Budala

İnternet sitelerini gezip haberlere bakınıyorum, “offf öyle bir şey yaptı ki...” gibi bir başlık, zaten hepsi öyle başlıkların, ayırt edemediğimden hatırlayamıyorum, ama okuyunca bir şey de anlamıyorum, zorunlu tıklıyorum, “ne yaptı ki”, tık, video, stüdyoda beş kişinin arasında bir asker, ayakta, masanın öbür ucundaki kişiye bağırıyor, hiçbirini tanımıyorum, “kalk yiyorsa” diyor havadaki parmağın arkasındaki üniforma, oradan başlıyor video, ben niye kalkması gerektiğini anlamaya çalışırken asker “Atatürk’ü seviyorsan kalk” diye bağırıyor, normalde çoktan kapatırdım, gösterinin tuhaflığı beni tutuyor, üniformadan yükselen sözcükleri algılayamıyorum, bir ara “sosyalistmiş, ne sosyalistisin sen Lemi ya” diye çıkışıyor, ben iyice koltuğa mıhlanmışım, birden gözüm masadakilerden birine ilişiyor, aaa Mehmet Baransu, n’oluyoruz, galiba üniforma AKP karşıtlığı yapıyor, birden bitiyor video, “sürreal siyasi tartışma” diye haber merkezindeki arkadaşlara gönderiyorum, adamların spor yorumcusu olduğunu öğreniyorum, üniformanın adı Adnan Aybaba’ymış, çok tuhaf veya benim bilmemem tanımamam tuhaf veya ikisi birden, arkadaşlar “o adam sürekli böyle yapıyor, ilgi çektikçe doz artırıyor” diyor, demek ilgi çekiyor.

Tuhaf.

* * *

Akşam yeniden aklıma takılıyor, “niye hemen aklıma ‘sürreal’ demek geldi” diyorum kendi kendime, neydi, niyeydi, kitaplıkta dolanmaya başlıyor ellerim, buluyorum, sürrealizmin doğum sancılarından en güçlüsü, Zürih’in meşhur kabaresinin skandal peygamberi Tristan Tzara Paris’e geliyor, Breton Aragon Soupault hepsi oradalar, Dada orada, Dünya Savaşı yeni bitmiş, bugünden bakınca daha beterini bildiğimizden ilk büyük savaşın yarattığı yıkım ve umutsuzluğu kestirmek imkansız, onlar yıkımın içindeler, daha çok yıkmak, yıkmak, yıkmak istiyorlar, istiyorlar ama seslerini nasıl duyuracaklar, Zürih’ten gelen peygamberin bir fikri var, tüm gazetelere ilan gönderiyor, “Chaplin geldi” diyor, “Paris’te, arkadaşlarıyla buluşacak”, “hatta” diyor, “Monako Prensi bile gelecek”, başka da ünlü isimler sıralıyor, koskoca Şarlo bu, kentte bir hareketlenme, herkes duyurulan salona gidiyor, içerisi tıklım tıklım ama ne Şarlo var ne Prens, sahnede Tzara var, Breton var, manifestolarını okuyorlar, tuhaf bir gösteri sürüyor, ama hedeflerine ulaşıyorlar, ilgi çekiyorlar.

Böyle mi yapmalı ki?

* * *

Kendi kuşağımı düşünüyorum sık sık, hele sosyal medyada, zaten sosyal medya dışında doğru düzgün sosyalliğim de yok, demek pek doğru adlandırmışlar, yorumlarımıza mesajlarımıza bakıyorum, hele kendi yazdıklarıma, çoğunlukla bir gösteri sürüyor, ciddi başlayan her şey kısa sürede geyik konusuna dönüyor, hemen her zaman ben de kendimi kaptırıyorum, ama bazen yabancılaşıp izlemeye başlıyorum, ne yapıyoruz biz, önce “Gezi” diyorum, sonra bu muydu Gezi diye geçiyor aklımdan, sürekli kendimizle değerlerimizle olan bitenle üstümüze gelenle dalga geçme halindeyiz, silahlarımız sağa sola ironi kurşunları sıkıyor, ama mermiler vurduğunu öldürmüyor, uzaklaştırıyor sadece, belki de silah tepiyor ve bizi uzaklaştırıyor, pislikle aramıza mesafe koyuyoruz, bir gösteri sürüyor, hepimizin katılımıyla, oraya sığınıyoruz, zeka dolu gösterimiz sığınağımız oluyor.

Pislik orada.

* * *

Tekrar kitaplığa gidiyor ellerim, Tristan Tzara nasıl görüyordu kendini, belki o bulmuştur yanıtı, Breton’la atışmalarını okuyorum, Tzara kendiyle dalga geçiyor, Kendini budala gibi mi göstermek istiyorsun, diye soruyor Breton, -Tzara onu fazla radikal buluyor, örgüt, devrim falan-, yanıtlıyor Tzara: Evet kendimi gerçekten bir budala gibi göstermek istiyorum ama içinde hayatımı geçirdiğim sığınaktan kurtulmaya çalışmıyorum.

Sığınaklar rahat olabiliyor.

* * *

Öykünün devamı aklımda beliriyor, faşizm geliyor, sığındığı gösterisinin çektiği ilgiden memnun Tristan Tzara birden arkadaşlarının ülkelerini terk etmek zorunda kalışlarını görüyor, sığınaktan çıkıyor, İspanya İç Savaşı’nda kuşatma altındaki Madrid’de önce, sonra Fransa’da Nazilere karşı partizanların yanında, savaş bitince Komünist Parti üyesi, hatta bizim Nazım’ı hapisten çıkarmak için kurulan komitenin başında. Gösteri mösteri yok artık, kavga var.

* * *

Bizim sığınak epeydir bombardıman altında, eski rahatlığı kalmadı, saldıranlar da epey hırpalandı. Bazen çıkıyoruz sığınaktan, saldırıyoruz topluca. Sonra gösterilerin en büyüğü başlıyor. Sandıklar kuruluyor, “işte çözüm” deniyor, alternatif denilen adamı, ancak kendi kendimizle dalga geçerek içimize sindirebiliyoruz, biliyoruz ki seçilirse yeniden sığınağa döneceğiz, “yine de” deniyor, “yine de”, basılıp geçiliyor, basıp geçmeyene “budala” deniyor, ama oylar yetmiyor.

Öbür sandıkta, sonrakinde yeter mi? Umrumda değil.

Ben bizim sığınaktan bıktım.

Sadece pisliği kaldırmak değil, yıkmak, yıkmak, yıkmak istiyorum.

Hem artık budalalar, yerine ne kuracağını da biliyor.