Berlin, NSU skandalını örtbas telaşında

Neo-Nazi örgütlenmeleri, Almanya’da bazı hasta ruhluların işi gibi gösterilse de, NSU davası, özellikle göçmen düşmanlığıyla örgütlenen bu yapılanmaların, devletle organik ilişkileri olduğunu ortaya çıkardı.

Özlem Başarır

Federal Almanya’da 2000- 2007 yılları arasında 8 Türk, 1 Yunan ve bir de kadın polis memurunu öldürdükleri ileri sürülen “Nasyonal Sosyalist Yeraltı” (NSU) adlı neo-. Nazi örgütün hayatta kalan tek üyesi Beate Zschäpe’nin 4 sanıkla bir- likte yargılanmasına başlanmasının ardından bir yıl geçti. Ancak aradan geçen sürede Almanya’nın yakın tarihinin en önemli yargılamalarından biri olarak nitelendirilen davada, hâlâ örgütün karanlık bağlantıları aydınlatılamadı.

Cinayetlerin arka planının çözülmesi için her türlü tedbiri alacaklarını söyleyen Almanya Başbakanı Angela Merkel’in bu süreçte kurbanların yakınlarını ağırlamasına ve davayla yakından ilgili gibi görünmesine rağmen, geçen bir yılda NSU’nun arka planındaki kontrgerilla şebekesini çözme konusunda hiçbir ilerleme kaydedilemedi.

Münih Eyalet Yüksek Mahkeme-si’nde devam eden dava süresince bu cinayetler silsilesini açıklığa kavuşturmak değil, adeta karanlıkta bırakmak için çaba harcandı. Bugüne kadar 100’den fazla duruşmanın yapıldığı ve 250’ye yakın tanığın dinlendiği davaya, tanıkların şüpheli ölümleri, intiharları ve skandallar damga vurdu.

Sadece kötü ruhlu 
neo-naziler mi?
Dava, daha önce yansıtılanın aksine, Almanya’nın kendi kontrgerillasıyla hesaplaşma sürecine girmediğini aksine çete bağlantılarını karartarak yaşananları “kötü ruhlu neoNazilerin göçmenleri öldürmesi” vakası olarak yansıtmaya çalıştığını gösteriyor.

Davada birinci yılın dolması nedeniyle yazılı açıklama yapan Almanya Adalet Bakanı Heiko Maas’ın kullandığı ifadeler de bu yönde. Maas, cinayetlerin arka planında yalnızca “yabancı düşmanlığı” olduğunu ima ederek, polisin aşırı sağcıları ve yabancı düşmanlarını asla görmezden gelmemesi gerektiğini söyledi.

Almanya’da çok sayıda yabancı düşmanlığı içerikli olayların meydana geldiğini ifade eden Maas, bu tür saldırılarda savcıların yetkilerini artırdıklarını, böyle bir olayın olması durumunda derhal soruşturma açılacağını ve gerekli tahkikatın yapılacağını bildirdi.

Üç üyeli örgüt
Öte yandan Sol Parti Federal Meclis Milletvekili Sevim Dağdelen yaptığı yazılı açıklamada, güvenlik birimlerinin terör örgütü üyelerini kayırdığını bu nedenle de cinayetlerin işlendiğini savundu. Merkel’in davanın çözülmesi için verdiği sözleri de hatırlatan Dağdelen, hiçbir ilerleme sağlanamadığını anımsattı.

Federal Başsavcılık tarafından hazırlanan iddianamede, NSU terör hücresinin neo-Nazi zanlılar Uwe Böhnhardt, Uwe Mundlos ve Beate Zschäpe tarafından kurulduğu belirtiliyor.

Örgütün, halen hayattaki tek üyesi olan Zschäpe, cinayetlerden suç ortağı olarak sorumlu tutulurken, 2011 yılında hücre evini kundaklayarak binada bulunanların can güvenliğine kastetmekle suçlanıyor. Davada ayrıca örgüte yardım ve yataklık yaptıkları öne sürülen eski Milliyetçi Demokrat Parti (NPD) yöneticisi Ralf Wohlleben ile Andre Emmerich, Holger Gerlach ve Carsten Schultze de yargılanıyor.

NSU üyeleri, iddianamede, 1999-2011 yılları arasında “Döner Cinayetleri” olarak da bilinen cinayet serisinden, 2 bombalı saldırıdan ve çok sayıda soygundan sorumlu tutuluyor.

Şüpheli ölümler damga vurdu
NSU üyeleri Uwe Böhnhard ve Uwe Mundlos, bir banka soygunu sonrasında polis takibine takılmalarının ardından, soygunu gerçekleştirmek için kiraladıkları karavanda ölü bulunmuştu. Yetkililer, zanlıların intihar ettikleri açıklasa da ikilinin ölümüne ilişkin şüphe bulutları hâlâ dağılmadı. Bönhard ve Mundlos’un öldüğü gün, Zwickau kentinde, NSU’nun üçüncü üyesi Beate Zschäpe tarafından havaya uçurulan hücre evinde bulunan belgeler ve silahlar, terör hücresinin ve eylemlerinin gün yüzüne çıkarılmasını sağlamıştı.

Cinayetlerin “katili” olarak sunulan bu iki kişi dışında davada tanık pozisyonundaki en az 7 kişinin şüpheli bir şekilde ölmesi ya da intihar etmesi, tanıkların “imha edildiği” yönündeki iddiaları da güçlendiriyor. Son olarak davada tanık olarak dinlenmesi beklenen muhbir Thomas R., Nisan ayında evinde ölü bulunmuş, tanığın “şeker hastalığından” öldüğü belirtilmişti.

Eylül 2013’te de NSU tanığı Florian Heilig, Stuttgart yakınlarında otomobilinde kendisini bombalayıp yakarak korkunç bir biçimde “intihar etmişti”. 2001 Ağustos’unda Thüringen’de aşırı sağın telefonlarının dinlenmesi işini yürüten Komiser Friese’nin çalıştığı dairenin tuvaletinde kendisini vurması ve sağ terör gruplarına karşı müdahale grubunun başındaki Achim Koch’un da kendi evinin bodrumunda asılmış halde bulunması da NSU davasına ilişkin şüpheli ölümler arasında değerlendiriliyor.

Deliller imha edildi
NSU zanlıları Uwe Böhnhard ve Uwe Mundlos’un 1998 yılında yaptıkları bir soygunla ilgili dosyaların imha edilmesi de bir yıllık dava süresince gündeme gelen bir diğer ciddi iddia olmuştu. Alman Thüringer Allgemeine gazetesinin geçen Aralık ayındaki haberinde, Köln kentinde 2004 yılında gerçekleştirilen bombalı saldırıda yaralananların avukatı Eberhardt Reinecke’nin, Saksonya Eyaleti’nin Adalet Bakanlığı’na bu olayla ilgili dosyaların imha edildiği yönünde suç duyurusunda bulunduğu ifade edilmişti. Bakanlık, bu suç duyurusunu Görlitz Savcılığı’na iletmişti. Reinecke, bu soygunla ilgili olarak Chemnitz Savcılığı’nı “belgeleri gizlemek” ve “mahkemeyi yanıltarak hüküm verilmesini engellemekle” suçluyordu. Reinecke, Chemnitz polisinin soygunla ilgili soruşturmada neyi ortaya çıkardığını bilinmediğini belirterek, arşivleme süresinin geçmesi sebebiyle soruşturma dosyalarının imha edildiğini ve Chemnitz Savcılığı’nda herhangi bir bilginin bulunmadığını söylemişti.

Polis ve asker yardım etti
NSU yeraltı çetesine ilişkin bir diğer ciddi iddia ise örgüt üyelerinin, polis ve askerlerden yardım aldıkları yönünde. Federal Meclis NSU cinayetleri araştırma komisyonu, Berlin polisine çalışan bir muhbirin, 1990’lı yılların sonuna kadar NSU terör zanlılarına bomba yapımında kullanılan kimyasallar ve TNT taşıdığını açığa çıkarmıştı. Muhbirin, 2001-2005 yılları arasında Berlin Polis Teşkilatı’na NSU üçlüsünün gizlendiği yerle ilgili bilgiler verdiği ancak Berlin polisinin bunu gerekli birimlere aktarmadığı da belirtilmişti. Alman Bild gazetesi ise NSU üyeleri Böhnardt, Mundlos ve Zschäpe’nin 1991’de Alman ordusunun silah deposundan 40 kilo TNT patlayıcı “çaldığını” yazmıştı. Habere göre polis, 1998 yılında Beate Zschäpe’nin evinin garajında, ordunun Thüringen eyaletindeki silah deposundan çalındığı tespit edilen 1,4 kilo TNT patlayıcısı bulmuştu. Bu tarihten sonra beş yıl boyunca kaçak bombacıları arayan polis, zaman aşımından dolayı soruşturmayı durdurmuştu. Savcılık, 2004 yılında Köln şehrinde gerçekleştirilen ve 22 kişinin yaralandığı saldırının da bu patlayıcılarla gerçekleştirilmiş olabileceğini belirtmişti. Yetkililer her ne kadar patlayıcıların askeriyenin silah deposundan “çalındığını” savunsa da bu olay, Alman ordusunun da NSU yeraltı örgütüyle ilişkili olabileceği yönünde ciddi şüphelere neden olmuştu.

Yetkililer katilleri korumuş
Bir yıldır devam eden davaya damgasını vuran bir skandal da NSU zanlılarının polisin koruması altında olduğu iddiasıydı. 1998’de bomba yapmaya çalıştıkları gerekçesiyle haklarında yakalama kararı çıkarılan NSU üyeleri, bu tarihten itibaren “kaçak” olarak yaşamaya başlamışlardı. Ancak Uwe Böhnhardt’ın 2002 yılında Jena kentinde görüldüğü ancak ihbara rağmen bir Emniyet yetkilisinin talimatıyla olayın örtbas edildiği ortaya çıkmıştı.

Aralık ayında basına yansıyan haberde Böhnhardt’ın okul arkadaşı olan görgü tanığı Mark Seehhrich’in, 2002 yılında Böhnhardt’ı Jena’da görerek polise başvurduğu belirtilmişti.

Ancak televizyondaki “Report Mainz” adlı haber programına konuşan bir Emniyet çalışanı, Thüringen Eyalet Asayiş Dairesi (LKA) Müdür Yardımcısı olan Werner Jakstat’ın kendisini bizzat telefonla arayarak, konuyla ilgili takibat yapılmamasını istediğini açıklamıştı.

Polis yetkilisi Werner Jakstat hakkındaki bu iddiayı kesin bir dille yalanlasa da iddia, akıllara bir kez daha NSU yeraltı örgütünün “derin” bağlantılarını getirmişti.