CERN’de yeni yıl başladı…

Geçtiğimiz Cuma günü yeniden çalışmaya başlayan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nın bu yıl 2011’e göre %15 daha yüksek enerjide çalışması hedefleniyor. Geçen hafta ise 2011’de çalışmasını sonlandıran bir önceki çarpıştırıcıdan, ABD’de yer alan Tevatron’dan elde edilen verilerle ilgili yeni sonuçlar duyuruldu.

Geçtiğimiz yıl protonları 3.5TeV[1] enerjiye kadar hızlandırarak çarpıştıran Büyük Hadron Çarpıştırıcısı bu yıl enerji seviyesini yaklaşık %15 artırarak 4TeV enerjiye kadar çıkacak ve en az üç kat daha fazla veri toplayacak. Yeni deney yılında uzun zamandır araştırılan Higgs parçacığıyla ilgili artık kesin bir sonuca ulaşılması bekleniyor. Bu yargıyı kuvvetlendiren başka bir yeni sonuç ise Atlantik’in öbür yakasından, ABD Fermilab’da yer alan Tevatron isimli çarpıştırıcıdan geldi. Geçtiğimiz yıl çalışması sonlandırılan Tevatron’da proton ve antiproton demetleri yaklaşık 1TeV enerjilerle çarpıştırılıyordu.

Yüksek enerjilere ulaşılan çarpıştırıcılar yıllara yayılan karar, geliştirme, uygulama süreçleri sonrasında yapılıyor. Ardından elde edilen verilerin analizi de yıllara yayılıyor. En önemliler hızlıca ilk yayınlara dönüştürülürken beraberinde çok ilgi çekmese de fizik açısından önemli olan analizler yapılmaya devam ediyor. Bazen en önemliler olarak görülenlerden daha önemli olanlar geç fark ediliyor ve gecikerek açıklanabiliyor. Tevatron asıl olarak 1995 yılında tepe (t, top) kuarkın[2] bulunmasıyla ünlü. Tevatron’da yer alan deneyler (CDF ve DØ olarak adlandırılıyor) yüzlerce bilimsel yayın yaptı, hep Higgs’i arayıp durdu fakat LHC’den gelen sonuçlar Aralık’ta duyurulup, Higgs kütlesinin yer alması muhtemel bölge daraltıldıktan sonra kendisinin de aynı bölgede bir fazlalık gözlemlediği yeni duyuruldu, çalışmaya başladıktan tam 12 yıl sonra[3].

Parçacık fiziği alanında “ABD ve Avrupa arasındaki rekabet” olarak adlandırılan süreç Büyük Hadron Çarpıştırıcısı CERN’de çalışmaya başladıktan sonra şimdilerde Avrupa lehine sonuçlanmış görünüyor. Rekabet özellikle 1970’li yıllardan beri çok ilginç hikâyeleri olan, Nobellere uzanan renkli tartışmalar barındırıyor[4]. Fakat CERN’de gözlemci statüsünde bulunan ABD’nin hâlihazırdaki deneylerin birçoğunda etkin ve oldukça güçlü olarak bulunması “bunun neresi rekabet” gibi sorunların sorulmasını gerektiriyor. “Ulusal onur” diye cevaplanan rekabet gerekçesi tatmin etmiyorsa biraz daha gerilere giderek daha yakından bakalım, hatta isterseniz baştan başlayalım…

***

CERN 1954 yılında “uluslararası” bir araştırma merkezi olarak kuruluyor. Fikir olarak ortaya çıkması ve kurulması arasında 7 yıl var. İkinci Savaş sonrası Avrupa… Faşizm yenilmiş fakat Berlin’de pata durumu. Faşizmi yenenlerle, faşizmi içerip artık gerek duymayanlar karşı karşıya. Yeni ve silahlı olmayan hamleler gerekiyor pata durumunu aşmak için. Konumuz, üzerine yığınla araştırma yapılmış İkinci Savaş sonrası siyasi, ekonomik ve kültürel tarihleri değil ama onun küçük bir bölümü, öncelikli olmasa da önemli olan bir kısmı.

İkinci Savaş sonrası Avrupa’yı bir CERN tarihçisi şöyle betimliyor: “Savaş sırasında ABD'de gerçekleşen muazzam bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve 1945 sonrasında araştırmaya verilen destekler, Avrupa'daki durumla keskin bir tezat oluşturuyordu. Avrupa’da laboratuarlar yıkılmış, ayakta kalanlar ise ya yağmalanmış yada kötü donanımlıydı ve (Almanya söz konusu olduğunda) sıkı kontrol altındaydılar. ... Ulusal hükümetlerin ise bilimsel (ve teknolojik) yeniden yapılanmadan çok daha acil gündemleri vardı. ABD ise 1945 yılında sadece en kudretli ekonomik ve askeri güç değil, aynı zamanda en güçlü bilimsel (ve teknolojik) merkezdi.”[5]

Bilim politikaları nükleer bomba sonrasında ilk defa uluslararası politikanın değişmez bir kalemi haline geliyor. Öncesinde uluslararası politikada ulusal güvenlikle ilgili ihtiyaçlar çerçevesinde değerlendirilen bilim politikaları, İkinci Savaş sonrasında uluslararası politikanın uygulanma araçlarından biri olarak değerlendirilmeye başlıyor, tabii başlangıçta yenilikten kaynaklı bir gecikmeyle[6].

CERN kuruluş tarihi Marshall planıyla Avrupa politikasını netleştiren ABD’nin, aynı politikayı bilim alanına taşıması sonrasına denk geliyor. İkinci Savaş sonrası ilk inisiyatif Fransız bilim insanlarından geliyor. O dönemki adıyla nükleer araştırmalar yapmak üzere bir hızlandırıcı ve bir reaktör yapmayı öneriyorlar. Avrupa çapında ama Almanya (artık Batı) ve İtalya’nın yer almaması koşuluyla. ABD politikasının önceliği ise diğer kurumlarda olduğu gibi (OECD’yi önceleyen OEEC 1948’de, NATO’nun 1949’da, Avrupa Çelik ve Kömür Birliği 1950’de kuruldu) Batı Almanya’yı bir an evvel Avrupa’yla bütünleştirmek. Parayı veren düdüğü çalacak ama ortada önemli sorunlar var.

İkinci Savaş sonrası Fransa’da, savaş sırasındaki işgale karşı direnişin mimarı komünist parti halen çok güçlü. Aydınlar arasında ise daha da güçlü. O kadar ki Atom Enerjisi Komisyonu’nun başında Frédéric Joliot-Curie bulunuyor ve direnişin geniş örgütü Yurtsever Cephe’nin başındaki isimlerden[7]. Laboratuarını savaş zamanında cephane üretimi için kullanmış olan Curie, ABD için güvenilebilir bir ortak tabii ki değil. İkincisi, nükleer bomba Avrupa bilim insanlarının birikimiyle ABD’de yapılmıştı ve en önemli öncelik bu süreçte elde edilen bilgilerin SSCB’nin eline geçmesinin engellenmesiydi. ABD’ye gitmemiş fakat nükleer araştırmalarda uzman özellikle Curie, Kowarski ve Halban gibi fizikçilerin Fransa’daki muhtemel yapabilirlikleri ABD’yi hızlandırıcı barındıran bir araştırma merkezinin reaktörle beraber inşa edilmesi konusunda endişelendiriyordu.

1947’deki Fransız bilim insanlarının Avrupalı bir araştırma merkezi kurma önerisi, 1948’de Fransa’da deneme amaçlı ilk reaktörün kurulması, 1949’da SSCB’nin nükleer bomba duyurusu ve ardından 1950’de Fransa hükümeti tarafından Curie’nin görevden alınmasıyla –yani ABD eleştirilerinin kaynaklarının kurumasıyla– beraber mümkün hale gelmeye başlıyor. Ve 1950’de ABD’li fizikçi Isador Rabi Avrupa’da barışçıl amaçlarla, açık araştırmalar sürdüren, Batı Avrupa ülkelerinin dâhil olacağı, ABD destekli, hızlandırıcı odaklı bir uluslararası araştırma merkezinin kurulması önerisini dile getiriyor. 1952’de imzalar atıldıktan sonra, 1954’te Batı ve Kuzey Avrupa dışında Yunanistan ve Yugoslavya’yı kapsayacak şekilde CERN kuruluyor.

***

Peki, ABD’nin bunca uğraş ve inisiyatifle Avrupa’da bir araştırma merkezi kurulmasına öncülük etmesi, ince politikalarla Avrupa’yı bilim dünyasında birbirine bağlayan bir merkez inşa edilmesine ön ayak olmasının sebebi neydi?

Öncelikle İkinci Savaş sonrası ABD dış politikasının önemli bir aracı haline gelen bilim politikalarının CERN’nin kuruluşuyla sınırlı kalmadığını söylemek gerekiyor. ABD yalnız devlet eliyle ve kuruluşuna öncülük ettiği uluslararası kuruluşlar aracılığıyla değil aynı zamanda Rockefeller ve Ford vakfı gibi “sivil” kuruluşlar aracılığıyla da gerek burs, bağış, hibe gerek ulusal araştırma merkezlerinin oluşumuna katılımıyla politikalarını sürdürüyor.

CERN söz konusu olduğunda ise “uluslararası” nitelik, bilimin evrensel olduğu düşünülen niteliği ile otomatik olarak örtüşüyor[8]. Bu da ABD’nin “Amerikan değerlerini” tüm dünyaya yaymak olarak belirlenen “kültür politikası” hedefiyle diğer örneklerden daha iyi örtüşüyor. Amerikan değerleri, yani kapitalizmin değerleri, yani “evrensel değerler”. Anti-komünizmin İkinci Savaş öncesinde kökleri bulunan bu tarifi ABD’nin sadece Avrupa’yla sınırlı kalmayan bilim-kültür dünyasında en etkili ideoloji bileşenini oluşturuyor. Şemsiyesi de denebilir…

Fransa ve İtalya’daki komünist partiler CERN’e daha kuruluş aşamasında karşı çıkıyorlar. Özellikle Yugoslavya’nın CERN’e dâhil edilmesi için ABD’nin gösterdiği gayret, uluslararası bilim kuruluşlarının sosyalist bloğun aşındırılmasıyla ilgili önemli bir araç olduğunu da gösteriyor. CERN’in soğuk savaş başlangıcında bilim alanında önemli bir işlev yüklendiği bugün açıkça görünüyor. Avrupalı bilim insanları da diğer aydın öbekleri gibi, ABD’nin politikalarıyla uyumlu bir şekilde salgıladığı ideolojinin taşıyıcıları oluyor. Tabii edilgen taşıyıcılık yanında etken işbirlikçilik ve istihbaratçılık da var.

CERN ve benzeri ABD desteğiyle kurulan bilim alt yapısından ABD şirketlerinin nasıl yararlandığına dair bir araştırmaya şimdilik rastlamadım. Piyasa ilişkileri içinde olağan karşılanan bu durumun araştırması yapılmamış bile olabilir. Ayrıca CERN tasarımındaki ideolojik işlev düşünüldüğünde işin maliyesi tamamen önemsiz hale de gelmiş olabilir.

CERN’in kurulduğu soğuk savaşın ilk döneminde bilim politikaları sahnesini nükleer bombaların insanlığa diz çöktürmek için 1945’te Japonların üzerine atılması açıyor. Ve bu kısa dönem 1957’de Sputnik’in insanlığı yeni bir evrene ulaştırmak üzere uzaya gönderilmesiyle kapanıyor. SSCB’nin savaştan on iki yıl sonra gösterdiği bu başarı ABD’de alarm zillerini çaldırıyor ve hem iç hem de dış politikada bilim gündemi ve araçları kapsamlı bir şekilde yenileniyor.

***

CERN’in parçacık fiziği alanında da, bilim politikaları alanında da tuttuğu yer uluslararası politika değişimlerine göre yeniden şekilleniyor. 70’lerde ve sonrasında parçacık fiziğinde ön plana çıkan “Avrupa ABD rekabeti” danışıklı bir karşılaşmaya daha fazla benziyor. Soğuk savaş boyunca batı fizikçileri açısından değişmeyen ise ABD ve Avrupa’nın SSCB paranoyasını değerlendirerek kendilerine daha fazla alan açmaları. Dönem boyunca “Sovyet tehdidi” fizikçilerin siyasi destek ve mali kaynak bulmak için kullandıkları en önemli gerekçe olmaya devam ediyor.

Fizikçiler açısından “eski, güzel günler” 1993’te ABD kongresi SSC projesini (Superconducting Super Collider-Süperiletken süper çarpıştırıcı) projesini iptal edince bitiyor[9]. Sonrasında kaynak bulmak için yüksek enerji fiziği camiasının da “halka ilişkiler” çalışması dediği faaliyet önem kazanıyor. Öyle ki bilim dışı zırvalar “neyse ne, vatandaş ilgi duysun da!” faydacılığıyla değer kazanıyor…[10]

Alper Dizdar
[email protected]


Notlar:
[1] TeV (Terra electronvolt) proton kütlesinin yaklaşık bin katına karşılık geliyor. Kütle, enerji denkliği nedeniyle enerji birimi olarak da kullanılıyor.
[2] Standart Model’de altı kuark bulunuyor. Bunlardan en ağırı tepe (top) kuark olarak adlandırılıyor.
[3] Tevatron aslında oldukça eski bir çarpıştırıcı. Kuruluşu 1983 yılına dek gidiyor. Fakat yeni teknolojiler kullanarak daha yüksek enerjilerde (yaklaşık 1TeV) çalışmaya başlaması 2000 sonrasında gerçekleşiyor.
[4] Özellikle 1983’te W bozonun CERN’de bulunması hikâyelerin en ünlülerinden.
[5] John Krige, American Hegemony and the Postwar Recontruction of Science in Europe, MIT Press, 2006. Bu yazıda Krige’nin kitabında aktardığı bilgilerden genişçe yararlandım. Massachusetts Institute of Technology profesörü Krige, “hegemonya” kavramını neredeyse “karşılıklı anlaşma” olarak kullanıyor ve ABD’lilerin “Protestan idealizmiyle” Avrupa’ya yardım ettiğini düşünüyor, analizlerini ayrıca aktarma gereği bulunmuyor. CERN yönetimi tarafından, “CERN tarihi projesi”nin başına getiriliyor ve “CERN Tarihi” kitap serisinin üçüncü cildinin editörü.
[6] Karşılaştırmak için Türkiye’nin AB üyelik serüveni yararlı olabilir. Üyelik müzakerelerinde ilk açılan ve kapatılan başlıklardan biri bilim ve eğitim politikaları oluyor.
[7] Yakın zamanda kaybettiğimiz Güney Gönenç’in yazdığı, Hep Aranızda Olacağım Frédéric Joliot-curie´nin Yaşamöyküsü, kitabı Türkçe’deki en özgün bilim tarihi eserlerindendir.
[8] Bilimin evrenselliği görüşü eski bir görüş, özünde yanlış da değil. Fakat bilimin evrenselliğinin sınırının piyasa tarafından çizildiğini unutmamak gerekiyor.
[9] “Süperiletken süper çarpıştırıcı” inşaatına 1987’de Teksas’ta başlandı, 2 milyar dolar harcandı ve 1993’te iptal edildi. 2009’da çalışmaya başlayan CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı en yüksek 7TeV enerjide protonları hızlandırılması planlanırken, Teksas’taki SSC için en yüksek değer 20TeV olarak planlanmıştı. Kapitalizm her zaman akıldışıdır!..
[10] Önceki yazıyı Türkiye-CERN ilişkileriyle ilgili anlatacaklarımızla devam edelim diye bitirmiştik. Öncelikle CERN’in tarihini ele almamız gerekti, sonraki yazıya kaldı.