Ahmet Beyin Telaşı

Davutoğlu birkaç gün önce kendisine atfedilen yeni-osmanlı ifadesine kızgınlığını dile getirdi. Dışişleri bakanı, veya Metin Çulhaoğlu'nun Gelenek'teki yakıştırmasıyla JeoCeo'nun neye kızdığını ilk ağızda çıkan haberlerden anlamak pek mümkün değildi. Birşeylerden ürktüğü belliydi ama... Neyse fazla sürmedi yardıma koşacak gazeteci dostları vardı bereket.

“Ben hiçbir yerde Yeni Osmanlı tanımı yapmadım. Bize atfen böyle bir şey yaptılar... biz tarihi hinterlandımızda, coğrafi bölgelerimizde aktif hale geldik. Bununla bir korku da yaratılmak isteniyor. Yani tam aktif hale geldiğimiz bir dönemde Balkanlar'da, Ortadoğu'da, Kafkaslar'da, 'Osmanlı havası' yani 'Türkiye yeniden hegemonya kurmak istiyor' gibi bir havaya da yol açıyor ki, bu benimsediğimiz bir yaklaşım değil.”

Güzel. Demek ki AKP'nin bakanı, Osmanlı topraklarında kurulu bazı ülkelerin eski bağımlılık statüsünü hatırlayıp Türkiye'ye tepki duymalarından, hatta taş koymalarından ürküyor. Anlaşılan böyle bir şey. Ama öte yandan bakanın, başlattığı kavram kavgasında bir tutarlılığa erişmesi söz konusu olamıyor. Şuna bakın:

“... yapmak istediğimiz şey, çevremizde kalıcı düzenin kurulmasına katkıda bulunmaktır. Düzenden kasıt Pax-Ottomanaysa, Pax düzen anlamında. Biz düzen kurmaya çalışıyoruz, böyle bir şey yanlış da değil. Ama bunu modern çerçevede bu ulus devletlerin eşitliği parametreleri etrafında kurmaya çalışıyoruz. Yani Türkiye'nin Ortadoğu politikasında bir buyurgan dil var mı? Yukardan bakan bir dil. Böyle bir şey yok. Bu biraz belli çevrelerin, tam da Türkiye çok ciddi bir dış politika hamlesi içine girmiş ve büyük bir uluslararası, bölgesel ve küresel etkinlik kazanmış olduğu dönemde Türkiye'yle yakın çevre ülkeler arasında olumsuz bir hava yaratma çabası da seziyorum.”

Bana yeni-osmanlı demeyin diye küplere binen JeoCeo'nun latinceyi tercih ettiği anlaşılıyor. Kendilerine Pax-Ottomana'cı dediğimizde sorun olmayacakmış. Bu şaka gibi akıl yürütmeyi Sabah gazetesinden Nur Batur'a sunuyor Davutoğlu. Gülüyorlar mı? Onu bilemiyoruz. Ama gazetedeki, uçak içinde çekilmiş fotoğraflarında gülümsediklerini söyleyebilirim.

Pax yani Barış veya Davutoğlu çevirisiyle Düzen... Pax Romana, Pax Britannica, Pax Americana... Profesör Davutoğlu'nu, öğrenciliği sırasında kimin kandırdığını merak edebilirsiniz. Gerçekten sezarların, İngiliz kral ve kraliçelerinin, Amerikan başkanlarının önderlik ettiği düzenlerde buyurganlığın içerilmediğini ve ülkeler arası eşitliğin ima edildiğini kim anlatmış olabilir Ahmet beye?

Aslında sabırlı Sabah okuru bu konuda da bir ipucu yakalamış olmalıdır: “Ama NATO'da ya da AGİT'te kimse bize gelip bir önyargıyla bakmıyor. Hatta çoğunda Türkiye'yle birlikte olma konusunda heyecan da var.”

Evet. Durum budur. Emperyalistler AKP kurmaylarının sırtını sıvazlamaktadır. Zaten yeni-Osmanlıcılığın hava kaçırdığı yer de burasıdır. Bu nasıl bir emperyal düzendir, bu nasıl bir dünya gücüdür ki, kaynağını da aklını da daha büyük dünya güçlerinden devşirir!

Davutoğlu'nun kavram kargaşasını bir kenara bırakıyorum. Zaten hep söylüyorum profesör bakanımızın meşhur kitabı tuğla ebatında bir keçi boynuzudur. Birkaç sayfaya fazla fazla sığacak, sığ gerekçeli tezlerini yüzlerce sayfada yazmak ve okuru üç kuruşluk tat için günlerce tuğla yalamaya mahkum etmek, vicdansızlıktır.

Kenara bırakalım ve asıl konuya gelelim.

2008 sonu-2009 başında cumhuriyetin tasfiyesi yeni-Osmanlıcılık biçimini alenen aldığında ve bahsi geçen kitap da Türk dışişlerinin manifestosuna dönüştüğünde, yolun orta yerinde bir sorun duruyordu. İlk formülasyonuna Özgür Şen'in bir konferansında tanık olduğum bu sorun, Davutoğlu'nun bugün dile getirdiği kaygıda düğümlenmekteydi. Osmanlı referansının AKP iktidarının ülke içindeki yol haritasını güçlendireceğini söylemek mümkündü. Sonuç olarak saltanatı ve hilafeti lağveden Türkiye Cumhuriyeti'nin, osmanlıcılıkla ve islamcılıkla derin bir hesaplaşmadan kaçındığını, modernlik öncesi kaynakları kapitalist rejimin kullanımına sokmayı hep gözettiğini, bu anlamda yeterinde cumhuriyetçi olmadığını biliyoruz.

Ancak Osmanlı egemenliğine karşı şöyle ya da böyle mücadeleler vermiş bir dizi ülke halkının, kendi varoluşlarının öncesine dönmeye gönüllü ve meraklı olduklarını düşünmek temelsiz olurdu. Yeni-Osmanlıcılık içerde ihtiyaç giderirken, dışarda baltayı taşa vurabilirdi...

Ama sonra AKP konjonktürün veya Amerikan ittifakının kaymağını yemeye başladı. Önce 29 Ocak Davos şovu geldi. Bunu Obama'nın Ankara'ya bölgede noterlik yetkisi vermesi izledi. Ve dışardaki taş ufalanmaya başladı. Amerikan piyesinde jön rolüne çıkan profesörümüzün ve başbakanın ünü Ortadoğu'da, Balkanlar'da, Kafkaslar'da kol geziyordu.

Aralık 2009'da bu söyleme bir ayar yapılması gerektiği anlaşılıyor. Meselenin büsbütün hallolmadığını dışişleri bakanı bile görüyor.

Ancak bu noktada Davutoğlu'nun kastının, bölgenin kadim güçlerinden Mısır, bir dönemin bölgesel gücü Suriye veya egemen Balkan ülkeleri olduğunu düşünmekte çok acele edilmemelidir. Osmanlı'ya dönüşün alternatifinin Afganistan 2002 ve Irak 2003 olarak resmedildiğini bölge devletleri gayet iyi biliyorlar. Üstlerinde zaten yeterince ağır bir basınç bulunan bu ülkeler, Amerikan ölümü yerine Osmanlı sıtmasına rıza göstermek durumundalar.

Bana kalırsa ve yazının en başına dönersek, Ahmet Davutoğlu'nun tedirginliğinin asıl iki kaynağı olabilir. Birincisi, Amerikan korkusudur. Türkiye'nin taşeron olarak ihaleyi kapatma gayretkeşliğine “o kadar da değil” denip ayar çekilmesi, AKP'yi çok üzebilir. ABD'nin “dost ateşi” ünlüdür!

İkincisi ise, Osmanlıcılığın, hiç değilse belirli bir süre boyunca ve yüzeysel de olsa İsrail'in itibarıyla oynamak anlamına gelmesidir. İsrail'in, senaryonun parçası olarak da olsa, ikide bir azar işitmeyi içine sindirmesi mümkün olmayabilir. Türkiye'nin bölgesel gücünün temelleri çok titrek, hatta sanal olduğunun hatırlatılması, yine AKP'yi üzecektir.

Koca jeoceo'nun dilini dolaştıran bu tür olasılıklar olsa gerek.