süreceğine göre, seçim öncesinde sadece namluları indirilmiş bulunan silahların kullanıma girme olasılığı yüksektir. Kan diyaloğun bir parçasıdır! Zaten yine taraflar, kanın sorumluluğunu da bir takım mutasavver güçlere, derin oyunbozanlara, provokatörlere yıkabilmekte, kendi tutumlarını da meşru savunmayla açıklayabilmektedirler! Çok gördüğümüz film vizyon sırasını bekliyor...

İki: Dil başlığında resmi dil sınır tartışıladursun, asıl sorun anadilde eğitimdir. Eylül ayındaki boykot jestleri olası kilitlenmenin hayli boyutlanabileceğini gösterdi. Kürt hareketinin seçim öncesinde bu yolda daha ileri gitmek istemeyeceği, yoksa bölücülük suçlamasının üstüne fazla yapışacağı söylenebilir. Biraz da bu çıkışsızlık yüzünden girişte hatırlattığım saçma tartışma sürdürülüyor.

Üç: Çözüm denen konu seçimin sonrasına ertelenmiştir. Bu süreç aşağı yukarı referandumda olduğu gibi geçeceğe benzer. Seçimden sonra AKP yeni Anayasaya Kürt desteğini almaya muhtemelen ihtiyaç duyacak, öte yandan Kürtleri kapsayan bir Anayasa yapılması zorunluluk haline gelecektir. Bu yakınlaşma her iki tarafça kabul edildi. İstim arkadan gelecek.

Dört: Ancak yeni Anayasa sadece Kürt sorunu etrafındaki danslarla belirlenmeyecektir. AKP'nin bugününde laikliğin lafı bile artık fazla geliyor ilki bu. Diğer eksen ise bağımsızlığın da fazla geldiğidir. NATO zirvesiyle füze sisteminin evsahibi olmasına karar verilen, yani kaotik, bulanık bir uluslararası savaşın cephe ülkesi ilan edilen Türkiye'de bağımsızlığın artık erdem sayılması mümkün değildir.

Beş: Bu süreç ayaklarını aynı yere basan bir Kürt hareketinin gövdesinin üst kısmıyla esnemesiyle açıklanamaz ve yürütülemez. Kürt hareketi ülke çapında solcu bir Aydınlanma döneminin çocuğudur ve modern, laik özelliklere sahiptir. Bu özellikler kırılmadan ve yerine daha islami öğeler yerleştirilmeden süreç tamamlanmaz. Demek ki, bu süreç ideolojik/siyasal koordinatlarda en azından bir yer değiştirme operasyonu içermek durumundadır.

Altı: CHP bu sürecin seyirciliğinden öteye geçmeyeceğe benziyor. Genel başkanın Kürt ve Alevi sözcüklerini kendine yasaklamasının altında inci tanesi aramaya gerek yok. Bu, en az hata yapma arayışı, ya da seyirciliğin ilanıdır. CHP konuşursa seçime kadar bile mevcut iç dengeleri sürdürememek, konuşmazsa seçimde ortada kalmak riskleriyle karşı karşıya.

Eğer işaretler aşağı yukarı bu anlamlara geliyorsa, bu tablo solun politika koordinatlarına dair de çok şey söyleyecektir...