Kılıçdaroğlu’nun çizgisi ne olacak?

CHP’nin genel başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu, şimdiye dek daha ziyade yolsuzluk karşıtı açıklamalarıyla gündeme geldi. Peki Kılıçdaroğlu Türkiye’nin asıl yaşamsal konularında ne düşünüyor?

CHP İstanbul Milletvekili ve Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin kurultayında genel başkanlığa aday olacağını açıkladı. Kılıçdaroğlu, özellikle AKP’nin birtakım yolsuzluklarına karşı verdiği mücadeleyle tanındı, gündemde yer buldu. Ancak genel başkanlığa aday olmasıyla birlikte Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin temel sorunları konusundaki görüşleri daha çok önem kazandı.

Kemal Kılıçdaroğlu, şimdiye dek CHP içindeki genel işbölümü çerçevesinde birçok konuda kapsamlı konuşmalar ve açıklamalarda bulunmadı. Ancak Kılıçdaroğlu’nun aldığı tavırlar ve konuşmalarının ayrıntıları, yoksullukla mücadeleden yasalara uyulmasını anladığını, özelleştirmelerin yasalara uygun olarak yapılmasını ve Almanya ve İngiltere gibi ülkelerin model alınmasını savunduğunu ortaya koyuyor.

Baş Hesap Uzmanı’ndan özelleştirme değerlendirmesi

Kemal Kılıçdaroğlu, AKP hükümetinin özelleştirme kararlarının bir kısmında, yapılan özelleştirmelerin şeffaf olmadığı, bu sayede ucuza birtakım kişilere verildiği üzerinden eleştiriler yöneltti.

Kılıçdaroğlu’nun özelleştirmeler konusundaki en temel argümanı, AKP’nin özelleştirmeleri yaparken işin sosyal boyutunu ihmal ettiği yönünde. Daha 2005 yılında TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda konuşan Kılıçdaroğlu, Türkiye dışında özelleştirmenin sosyal boyutunu göz ardı eden başka bir ülke olmadığını savunmuş, özelleştirilen kuruluşlarda çalışanların birer makine gibi görüldüğünü dile getirmişti.

Kılıçdaroğlu’nun sözleri, bir özelleştirme eleştiri olarak algılanabilecek olsa da, Kılıçdaroğlu’nun söylemine biraz daha yakından bakıldığına eski Baş Hesap Uzmanı’nın aslında özelleştirmelere karşı olmaktan çok uzak olduğu ortaya çıkıyor. Kılıçdaroğlu’nun konuşmalarında ilginç bir şekilde özelleştirmelerin sadece Türkiye’de başarısız olduğu yönündeki iddiası dikkat çekiyor. Özellikle neo-liberalizmin 1980’li yıllardaki yükselişinin ardından dünyada uygulandığı tüm ülkelerde emekçilerin haklarının gasp edilmesi ve yoksulluk ve sefaletin artmasıyla sonuçlanan özelleştirme politikasının nerelerde “doğru” uygulandığı sorusu akla geliyor.

Kılıçdaroğlu, 28 Ocak 2010’da TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada AKP’ye şöyle sesleniyordu: “Acaba özelleştirme yapan diğer ülkelerde, örneğin Japonya'da, örneğin Almanya'da, Fransa'da, İngiltere'de acaba gerçekten işçiler kapının önüne kondular mı? Orada özelleştirmenin sosyal boyutu üzerinde ayrıca duruldu mu? İşçiler işsiz kalmasın diye onlara özel olanaklar sağlandı mı? Hakları gasp edildi mi? Hayır, bunların hiçbirisi yok ama bunlar sizin iktidarınız döneminde yaşanıyor.”

Söz konusu ülkelerin tümünde son 30 yılda ekonomik göstergelerin emekçiler adına işlerin kötüye gittiğini gösterdiği gerçeği bir yana, anlaşılan Kılıçdaroğlu özelleştirmelere değil, bunları AKP’nin yapmasına karşı çıkıyor.

Kılıçdaroğlu emekçileri nasıl kurtaracak?

Kılıçdaroğlu’nun konuşmalarında “yoksulun, emekçinin hakkı” söylemi sıklıkla kendine yer buluyor. AKP’nin yolsuzluklarına karşı çıkarken sık sık “halkçılık” vurgusu yapan Kılıçdaroğlu, genel olarak bu duruşunu AKP’nin politikalarına karşı aldığı pozisyonla, genel söylemlerle ortaya koyuyor.

Ancak Kılıçdaroğlu, ülkenin kalkınması ve emekçilerin durumunun düzeltilmesine dönük olarak kapsamlı bir projeyi dile getirmiş değil. Ancak bazı sözleri, kafasında nasıl bir model olduğu sorusuna yanıt olabilecek nitelikte...

Bir tuhaf “darbe karşıtlığı”
Kılıçdaroğlu, Aksiyon dergisine verdiği bir röportajda Türkiye’nin geri kalmışlığının sebepleri üzerine düşüncesini şöyle açıklıyordu: “Darbe, Türkiye’yi hep geriye götürmüştür. 1970’li yıllarda Türkiye İspanya, Yunanistan, Portekiz ve İtalya’yla yakın görünüyor. Şimdi Meksika, Şili ve Brezilya ile kıyaslanıyor, diğerleri bizi katlayıp geçti. Biz darbelerle ve gereksiz pek çok tartışmayla kaybettik. Türkiye artık bir ortak payda yaratmak zorunda. Samimi, düzgün, saydam bir yönetim yaratmalıyız. Sağcı, solcu, ortacı olur. Ama ortak paydadan ödün vermeyiz. Hırsız hırsızdır, sağcısı solcusu olmaz. Vatandaşa güven vermemiz lazım. Yanlışımız varsa çıkıp söylemeliyiz.”

Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin geri kalmışlığını ne piyasacılıkta, ne kapitalizmde görüyor. Kılıçdaroğlu’na göre Türkiye, “darbeler ve gereksiz tartışmalar” yüzünden geri kalmış! Ancak, ilginç bir şekilde, Türkiye’nin andığı ülkelerin hepsi ya darbe görmüş, ya da çok ciddi “derin devlet” ve kontrgerilla örgütlenmeleri altında kirli savaşlara tanık olmuş ülkeler. Kılıçdaroğlu’nun AKP’yi eleştirirken sürekli batılı kapitalist ülkeleri örnek alması, kafasındaki modeli ortaya koyarken, bu savunusunda kullandığı argümanlar, batılı toplumlardaki sosyolojik gerçekleri pek de iyi bilmediğini gösteriyor.

Kılıçdaroğlu’nun Aksiyon’a yanıtı, aslında genel söyleminin tipik bir örneğini oluşturuyor. Kalkınma modeli olarak gerçek bir alternatife sahip olmayan Kılıçdaroğlu, söylemini “samimiyet, düzgünlük, saydamlık” gibi afaki sözcüklerle “halkçı” gösterme çabasına girişiyor.

Kılıçdaroğlu siyaseti sola değil, sağa açacak
Kılıçdaroğlu’nun Aksiyon’a röportaj verirken “sağcı, solcu, ortacı olur” benzeri söylemlerle sağa kapı aralaması da dikkat çekiyor. Ancak bu Kılıçdaroğlu’nun sadece cemaatin Aksiyon dergisine röportaj verdiği için kullandığı anlık bir yaklaşım değil.

Kılıçdaroğlu, 30 Ocak 2010’da ODTÜ Mezunlar Derneği Sivil Toplum Komitesi’nin “Muhalefet Ne Kadar Etkin?” konulu panelinde yaptığı konuşmada Türkiye’de bir “sol sorunu” olduğunu öne sürmüş, “Türkiye'de CHP dışındaki sol öldü. Sol yok, sağımız güçlü bu yüzden sağa doğru gidiyoruz. Çünkü oy alacağız, kimden alacağız” demişti.

Dış politikada yayılmacı
Kılıçdaroğlu, çok az örnekte Türkiye’nin dış politikasına dair sözler söyledi. Genel olarak AKP’nin IMF’yle ilişkisine karşı çıkan Kılıçdaroğlu, IMF’yle ilişkilerin kendisine ise doğrudan karşı çıkmıyor.

Kılıçdaroğlu, ender dış politika değinmelerinden birisini 3 Eylül 2007’de, 2007 seçimlerinin ardından kurulan yeni AKP hükümetinin ilan ettiği hükümet programını eleştirdiği konuşmasında yapmıştı. Kılıçdaroğlu, bu konuşmasında aynen şöyle dedi: “Efendim, 'cumhuriyet tarihimizin en parlak dönemlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir' diyor bizim Hükûmetimiz, 2003-2007. Bana söyler misiniz değerli arkadaşlar, Irak'a girmeyeceğiz diye bir anlaşmanın altına imza atan, 1 milyar dolarlık bağış karşılığında imza atan bir hükûmet nasıl olur da cumhuriyet tarihimizin en parlak hükûmeti olabilir?”

Kılıçdaroğlu, Onur Öymen'in daha sonra kriz yaratan "O dönemde hükümet 'analar ağlamasın' demedi isyanı bastırdı" sözlerini söylediği konuşmayı Meclis'te coşkuyla alkışlamış, fakat ilerleyen günlerde önce konuşmayı eleştiren bir açıklama yapmış, ardından ise Baykal'ın kendisine tepki göstermesi üzerine çark edip Öymen'i savunmuştu.

(soL - Haber Merkezi)