Şiddetin düşündürdükleri...

DÜNYA SOLA DÖNÜYOR – KÜBA ve LATİN AMERİKA yazıları

Havana Üniversitesi’nin yanındaki sokakta servis bekliyoruz. Sokak pek öyle tali bir sokak değil, yine de yan tarafta çocuklar, birinin elinde şekilsiz bir sopa, öbüründe parçalanmış bir eldiven, beyzbol oynuyorlar. Oynuyorlar demek de ağır kaçtı biraz. Topu atan, bir kaldırımdan fırlatıyor mereti ama, gücü de yetmediğinden, havada bir eğri çizen top diğer kaldırımdakine yetişemiyor genelde. Top yetişmese de, diğer kaldırımdaki elindeki sopayı havada savurmaktan geri kalmıyor. Üç, beş defa, on defa… Hay ben böyle oyuna, bir defa da vurun yahu, yahut bırakın başka oyun oynayın, nedir beyzbol. Amerikalılar’ın bir adetini benimsemişsiniz sadece, o da çocukluğunuzu çürütmeye yetiyor be, diye düşünüyorum.

Bekliyoruz servisi ben, Erdal, Yasmani. O sırada önümüzden geçen halk otobüsü az ileride duruyor. Bağrışmalar, itekleşmeler derken birisi iniyor otobüsten, suratı öfke dolu, kaşlar çatık, hızlı adımlarla yandaki sokağa girip aşağı vuruyor. Otobüs devam ediyor.

“Ne oldu orada?” diye soruyorum. “Otobüsün içinde kavga etti iki kişi, biri indi gitti” diyor Erdal. Yasmani giriyor o sırada söze, “Böyle işte, çok şiddet var Küba’da. Bazı insanlar yanlarında sopayla dolaşıyor sokaklarda” diyor.

Yasmani, karşı devrimci arkadaşımız, ciddi söylüyor bunları. Biliyoruz karşı devrimci olduğunu, bize sosyalizmin “gerçek yüzüne” dair az mı nutuk çekti. Nutuk çekmek de denemez pek aslında, laf sokmak bu daha ziyade. Her fırsatta devrime, sosyalizme “giydirmek”… Neyse ki biz de aynı sosyalizmi yaşıyoruz, aynı yurtta kalıyor, aynı yemekhanede karnımızı doyuruyoruz ki, Küba’dan, Türkiye’den örneklerle savunuyoruz devrimi. Böyle sürüp gidiyor.

Sürüp gidiyor ama, “Çok şiddet var Küba’da” demek de biraz fazla. Erdal yine Yasmani’yle tartışmaya başlarken, benim aklıma Türkiye düşüyor, başlıyorum düşünmeye…

---

Hiç mi şiddet yok Küba’da? Olmaz mı, onları da Ceren’den dinlerdik. Ceren o sıra artık tıpta son sınıfta, bildiğin doktorluk yapıyor Calixto García’da. Evine gidişlerimiz bizim için bayram tabii, Türkiye’den getirilip mutfakta stoklanmış malzemelerle, baharatlarla pişen Türk yemeklerinden tatmak “gerçek” çaydan içmek Ceren’in her zamanki gülümsemesi yüzünde, hep birlikte Türkçe muhabbet etmek… O anlatırdı acil servise gelen vakaları kavgalar, saldırılar, yaralamalar… Ona da “Sen doktorluk yaptığından hep bunlarla karşılaşıyorsun, bu ülkenin günlük yaşamında yok şiddet” derdik. “Doğru” derdi, “ama geçen bir çocuk getirdiler ki” diyerek başka bir vakaya geçmeden önce.

---

Evde bilgisayar başında çalışıyorum, haber yazarken birden o fotoğraflar çıkıyor karşıma. Dolapdere’de, ellerinde silahlar, karşılarındakilere ateş eden üç adam ve arkasındaki güruh. Evimden iki adım mesafede, iç savaş sahneleri prova ediliyor. “Felaketin fotoğrafı bu” diyorum kendi kendime, bir süre elim varmıyor haberi yazmaya. Sonradan arkadaşlara soruyorum “Ne yapayım bu haberi bilemedim” diye, onlar çıkarıyorlar beni içine düştüğüm ruh halinden, ancak o zaman yazmaya başlıyorum gelişmeleri. “Muhtemelen geçen 1 Mayıs’ta, hatta ondan önceki bir iki eylemde Dolapdere’de göstericilere saldıran adamlarla aynı adamlardır bunlar” diyorum kendi kendime. Tüm gün takip ediyor, yazıyoruz olan biteni, tüm arkadaşlar aramızda tartışıyoruz. Gece bir kez daha bakarken haberlere, Dolapdere’deki o sokak arasında silah çekmiş saldıran adamlara bakarken, aklıma Küba düşüyor, başlıyorum düşünmeye…

---

Yasmani otobüsteki itiş kakışa bakıp “Çok şiddet var Küba’da” dediğinde kızmıştık ona haklı olarak, ama sonradan düşündüğümde, kendimize de kızdım. Devrimcilik biraz da böyle galiba, haksızlıklara, adaletsizliklere kızarken, sonra bunları değiştiremediğin için biraz da kendine kızıyorsun. Havana Üniversitesi öğrencisi, beş altı dil konuşan bu Kübalı genci ikna edememişiz devrimin kazanımlarına, adanın dışındaki hayatın gerçeklerine. Biz Türkiye’yi anlatırken “İnanmıyorum” derdi bazen, “abartıyor, yalan söylüyorsunuz.” Kızar çeker gider, ertesi gün baştan alırdık.

Farkında değilse bu genç Küba’da örgütlü şiddetin olmadığından, bizim de günahımız değil mi? Milliyetçi hezeyanlarla silah çeken grupları görmüyorsa, Kübalı devrimcilerin sayesinde elbette. Ancak hiç duymamışsa bunları, farkında değilse, bizim eksikliğimiz de yok mu biraz? İdeolojik mücadeleyi artırmak gerekiyor, dışarıdaki dünyanın gerçeklerini Kübalılar’a daha yalın, daha çarpıcı bir dille, sürekli göstermek gerekiyor.

Peki Küba’nın gerçeklerini Türkiye’dekilere göstermek? Kimsenin evinde silah olmadığını, buna ihtiyaç da duymadığını anlatmak etnik köken bakımından bunca karmaşık bir toplumda milliyetçiliğin, ırkçılığın hemen hemen tümden ortadan kalktığını duyurmak… Yine kendimizde buluyorum günahı, kendimize kızıyorum yine.

Devrimcilik biraz da böyle galiba, kızdıkça bir köşeye çekilmiyorsun, ama mücadele hırsıyla doluyor, elini çabuk tutmaya çalışıyorsun…

[email protected]