Kutsal öfkeye inanmak

Şüphe yok, 17 Aralık’tan bu yana yaşananlar çok ağır. Ülke olarak travmadayız. Travmanın iki ucu var. Birincisi akepe’ye oy verenlerin bir kısmı, bu din tüccarlarının gerçek yüzünü görmenin dehşeti içindeler. İkincisi bütün yaşananları akepe ve Cemaat’in pasta bölüşümünden çıkan kavgaya yoranlar. Fakat gerçeğin kapısı travmaya kapalı... Çünkü gerçeğin kapısı mücadelenin çelikten ve sonuç alan gücüdür. Sokaklardaki eylemleri asla ve asla yabana atmayınız. Türkiye, Mayıs’tan bu yana ayaktadır. Neredeyse her gün, her alanda gericilerle dişe diş bir mücadele yürütüyor halk güçleri. Bu mücadeleyi çok ama çok önemsemeliyiz. Gittikçe de yükseliyor, bu da bir başka önemli yan.

Diğer taraftan bu çözülmeyi yalnızca akepe/Cemaat kavgası diye anlarsak, akepe içinden yükselen sesi duyamayız. Çünkü akepe içinde de önemli bir karşı duruş olduğunu görüyoruz. Geçen hafta bir milletvekili, kavgada söylenmeyecek sözleri ardı ardına sıraladı ve istifa etti biliyorsunuz. “Bu kadar büyük yolsuzluğun açıkça yapıldığı bir partide kalınamaz”, “istifaların devamı gelecek” dedi. Bunları dikkatli okumalıyız. Bu baskı rejimi toparlanamaz bir dağılma sürecine girmiştir, kim ne derse desin. Bu kadar açık yolsuzluğu, bu kadar açık örtmeye, dünyanın hiçbir ülkesinde, hiç kimsenin gücü yetmez, Tanrı’nın bile! İşte mesele budur. Sokakların, halkın yükselen öfkesine güveneceğiz. Çünkü gericilerin lüks içindeki saltanatını yıkacak güç, o kutsal öfkedir. O öfkeyi her zaman diri tutacağız...

‘Pensilvanya dağları kar ilen boran...’
Hatırlarsanız Pensilvanya’ya kaçma nedeni, hakkında açılan davalardı. Ortağı olduğu çete, laik cumhuriyetin yasalarını, gazetelerini, aydınlarını, hal yoluna koyunca, allem ettiler/kullem ettiler akladılar vaizi. Kaçarken suçluydu, aradan geçen zaman içinde ihtimalen kahraman. Daha da ileri bir görüşe göre peygamber... İşte yaşıyorsunuz, görüyorsunuz neler olduğunu.

Sözgelimi birdenbire bir sabah uyanıyor Sayın Cumhurbaşkanı ve ülkenin içinde bulunduğu durumu hayretle görüyor! Bu “kötü gidişi, kumpasları, haksız hukuksuz davaları rayına sokmak için derhal bir görüş alayım ve çözeyim bu gidişi yahu...” diye düşünüyor yatağında... Ve ta okyanus ötesine bir kurye gönderip, “ne yapalım sayın hocam” diye sordurtuyor. Şimdilerde sayın hocasının telkinleri doğrultusunda, laik cumhuriyetin zıvanadan çıkmış kimi kurumlarının uygulamalarına bir çekidüzen vermekle meşgul... Biraz mizah katarak yazayım, ciddi bir akılla bozarım kendimi dedim ama inanın gene daraldım. Bu ülke, bu yöneticiler, bu kurumlar, ne hâle geldi böyle, yazık.

Hani hükümet üyelerinin çelişkili, tuhaf, pragmatist davranışlarını “doğal” karşılayasım geliyor çünkü onların durumu zaten off... Fakat cumhurbaşkanı, herkesin olması gerekmez mi? Yazık ki ülkenin cumhurbaşkanı bile yüzde 50’nin gibi duruyor... Çünkü diğer yüzde 50 içinde kaldığı varsayılan Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah, Odatv, Casusluk, KCK davalarındaki insanların çırpınışlarını birlikte yaşamadık mı bu ülkede? Avukatların nasıl kendilerini ifade edemediklerini, edemedikçe yaşadıkları acıyı ve ardından gözaltıları, şiddeti, baskıyı, zulmü... Tutuklanmaktan (ki hâlâ tutukludurlar ve akıl almaz bir hukuksuzluğun mağduru olarak kodestedirler) sanıkları savunacak avukat kalmamıştı mahkeme salonlarında, unuttuk mu sanıyorsunuz?

Kuşluk vakti evlerinden alınan insanları, kanser hastalarının karakollardaki görüntülerini birlikte yaşamadık mı? Daha savcının odasındayken insanlar, haklarındaki iddiaların ve ifadelerinin her yere servis edilmesini, özel hayat dinlemelerinin gazetelerde manşete çıkarılmasını birlikte yaşamadık mı? Yaşadık. E n’oldu birdenbire Sayın Cumhurbaşkanı’na da, bunlar bu ülkede ilk defa yaşanıyormuş edaları takındı. Taha Kıvanç (Fehmi Koru) gibi gazetecilik etiği üstüne ha babam üfürüp duran birini, kurye yapıverdi.

Türkiye'de hukuku üstün kılmak(!)
Gerçekten ne oldu da laik TC’nin Cumhurbaşkanı, bir tarikat şeyhinden, cumhuriyet yasalarının suçlu saydığı bir kimseden görüş alarak, laik bir ülkeyi düzeltebileceğini sanıyor. Anlayacağınız gibi yeni hiçbir şey olmadı. Onlar zaten “beraber yürüyorlardı bu yollarda” pasta bölününce, bir kısmı “paralel” oluverdi, hepsi bu. Açıkça görünen o ki, Cumhurbaşkanı’nın yahut diğer muktedirlerin, hiçbirinin demokrasi diye bir sorunu yokmuş, hesap başkaymış. “Müslüman demokrat” uydurması, liberallerin kendilerini rahatlatmak için pazarladıkları içi boş bir söylemmiş ve şimdi ellerinde patladı. Her şey mülkün yer değişikliği içinmiş, tam başaracaklardı ki, pastanın diğer ucunu tutanlar ellerinde kalanı az buldular ve pasta fırını çöktü. Pasta fırınının baş ustası ve oğluna, fırının kalfaları ve oğullarına, “çok adil” buldukları mahkeme kapıları göründü. Ne diyelim, “men dakka dukka” demişti ya baş usta, aynen öyle, eden buldu! Dahasını da bulacaklar kuşkusuz.