Zekâ testi ve ötesi  

Okullar açıldı. Okulların açıldığı gün de Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un Milliyet’e verdiği bir söyleşi yayınlandı: “Eğitimin kozmik odası: e-rehberlik” adıyla [1]. Kozmik oda denince artık memleketimizde ayrı anlamlar doğuyor. “Sır perdesi” aralanmasa da aralanmış gibi oluyor.

Bakan Selçuk Milliyet’e yaptığı açıklamada öğrencilerin yetenek ve becerilerinin tespiti çalışmaları kapsamında 800 bin kadar öğrencinin zekâ taramasının yapıldığını belirtiyordu. Ve bir de “müjdeli” bir haber veriyordu: “ASİS dediğimiz yerli zekâ ölçeğiyle ve başka tarama testleriyle bunu yaptık ve önümüzdeki 2-3 yıl içerisinde bütün Türkiye’deki taramayı bitireceğiz.”

Birçok haber kaynağı bakanın bu ifadelerini “tüm çocuklara zekâ testi yapılacak” diye verdi. Ve fikre, anında çeşitli itirazlar gelmeye başladı: “Teste siz gidin kabineden başlayın” diyenler mi istersiniz yoksa “çocuklarımızı fişlemenize izin vermeyeceğiz” diye duruma şüphe ve kuşkuyla yaklaşanları mı? Dört bir yandan sesler yükseldi. “Zekâ testi” önerisi geniş bir kesimden tepki çekti ve sanırım bakanın tam olarak ne dediği de arada kaynadı gitti.

Aşağıda daha ayrıntılı yazdım ama mümkünse tüm çocukların zihinsel gelişimlerinin izlenmesinden ve erken müdahale olanaklarının kaçırılmamasından yanayım. Bu, zeka testi istediğim anlamına gelmiyor. Daha bütüncül bir tarama ve izlem gerektiğini düşünüyorum. Çünkü zekâ zihinsel gelişimin sadece bir yönü. Karmaşık. Gelişmeye de körelmeye de açık. Yani değerlendirilmesi ancak başka değerlendirmelerin içinde bir anlam taşıyor. Tek başına yetmiyor.

Ama bakanın dile getirdiği taramayı önemsedim ve konu da ilgimi çekti. Biraz araştırdım…

Aslında Milli Eğitim Bakanlığı Türkiye’deki öğrencilerin “zekâ profili” ile ilgili bir araştırmayı 2017 yılında sonuçlarıyla birlikte açıklamış. O dönemde öğrenciler, Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Prof. Dr. Uğur Sak ve ekibi tarafından hazırlanan “Anadolu Sak Zekâ Ölçeği” ile değerlendirilmiş. Bakan Selçuk Pazartesi yayınlanan söyleşisinde aynı ölçeğin kullanılacağını belirtti. Bu verilerden, birçok “zekâ” değerlendirme yöntemi arasından, Milli Eğitim’in bir şekilde bu testi önemsediğini anlıyorum.

Test ilk önce “üstün zekâlı” çocukları saptamak için kullanılmış ama daha sonra, daha geniş bir öğrenci toplamında da kullanıma girmiş [2]. Ve “Türkiye’nin ilk milli zekâ testi” olarak tanıtılmış. İlginç. Enteresan.

Prof. Sak “sorularda kruvasan yerine zeytin/peynir kullandık; bizim kültürümüze daha uygun oldu” demiş. Doğrudur, bu tür değerlendirmelerde “yerlilik” sonuçları değiştirir. Ama gelin görün ki milli zekâ testinin kısaltması için ne yazık ki “İngilizcesi” tercih edilmiş: ASIS, yani Anadolu-Sak Intelligence Scale.

Oluyor böyle şeyler! Sanırım testin milli olması ama çok da yerli olmaması istenmiş. Ne yapalım?

Prof. Sak, o dönemde verdiği söyleşide, kendi adını da taşıyan testin oldukça “başarılı” olduğunu belirtmiş: “Yaptığımız bilimsel çalışmalarda testin gerçekliği çok iyi çıktı. 30 binin üzerinde çocuğa uygulanan ASIS’ta sonuçlar mükemmel düzeyde” [2]. Olabilir ama “davranış bilimlerinde” mükemmel test bulmak “hakikaten” zordur. Bunu düşünüp geçtim.

Geçtim çünkü testin içeriğine girmeyeceğim. Bu yazının sınırlarını aşar. Ama hem projenin hem de ASIS’in web sayfasına, gerekli olan belgelere rahatça ulaşılabiliyor [3]. İsteyen bakabilir.

Peki, test Prof. Sak’ın söylediği gibi mükemmel mi?

Muhtemelen basına verilen bilgi bir tür “aşırı özgüven” halini yansıtıyor. Ama projenin sayfasında yer alan belgelere göre de test “şaşırtıcı” derecede “iyi”. Hatta biraz “fazla” iyi. Ne yapalım?

Dediğim gibi zekâ testi ile ilgili bilgi bu kadarla kalsın. Esas mesele toplumsal bir sorumluluk olarak çocukların bedensel ve zihinsel gelişimini izlemek. Bakanın söylediğinden ben bunu anladım.

Gençlerin ve çocukların zihinsel gelişimi yakından izlenmeli. Birçok sebeple… Ama bunun aşılama, diş sağlığı kontrolü, görme kusurlarının saptanması gibi genel toplumsal gelişim açısından en temel düzeyde bile önemli olduğunu düşünmeliyiz. Şu an tüm çocuklarının zihinsel ve bedensel gelişimini yakından izleyen bir ülke yok. Küba hariç!

Öte yandan birçok psikiyatrik bozukluğun kökeni çocukluk çağındaki gelişime ve o dönemde yaşanan zorluklara, gelişimsel aksaklıklara dayanıyor. Ve beyin gelişiminin diyalektik bir yanı var: siz belli bir niceliksel birikimi müdahalesiz bir biçimde geride bıraktığınız zaman niteliksel bir değişim oluyor. Bir eşik aşılıyor: artık çeşitli psikiyatrik belirti, yakınma ve bozuklukların ortaya çıkması için bir eşik aşılmış oluyor. Çocukluktan erişkinliğe geçiliveriyor ve bir zamanların “sorunsuz” çocuğu “sorunlu” erişkin olarak karşımıza çıkıyor!

Beyin ve zihin gelişiminde gelişimin kendisi kadar eşikler de önemli. Diyalektik bir süreç bu!

Peki, bu eşik geri dönüşsüz mü? Kısmen.

Sonradan bu eşiği değiştirmek mümkün değil diyemeyiz. Çünkü beyin ve aynı anlama gelmek üzere zihin çok dinamik. Değişim neredeyse sürekli. Ama sorun şurada: niceliksel birikimler sürecinde yapacağınız saptama ve müdahalenin içeriği küçük, etkisi ise çok büyük oluyor. Bu erken ve görece “küçük” müdahaleler sayesinde beyin ve zihin psikiyatrik sorunlara giden yolda değil “sağlıklı” gelişim yolunda kalıyor. Psikiyatrik bir hastalığın ortaya çıkması önlenebiliyor. Erişkinlikte belki yıllarca gerekecek bir tedavi süreci ilginçtir çocuklukta bir kaç görüşme ve destek ile yerini bulabiliyor. 

Erken tanımlama, saptama ve müdahale bu nedenle önemli. “Zekâ testi” de.

Bu tür taramalar son yıllarda psikiyatri içinde en çok tartışılan konulardan birisi. Siz erişkinlikte depresyonu engellemek için büyük bir çabaya, müdahaleye ihtiyaç duyuyorsunuz. Gelişimin erken dönemlerinde ise daha geniş, herkese yönelen müdahalelerle önleyicilik sağlayabiliyorsunuz.

Peki, bu tarama ve müdahaleler kapitalizmde mümkün mü? Kesinlikle mümkün değil! Kesinlikle… 

Keşke sosyalist bir toplumda yaşıyor olsak. Günümüz olanaklarıyla birleştiğinde müthiş etkili bir izleme, saptama ve müdahale etme olanağımız var. Teknoloji buna müsait ve çok heyecan uyandırıcı. Ama…

Ama, örneğin kapitalist Türkiye çocukların zihinsel gelişimini izleyemez mi?

İzler. Üç ana sorunla ve bu sorunların getirdiği semptomlarla uğraşarak. 

Birincisi tüm bu işleri, yani ölçeğin oluşturulmasından veri analizine kadar tüm işleri “özel sektör” yapacaktır. Haydi, bu işler bir şekilde özel sektöre verilmedi diyelim: Kamu da bu işi hep özel sektörün, piyasanın gölgesi altında yürütecektir. Örneğin ASIS’in hikâyesi bile bunu anlatıyor bize. Ama yine de bir şekilde kamu aklı ve kaynaklarıyla yapıldı diyelim bu devasa izlem…

Üstüne mutlaka ama mutlaka “zihin piyasasının” gölgesi düşecektir. Şu an bile oyun setlerinden tutun özel beslenme reçetelerine, zihin jimnastiği sağlayan yazılımlara kadar her şey var piyasada. Yok, yok! Zekâ, beyin ve zihin müthiş bir piyasa ve bu piyasa yokmuş gibi 10 milyon çocuğun, gencin izlemi yapılamaz. Eninde sorunda piyasaya düşer bu bilgiler. 

İkincisi eğitim, sağlık, yani bu temel haklar (bunların artık kapitalizmde kamusal hak olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa bunlar artık kişisel yatırım alanları mı? Ne kadar para o kadar sağlık çapında yaşamıyor muyuz?) özelleştirilmiş durumda. Mesela…

Mesela çocukların zihinsel gelişimi sonucunda saptanan riskleri kim ele alacak? Sigorta şirketleri mesela nasıl yaklaşacak bu konuya? Okullar? Hastaneler? İlaç şirketleri? Firmalar?

Ya “işverenler”? Düşünün ki bir firma sizin altı yaşınızdan bu yana biriken zihinsel gelişim haritanızı istedi. E-harita olarak. Vermeyecek misiniz? Üretim araçlarının mülkiyetinden yoksun olan milyonlarca insan üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduranlara neler neler veriyor. Bunu mu esirgeyecekler?

Üçüncüsü ise malum: Sovyet sosyalizmini hicvetmek için yazılan “big brother” romanı geride kaldı ama o abi sizi çatır çatır izliyor ve izlemekle de kalmıyor; yönetiyor, yönlendiriyor, biçimlendiriyor. Bu kitlesel testlerin sonuçlarıyla da oturduğu yerde hiç kalmaz o “big brother”.

Satın alır bu sonuçları, sızar, bozar, ele geçirir. Hatta buna gerek bile kalmaz. Zaten son kertede tüm bu testleri yapan, verileri izleyen “big brother” olacaktır. Hatta şimdiden öyledir. Yani ortaya çıkan paranoid çekinceler, söylemler durup dururken çıkmamaktadır. Çok da haklı bir yanı vardır!

Öyle de olsa böyle de olsa tüm bu veri zenginliği, yani çocukların değerlendirilmesinden elde edilen bilgiler, toplum sağlığını geliştirmek, kamu yararını gözetmek için değil önünde ya da sonunda piyasanın ihtiyaçları için kullanılacaktır. Ama doğrudan ama dolaylı!

Bu nedenle çocuklarımızın ve gençlerinizin zihni piyasadan korunmalıdır.

Ama testlerden ya da izlemlerden değil. 

Öncelikle şu köhne düzenden!



[1] http://www.milliyet.com.tr/gundem/egitimin-kozmik-odasi-e-rehberlik-6030212

[2] https://www.haberturk.com/gundem/haber/1594356-yerli-zek-testi-asisi-hazirlayan-prof-dr-ugur-sak-haberturk-e-konustu

[3] https://www.projeiq.com/