Ensar davası ve tecavüz şebekesinin kurtarılmasının hikayesi

Tecavüzün odağındaki kurum nasıl aklandı; Ensar Vakfı davası diye bildiğimiz dava nasıl oldu da bir "adli vaka"ya dönüştü. Adeta "kırmızı pazartesi" romanını andıran, herkesin bildiği ama kimsenin engellemediği ve hatta katıldığı organize bir kötülük şebekesi nasıl gözlerden kaçırılıverdi?

Serdar Nazım Yüce

Haftalardır sürüyor… Ensar Vakfı’nın yurdunda, finanse ettiği tarikat evlerinde çocuklara cinsel saldırı olayı insanların gündeminden düşmedi. “En az 45 çocuk…” dendi, çocuklardan 10’una yapılan cinsel saldırı belgelendi. Gündem kızıştı, halkın tepkisi arttıkça arttı ve dün 54 yaşındaki tecavüzcü Muharrem Büyüktürk'e 508 yıl verdiler.

Sonra ne oldu? Yüreğimiz soğudu... Layığını buldu çünkü tecavüzcü öyle mi?

Bir tane tecavüzcüye yıkılamayacak bir kötülük şebekesinden bahsediyoruz. 

Bu davada yargılanması gereken Ensar’dı, onun uzantısı İmam hatip derneğiydi, “ben bilmiyorum hiçbir şey” dediği halde tecavüzcüyle fotoğrafları çıkan Karaman Valisi’ydi, Karaman gibi bir yerde onca yurttan, tarikat evinden “habersiz” İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ydü. Hepsini geçin, bu davanın yargılanması gerekeni AKP’ydi, “Gelin Ensar olalım” diyen Erdoğan’dı! Dolayısıyla bunlara ne oldu sorusudur asıl sorulması gereken, yanıtı açık değil mi! Önceden hazırlanmış bir şovu izledik birlikte. 

Duruşmanın sabahından başlayalım. Hatta önceki günü unutmadan, “Ben bilmiyorum” diyen Ensar dostu Karaman Valisi Murat Koca’nın kente getirdiği ve neredeyse nefes bile alınmamasını emreden yasaklar silsilesinden… Ertesi gün, yani dava günü Karaman’ın hayalet şehir olması için ellerinden geleni yaptılar. Kente giriş çıkışlar terörize edildi, otobüsler arandı...  Koskoca adliyeyi kuş uçmasın diye Ensar’a tahsis ettiler.

Görüntülü olarak duruşmaya katılması beklenen sanık, bir anda adliyede bitti. AKP kendisini bu “bela”dan kurtarmak için kelle vermekten başka seçeneği kalmadığını anladı, kelleyi seçti, gerisi şovdu.

Ensar Vakfı’nın müdahil olma talebi Mahkeme Heyeti tarafından ışık hızıyla kabul edildi.  Bunun karşısında bir çok dernek ve siyasi partinin müdahillik talebi reddedildi ve duruşmanın kapalı yapılmasına karar verildi, çok sayıda avukat adliyeden atıldı.

Yeter mi? Şov dedik o kadar, yetmez. Bir de bakıldı ki, “Mağdur çocukların vekilleri” içinde bir kişi. Bu kişi Ensar Vakfı Başkanı’nın ortağı bir avukat. Mağdur çocukları savunacak. Bu avukat duruşmanın ilerleyen saatlerinde “Bu salonda bulunan bazı Baro Başkanlarının derdi çocuklar değildir. Vicdani davranmayarak başka amaçlarla burada bulunanlar vardır” diyecekti.

Bu da yetmedi; Ensar’ın “zarar gören kurum” olarak müdahilliğini kabul eden Mahkeme Başkanı, “Sanığın savunmasını alıp bugün karar verebilirim. Benim kararım hazır” cümlelerini kuruverdi. Mahkeme kayıtlarına geçti mi bilinmez ama Mahkeme Başkanı duruşmanın ilerleyen saatlerinde çamura yatacak, onlarca avukat, baro başkanı karşısında öyle demediğini savunacaktı.

Muharrem Büyüktürk salona getirildi, iddianame okundu. İddianamenin olduğu gibi paylaşılması birçok açıdan sakıncalı. İddialar korkunç, skandal büyük. Büyüktürk'ün cinsel saldırılarının 2013 yılında Kaimder yurdunda başladığı belirtilen iddianamede sanığın Kaimder yurdunda odası olduğu ve çocuklara genellikle yurtta bulunan bu odada saldırdığı ileri sürülüyordu. Büyüktürk açıkça söyledi “Ben Ensar Vakfı ve Kaimder yurtlarında tek sorumluydum.”

POLİSLERİN TECAVÜZCÜYÜ KORUMA ÇABASI

Sanık, heyet tarafından sözlü sorguya alındığındaysa çok daha ilginç ayrıntılar ortaya çıktı. Büyüktürk onca hukukçu karşısında “4 Mart’ta gözaltına alındım. Polis bana iddiaları kabul et, duruşma bile yapılmadan kurtulursun dedi" diyordu. O kadar alışıldı ki, sosyal medyada merakla baktım, bu “işbirliği” hak ettiği ilgiyi görmedi. Polis, 45 çocuğa cinsel saldırıda bulunduğu belirtilen bir sapığa “böyle yap kurtulursun” diyordu.

Bununla da kalmayan Büyüktürk’ün açıklamaları ilginç bir hal alarak devam etti duruşma boyunca. Polis açıklamasından hemen sonra, kimseye tecavüz etmediğini söyledi, “Çocuklar kendi aralarında yaptıklarını benim üzerime atıyorlar” diye de çocuklara suçu yıktı.

“Ben sadece öğrencilerimin ve velilerin olduğu ortamda yargılanmak istiyorum” diyen Muharrem Büyüktürk, her iddiaya bir kılıf buldu duruşma boyunca. “Çocuklara porno izlettirmişsin” sorusuna “Çocuklar fen dersinde hayvanlarda üremeyi sordular, bende google ve youtube video açtım” yanıtını verdi.

Tanıklar geldi. Bir koro gibi ezbere, tek ağız anlatıldı tanık olunanlar. Tanık dediysek hiçbiri cinsel saldırıyı görmemiş. Neye tanık bu kişiler? Tecavüzcünün ne kadar muhterem bir insan olduğuna:

-Ben sanığın başka bir yurtta çalışıp çalışmadığını bilmiyordum. Saygıdeğer bir kişiliktir.

-Sanık genel olarak sevilen bir öğretmendir. Kendisinin Ensar'da kaldığını biliyordum.

Bu tanıklar, mahkemenin pür dikkat dinlediği bu kişiler, Ensar’ın aklanması oyununun piyonları.

Nitekim savcı mütalaasını verdi. Savcı vermedi aslında, katip okudu. O kadar uzundu ki, üşendi herhalde. 1 saat kadar sürdü mütalaa. Neyin mütalaası 1 saat sürer? Ancak bir oyunun, gidiş yolu belirlenmiş bir yargılamanın.

Derken itirazlar başladı. Onca baronun temsilcileri isyan ediyor. Kimi “duyamadık bile” derken kimi “dosyanın içeriğini bilmiyoruz” diyor. Hukukçular mücadele ediyor, ettikçe de kulak tıkıyor Mahkeme Heyeti. Çünkü usulsüzlük var. Çünkü kulak verse, testi kırılacak, plan bozulacak. Ondandır ki Mahkeme Başkanı, “dosyayı incelemek için” zaman isteyen hukukçulara “İyi niyetli beyanımızı aleyhimize kullanıyorsunuz. Katılma taleplerinizi iyi niyet gösterip kabul ettik. Valla helal olsun” diyebiliyor.

KARAR ZATEN HAZIR

Bir tartışma da “hazır olan” karar yüzünden çıkıyor. Diyarbakır Baro Başkanı, “hepimiz duyduk, karar hazır dediniz” diyor ama Mahkeme Başkanı “karar değil, dosya hazır dedim” diye sıyrılmaya çalışıyor. “Sanığın savunmasını alıp bugün karar verebilirim. Benim kararım hazır” cümlelerini duyan onlarca avukatla dalga geçiyor.

Katılımcı tüm barolar ve diğer kurumlar, “Tevsi tahkikat”, yani kabaca soruşturmanın genişletilmesini istiyor. Nitekim davanın kilit kısmı da burası. Tabii ki böyle bir şey olmuyor. Mahkeme Heyeti iyi göğüslüyor doğrusu. “Hukukçuyum” diyenin gireceği bir top değil çünkü, o kadar kurumun adının karıştığı, ucu AKP’ye dokunduğu aleni olan bir skandalın davasını genişletmek!

Katılımcılar bastırıyor. Ensar avukatları, görüyorlar ki Mahkeme Başkanı sıkışıyor hemen destek atıyorlar: “Mütalaaya katılıyoruz. Sanığın cezalandırılmasını talep ediyoruz”. Utanmasalar, “Asın Muharrem’i” diyecekler, “Yeter ki Ensar kurtulsun”.

“Bir şeyler duydum” diyor sanık: “İstismarı duyunca müdahale ettim, konuştum, telkin ettim. Allah ve Resul şahittir ben istismar rezilliğine parmak kaldırmadım. Ben çocuklara 7 güzel adamın bütün kitaplarını okuttum. Çok güzide etkinlikler yaptık. Ben bu çocukları 1,5-2 yıldır görmüyorum. Köye gittiğim bir ara çocuklar 5 ay baş başa kaldı. Duyduklarımdan sonra aileleri uyardım. Dernek başkanına ayrılmak istediğimi söyledim ama beni kalmam yönünde zorladı.”

“Ben yapmadım” diyor Büyüktürk. Ki bununla da kalmıyor, “duydum”, “söyledim”, “biliyorlar”, “sustular”, “sustum” diyor. Bu bile soruşturmanın genişletilmesi için yeterli gerekçe değil mi? Ama AKP tarihinde var mı utanmak? Bunlar bir de “zarar gören kurum” ayağına davaya müdahil oluyorlar.

Sanık, "Ben kurban oldum, suçsuzum" diyor; adeta "Bana bilmem kaç yüzyıl ceza verecekler, Ensar paçayı kurtaracak” der gibi.

Mahkeme defalarca ara veriyor, nitekim bu kadar hengameden sonra, “geliyorum” diyen karar varıyor yerine. 508 yıl veriliyor, 3 ayı da cabası!

Ensar Vakfı soruşturmasından kurtulunca, AKP’li milletvekilleri Aile Bakanı’nı kutlamak için Meclis’te kuyruk oluşturmuştu. Şimdi davul zurna çaldırabilirler.