El Kaide, olmadı Reuters!

Varsayın ki, bir arkadaşınızla sohbet ediyorsunuz. Laf, malum, hayat meşgalesine geliyor, “Eee, ne yapacaksın” diye soruyorsunuz, “El Kaide’ye katılıp intihar bombacısı olurum, olmadı Reuters’a muhabir olurum” diyor.

“Böyle saçma senaryo mu olur” diye geçiriyorsunuz muhtemelen içinizden. Ama oldu.

Mülhem Bereket.

Halepli’ydi. 20 Aralık Cuma günü, Suriye ordusuyla muhalifler arasında bir hastane binasında çıkan çatışmayı fotoğraflarken öldü. Suriye’de yaşamını yitiren bir başka gazeteci olarak kayıtlara geçti. Mayıs’tan beri Reuters’a freelance (serbest veya parça başı) çalışıyordu. Çatışma bölgesinden çektiği fotoğraflar, çok sayıda büyük medya kuruluşunda yayımlandı.

Ölümü, arkasında çok sayıda soru bıraktı.

İlk soru, Reuters için çalışan Mülhem’in sözleşmesiydi. 17 yaşındaki Mülhem, fotomuhabir değil asker olsaydı “çocuk asker” sayılacaktı. Reuters 18 yaşından küçüklerle çalışıyor muydu? Mülhem’e temel eğitimleri, ayrıca sıcak savaş bölgesinde çalışmak için özel eğitim verilmiş miydi? İlkyardım ekipmanı, kurşun geçirmez yelek gibi eşyalar sağlanmış mıydı? Sigortalı mıydı? Reuters yakınlarıyla temas halinde miydi? Tazminat ödeyecek miydi?

Birçok gazeteci sordu bu soruları, “prestijli” ajansa. Reuters yanıt vermedi. Üstelik, Mülhem’in ölümünü duyurdukları haberde, yaşını yazmadılar bile.

Buraya kadarı, yerleşik medya düzeni içinde, gazetecilerin çalışma koşullarıyla ilgili olarak yöneltilebilecek eleştiriler.

Ama hikayenin bir de daha karanlık yönü var.

Savaş muhabirliği yapan fakat daha ziyade insan öyküleri anlatmayı seven İngiliz gazeteci Hannah Lucinda Smith, 12 Mayıs’ta Şark el Avsat’ta ilginç bir makale yayımlamıştı. “İntihar Bombacısı Olmak İsteyen Arkadaşım” başlıklı yazısında, Halep’te tanıştığı Yusuf’u anlatıyordu.
İsmi değiştirmişti elbette. Yusuf, Mülhem’di.

Arkadaş olup aylar sonra tekrar Halep’te buluştuklarında, karınlarını doyurmak için bir kebapçı ararlarken mevzuya girmişti Mülhem. El Nusra’ya üyelik başvurusu yapmıştı. “El Kaide iyidir ya” demişti iki başparmağını havaya kaldırıp gülümseyerek, “Umarım beni kabul ederler de, bir gün rejim bölgesinde kendimi patlatırım.”

160 lira aylık veriyordu El Nusra, savaş bölgesindeki 17 yaşında işsiz bir çocuk için fena para değil. Sonra Londra’ya gitmeyi düşlüyordu. Hannah 8 yıl önce El Kaide’nin Londra’da patlattığı bombaları hatırlatınca, “Hayır hayır hayır. Londra’dakiler El Kaide değildi. Ben bunu yapmak istemiyorum. Ben rejimin kontrol noktasında patlatacağım kendimi” demişti.

“Arkadaşların ne diyor bu kararına” diye sormuştu Hannah. Eskiden evleri Halep’in Hıristiyan mahallesindeymiş. Savaş başlayınca muhalefeti destekleyen amcası ve dedesi öldürülmüş (nerede? nasıl?). Mülhem, anne ve babasıyla muhaliflerin kontrolündeki bölgeye taşınmış. Ama arkadaşları ve ailesinin kalanı rejimden yana saf tutmuş ve Hıristiyan mahallesinde oturmayı sürdürmüş.

“Ara sıra konuşuyorum hala arkadaşlarımla. Çoğunun annesi babası rejim için çalışıyor, bu yüzden rejimi destekliyorlar. Bir arkadaşıma ‘babanın kaçmasına yardımcı olayım’ dedim, çünkü bir gün onu öldürmek zorunda kalmak istemiyordum. Ama o istemedi. Onları öldürdüğümde, amcama ve dedeme olanların intikamı alınmış olacak.”

Hannah, bu sohbetten sonra Mülhem’le arasına mesafe koydu. Çünkü, kendi sözleriyle, “Halep’te kaçırılma riski yüzünden giderek daha paranoyak oluyor”du.

Bu arada Mülhem, El Nusra işi “sen çok toysun” diye olmayınca, Reuters’a fotomuhabir oldu.

Bunun tek bir örnek olduğunu sanmayın. 28 Eylül’de de Murhaf el Muhdi isminde, AFP için parça başı çalışan bir gazeteci füze saldırısında ölmüştü. AFP Reuters’ın aksine el Muhdi’nin hikayesini açıkladı: AFP’nin “deneyimli” bir muhabiri Türkiye’ye gelmiş, kamplardan 15 genç muhalif militanı toplamış, bir ay eğitim, birer de kamera verip yollamıştı Suriye’ye.

Tüm dünyaya servis ettikleri haberler, böyle üretiliyor.

Okkanın altına da o gençler gönderiliyor.

Londra’da, Paris’te, New York’taki şef editörler, tarafsız haber ajanslarıyla yüce gazetecilik sıfatını gururla taşıyor.

Alın size medya.