İki kız çocuğu

Nebile, 9 yaşında bir kız çocuğu. Pakistanlı.

Malala da Pakistanlı. 16 yaşında.

Nebile Rahman’ın babası öğretmen.

Malala Yusufzai’nin babası da öğretmen. Aynı zamanda şair. Malala’nın ismini, İngiliz sömürgecilerine karşı Peştunları örgütleyip savaşan ve zafer kazanan Malala’nın ardından vermiş.

İki kız da, Taliban’ın güçlü olduğu bölgede yaşıyor. İkisinin de öğretmen babaları, kızlarının okumasını istiyor.

Malala’nın yaşamındaki kırılma anı, 9 Ekim 2012’de yaşandı. Taliban, kız çocuklarının okula gitmesine karşı çıkıyordu. BBC Urduca editörleri, bölgedeki yaşamı bir çocuğun gözünden aktarmak istiyordu. Onu buldular. Malala, daha 12 yaşındayken, başından geçenleri yazmaya başladı. Malala eğitim hakkını yazıyor, Taliban kızlı-erkekli yüzlerce okulda bomba patlatıyor, Malala bunları da yazıyordu. Hayatı belgesele çekiliyor, Pakistan televizyonlarına röportaj veriyor, ünü giderek artıyordu. Kapılarının altından tehdit mesajları atılmaya başladı. 9 Ekim’de, okuldan dönerken silahlı bir Taliban militanı servisi durdurdu. Çocuklara, “Hanginiz Malala? Söylemezseniz hepinizi vururum” dedi. Çocuk yaşta, hayatları boyunca unutamayacakları, etkisinden kurtulamayacakları travmatik bir hamle yapıp, Malala’yı göstermek zorunda kaldı arkadaşları. Adam Malala’yı vurdu. Kurşun Malala’nın kafasından girdi, ama canını alamadı.

Nebile’nin yaşamındaki kırılma anı, Malala’nınkinden 15 gün sonra, 24 Ekim 2012’de yaşandı. Kurban Bayramı yaklaşıyordu. Büyükanne, torunlarına bamya toplamasını öğretti. Çocuklar tarlaya dağıldı. Oyun gibiydi onlara. Birden, gökyüzünde bir ses duydular. Muhtemelen dünyadaki tüm 8 yaşında çocuklar arasında yalnızca Afganistan ve Pakistanlıların tanıyacağı bir vızırtıyı duydular: İnsansız hava aracı. İki boğuk ses takip etti: kling, kling. Füzeler, Rahman ailesinin evini vurdu. Yedi çocuk yaralandı. Büyükannesi, Nebile’nin gözlerinin önünde yandı. Köyün tek ebesiydi.

Malala, geçen aylarda ABD’yi ziyaret etti. Taliban’ın öldürmeye çalıştığı, kız çocuklarının eğitim hakkı için mücadele eden bir kahraman gibi karşılandı. El üstünde tutuldu, pohpohlandı. Canlı yayınlara çıktı. Obama’yla bile buluştu.

Gerçi, bir tuhaflık vardı. Daha doğrusu, bir yapmacıklık. Washington Post’ta Max Fisher, şöyle açıklıyordu durumu: “Batı’nın Malala’ya kuyruk sallaması, onun Pakistan’daki kızların koşullarını geliştirme mücadelesinden, hele ki Pakistan’daki milyonlarca kızın mücadelesinden ziyade, bizim kendimizi bir ‘celebrity’yle [ünlüyle] baş başa, kolay bir mesaj karşısında sıcacık sarmalanmış hissetme arzumuzla ilgili. Kendi paçamızı sıyırmanın bir yolu bu, meselenin iyi adamlara karşı kötü adamlardan ibaret olduğuna, bizim iyi tarafta olduğumuza ve her şeyin yolunda olduğuna dair kendimizi ikna ederek.”

Yine de, nasıl olursa olsun, 16 yaşındaki Pakistanlı kız, Malala, spot ışıklarının tam ortasında buluvermişti kendini.

Malala’dan birkaç hafta sonra Nebile gitti ABD’ye. Yanında, öğretmen babası ve 12 yaşındaki erkek kardeşi vardı. Washington’a gidecekler, Kongre’de başlarından geçeni anlatacaklar, ABD’ye ait insansız uçakların kendilerini nasıl vurduğuna dair tanıklık yapacaklardı.

Kongre’ye gittiklerinde, 430 kongre üyesinden yalnızca 5’inin kendilerini dinlemeye geldiğini gördüler. Diğerlerinin umrunda bile değildi hikayeleri. Çevirmen, Nebile’nin ufacık ağzından dökülen kelimeleri boş salona çevirirken ağlıyordu.

Malala, “Taliban nasıl benim temel eğitim hakkımı elimden alır” diye soruyor, yanıt alamıyor ama alkış alıyordu.

Nebile, “Benim büyükannem ne yanlış yaptı” diye sordu. Yanıt alamadı. Alkış da alamadı.

İki Pakistanlı kız çocuğu. Biri Taliban’ın, diğeri ABD’nin mağduru. Taliban ve ABD, madalyonun iki yüzü. Karşılarında onlar var, iki kız çocuğu.

Basit sorularına yanıtları Washington’da aradılar.

Oysa yanıt Pakistan’da.

Washington’dan ilk uçağa atlayıp, arkalarında bıraktıkları topraklara tiksintiyle bakarak, el ele dönseler… Bırakmasalar hiç birbirlerini… ABD’lilere anlatacaklarına, birbirlerine anlatsalar hikayelerini…

Yanıtı bulacaklar.

Yanıt ellerinde.